Şamanizm[1]
Şamanizm,
genellikle Sibirya halklarının dinsel inanışlarını
anlatan bir deyim olup, Kuzey Asya halkları arasında
“büyücü, sihirbaz” anlamına gelen Şaman
kelimesinden türemiştir.
Çok geniş
bir alana yayılmış olan ve Türk-Moğol kültür tarihinin
önemli bir bölümünü oluşturan Şamanizm, 18. ve 19.
yüzyıllarda Georgi,[2]
Banzarov[3]
ve Şaşkov[4]
gibi kimi yazarlarca eski bir din olarak gösterilmiştir.
Buna karşılık, aynı yüzyıllarda Hıristiyanlık bağnazlığı
içinde karar veren kimi başka araştırıcılar ise,
Şamanizmin bir din sayılmaması gerektiğini öne
sürmüşlerdir. Onlara göre, Şaman bir sihirbaz, kötü
ruhları kovmak suretiyle hastalıkları iyileştirmeye
çalışan bir üfürükçü ve nihayet gelecekten haber veren
bir falcı ya da kahinden başka bir şey olmadığı için,
Şamanizm de bir din sayılamaz. 19. yüzyılın ikinci
yarısında Radloff, 20. yüzyılın birinci yarısında Anohin,
Culloch ve başka birçok yazarlar, Şamanizmi yalnızca
Ural-Altay halklarının dini olarak göstermişlerdir. Bu
inanış üzerinde geniş bir araştırma yapmış olan Nioradze[5]
Şamanizmde belirli bir dini sistemden daha çok, dine
doğru bir gelişme evresi görür. Ohlmarks’a[6]
göre, Şamanizm tam anlamıyla bir din sayılmazsa da
yayıldığı yerlerde dinin yerini almıştır. Son olarak W.
Schmidt[7]
Şamanizmi, gökteki Ülgen ile yeraltındaki Erlik ve
bunlara bağlı ruhlara dayanan bir din olarak kabul eder.
Türk-Moğol
halklarının inanışlarına dair en eski bilgi, Çin
kaynaklarında bulunmaktadır. Eski Türk dili yadigarları
ile Bizans ve Ortaçağ doğu kaynakları ve nihayet 13.
yüzyıldan başlayarak Asya’yı gören Avrupalı gezginlerin
verdiği bilgiler de bu bakımdan büyük bir önem taşır.
Örneğin 10. yüzyılın birinci yarısında İbn Fazlan’ın
verdiği bilgilere göre, Ural-Hazar havzasında yaşayan
bazı Türk boylarının Şamanist oldukları anlaşılmaktadır.
Papa Innocentius IV. tarafından 1245’te Orhon ırmağı
yakınındaki Kara-Korum şehrinde Moğol hanının katına
gönderilen Fransiskan rahibi Johannes de Plano Carpini
ziyaret ettiği halkların gelenek ve inanışlarına dair
birçok bilgi toplamıştır. Ondan bir süre sonra yine bir
Fransiskan rahibi olan Wilhelm Rubruk da, Louis IX.’nin
elçisi olarak aynı yöreyi 1253-1255’te dolaşmış ve bu
nedenle Orta Asya’nın o zamanki durumunu çeşitli yönleri
ile aydınlatan bir gezi kitabı yazmıştır. Nihayet
1271’de Papa’nın elçisi olarak Kubilay Han’ın sarayında
bulunan Venedikli ünlü gezgin Marco Polo’nun anıları da
Asya’ya ait önemli izlenimleri yansıtır.
Çeşitli
halkların inanışlarına dair Orta Çağ kaynaklarının
verdikleri bilgiler genellikle yetersiz görünmektedir.
Daha sonra 17. yüzyılda yayınlanan gezi kitaplarında bu
bakımdan ancak kısa ve rastlantısal gözlemlere yer
verilmiştir. 18. ve 19. yüzyıllarda Şamanizme dair
yazılmış olan eserlerin çoğu, kanıtlanmış araştırmalara
dayanmaktan çok, birtakım kabli hükümlerle verilmiş
yüzeysel bilgileri içerir. Nihayet 20. yüzyılda
özellikle Bogoras, Jochelson, Czaplicka, Anohin,
Zelenin, Harva, Ohlmarks ve nihayet W. Schmidt gibi
bilginler, esaslı incelemelerle Şamanizmi bilimsel
bakımdan değerlendirmeye çalışmışlardır. Bununla
birlikte bu alanda yapılan araştırmaların sona erdiği
asla söylenemez. Bugün de bir yandan mevcut pek çok
malzeme içinde belirsiz ve hatta şaşırtıcı olanların
araştırılması, bir yandan da eksik malzemenin
tamamlanması gerekmektedir.
1. Şamanizmin
Kökeni ve Gelişimi
Şaman ve
dolayısıyla Şamanizmin ortaya çıkışına dair Sibirya’da
türlü efsaneler anlatılır. Nioradze[8]
başlangıçta bireysel Şamanlığın varlığından söz eder.
Ona göre Şamanistler bütün doğayı iyi ve kötü ruhların
etkisi altında gördüklerinden, ilkel bir insan kötü
güçlere karşı korunabilmek için, ruhlarla ilişki
kurmanın çarelerini aramıştır. Buna bakarak, ilk
zamanlarda Şamanlığın yalnız yetenekli, belli kişiler
tarafından değil, herkes tarafından yapılmış olduğu
söylenebilir. Aynı yazara bakılırsa, ilkel bir insan
ancak kötü ruhların etkisinden tek başına
kurtulamayınca, daha güçlü kişiliğe sahip olan kişilerin
yardımına sığınmak zorunda kalmış ve bu da aile
Şamanlığına doğru atılan bir adım olmuştur. Genellikle
ailede gerek kişiliği ve yaşı, gerekse deneyimi ile
başta gelen aile reisi Şamanlık yapmıştır. Nitekim bazı
yazarlar da, Koryak ve Yakutlarda bu tür Şamanlıktan söz
etmişlerdir. Nioradze’ye göre, ancak daha sonraları özel
yetenek ve yatkınlık sahibi kişiler, belirli bir eğitim
devresinden sonra, Şamanlığı bir meslek halinde
uygulamaya başlamışlardır. Bu yazardan önce Bogoras,[9]
Jochelson,[10]
Czaplicka[11]
gibi araştırıcılar da büyük mesleki Şamanizmi, aile
Şamanlığının gelişimi ile açıklamaya çalışmışlardır.
Oysa daha sonra, Şamanizmin kökeni sorununu esaslı bir
araştırmaya tabi tutarak bu inanışın ruhsal ve etnik
niteliklerini aydınlatmaya çalışan Ohlmarks’a[12]
göre, Şamanizm, halkın ruhundaki sinirsel hastalık
yatkınlığı ve eğilime dayanan ve yarı din seviyesine
çıkarılan canlı bir gelenektir. Bu gelenek, özel ruhsal
güç ve yatkınlıkla donanmış olan kişiyi, yani Şamanı,
kimi kişisel sıkıntı ya da toplumsal felaketlerin ortaya
çıkışında, yapay uyutma ve kendi kendine telkin yoluyla,
çeşitli şiddette cezbe haline sokup, sıkıntı ya da
felaketin nedenini ve ona karşı alınacak tedbirleri
ruhlardan sorup öğrenmekten ibarettir. Şamanizmin
esasını bir tür cezbe durumu oluşturmakla birlikte, her
cezbe durumu da Şamanizm sayılamaz. Bu yazara göre,
belirgin biçimiyle kutup bölgesinin doğal olmayan
koşulları içinde ortaya çıkan Şamanizm, başka ilkel
halklardaki cezbe durumundan, tedavi ve kehanet
yöntemlerinden şu özelliklerle ayrılır:
1.
Din tarihi
bakımından;
yardımcı ruhların Şaman ile olan ilişkisini, her ayinin
başında onların çağırılmasını ve nihayet ruhlar
dünyasına giden Şamana rehberlik etmek konusundaki
önemli görevlerini göz önünde tutmak gerekir. Aslında
Şamanizmin esasını, bu inanışın dayandığı ruhlar dünyası
teşkil eder.
2.
Etnografya
bakımından:
Şamanizm yayıldığı her yerde, hemen hemen aynı şekilde
yapılan birtakım hazırlık ve eylemlerin bütünü olarak
ortaya çıkar (ayin yerinin düzenlenmesi, davul ve başka
çalgılarla yapılan müzik, ruhların sesini taklit vb.
gibi).
3.
Toplumsal
özellikler bakımından:
Şamanlar, gerçek kabile reislerinin bulunmadığı kuzey
kutup kültürlerinde büyük bir mevkiye sahiptirler.
Nitekim Buryat kabilelerinde Şamanların eski beyler
olduğu söylenir. Ayrıca bu kültürlerde Şamanlık eylemi,
ortak toplumsal yaşamda canlı ve esaslı bir yer alır.
4.
Nihayet ruhbilim bakımından: gerçek Şamanizmin
cezbe durumunda, örneklerine başka yerlerde kolay kolay
rastlanmayan büyük bir şiddet göze çarpar.
Ohlmarks en
kuzey bölgede yaşayan halklarla, bunların daha güneyinde
oturan halklardaki Şamanizm arasında bir tür ve derece
farkı bulunduğuna işaret ettikten sonra, Şamanizmin
esasını oluşturan ruhsal hastalık durumunu, “arktik
isteri” ile birleştirir. Ona göre, daha geçen yüzyılın
sonları ile 20. yüzyılın başlangıcında Priklonskiy,
Bogoras, Jochelson, Zelenin gibi bazı yazarlar, kuzeyde
yaşayan Koryak, Yukagir, Tunguz ve Yakut gibi halklarda
isteriye benzeyen birtakım ruhsal-sinirsel
hastalıklardan sözetmişlerdir. Bu arada anlatılanlara
bakarak, meryak ve menerik denilen ve daha
çok kadınların yakalandığı salgın halindeki sinirsel
hastalıklarla Şaman adaylarının mesleğe çağırıldıkları
zaman geçirdikleri sinir nöbetleri arasında büyük bir
benzerlik göze çarpar. Kuzey kutup bölgesindeki ağır
iklim ve yaşam şartlarının birtakım sinirsel hastalıklar
yarattığı kesin olup, özellikle bu yörede derin bir
inziva içinde geçen uzun geceler, şiddetli soğuklar ve
nihayet tam bir ıssızlık ve monotonluk içinde uzayan
manzaralar bu hastalıklarda başlıca etken olarak
görülmektedirler. Bunlara ayrıca konut darlığı, yiyecek
azlığı, hele özellikle sinir sisteminin normal
çalışabilmesi için gerekli olan ve daha çok bitkisel
gıda maddelerinde bulunan vitaminlerin tamamen ya da
kısmen eksik olması gibi bir takım uygun olmayan
koşullar da eklenince, bu bölgede “arktik isteri” hemen
hemen genel bir sinir hastalığı halinde ortaya çıkar.
Diğer taraftan “arktik isteri” deyimi ile buna bağlı
ruhsal bozukluğu yok sayarak ilkel isteriyi Moğol
halklarının ruhsal bedensel doğası, biyolojik bünyesi
ile açıklamak isteyen Czaplicka’ya[13]
karşı Ohlmarks, özellikle şu iki konuyu öne sürmektedir:
1.
Kuzey
kutup bölgesine yerleşmiş olan eski Orta Asya halkları,
buradaki sert doğanın isteri yaratan ağır koşullarına
karşı zamanla bir takım ruhsal dirençler edindikleri
halde, çeşitli nedenlerle buraya sonradan göçen halklar
“arktik isteri”ye ağır bir şekilde yakalanmışlardır.
2.
Kuzey
kutup bölgesine sonradan yerleşen Rus, Fin ve İskandinav
halklarında da “arktik isteri” görüntülerine
rastlanmıştır. Ohlmarks’a göre, kuzey kutup bölgesinde
yaşayan halklar o bölgede doğmamışlardır. Bugünkü
etnolojiye göre, oradaki en eski halklar bile, zamanında
Orta Asya’da yaşadıkları halde, sonradan tarihsel ve
toplumsal nedenlerle kuzeydeki sınırlara doğru çekilmeye
zorlanmışlardır. Güneyden gelen halklar bu yeni
yurtlarında zor bir yaşam savaşına girişmek zorunda
kalmış, buradaki ağır koşulların baskısı altında bunalan
insanlar ruhsal olarak çökmekte iken, sonunda isteriye
benzeyen birtakım aksülamellerle kendilerini kurtarmaya
çalışmışlardır. Bu davranışlar o kadar genişlemiştir ki,
nihayet tamamıyla özel bir şekilde kehanete, birtakım
hastalıkları iyileştirmeye yol açmış ve kültür hayatı
üzerinde gittikçe düzenli bir yer almaya başlayan bu
durum, Şamanizmin doğmasında başlıca etken olmuştur.
İşte bu koşullar altında ortaya çıkan Şamanizm
sayesinde, herhangi bir felaket ya da sıkıntı karşısında
eli kolu bağlı kalan halk, ayin sırasında ruhlarla
ilişkiye geçen Şamanın ağzından teselli verici haberler
alarak kendini avutmaya çalışmıştır. Bundan dolayı kuzey
kutup bölgelerinde Şamanın görevi önemli olduğu kadar,
gerekli ve hayırlı da olmuştur. Bu şekilde Şamanizm
Kuzey Asya halkları arasında âdeta din yerine geçerek,
bütün kuzey kutup uygarlığına damgasını vurmuştur. O
kadar ki, bugün Şamanist bir kültür dairesinden
bile söz edilmeye başlanmıştır. Gahs[14]
ve onun fikirlerini benimseyen W. Schmidt[15]
Şamanizmin çok eskiden güneydeki anaerkil kültürlerden
çıkarak kuzeye göç etmiş olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Şirokogorov da[16]
daha eski dönemlerde Şamanizmin, güneyden gelen bir
Budizm dalgası ile kuzey halklarına geçtiğini öne
sürmüştür. Oysa Ohlmarks’a[17]
göre, gerçek bunun tam tersinedir. Çünkü, Şamanlığın
doruğunu oluşturan ve denildiğine göre, Şamanın ruhunun
bedeninden ayrılarak ruhlar dünyasına gitmesini sağlayan
gerçek cezbe hali, ancak kuzey kutup bölgesindeki büyük
Şamanlara mahsustur. Şamanlığı kuzeydeki halklardan alan
güney bölgesindeki halklarda ise, Şaman bu göksel ruh
gezisini ancak birtakım hareketlerin taklidi ile
anlatmaya çalışır.
Güneyde
Şamanizmin etkisi altında kalan yüksek kültürler vardır.
Hint kültürü bu aralıkta anılabilir. Konov Hindistan’da
yogilerin Şamanlardan geldiğine işaret etmiştir.
Eski Şamanizmi Budizmin bir kaynağı olarak gösteren
Ruben de[18]
Hint yogisi ile Şaman, Budist yogası ile
Şamanlık eğitim ve alıştırmaları arasında büyük bir
benzeyiş olduğu düşüncesindedir. Bu bilgine göre
Şamanlık, Lapların ülkesinden Bering boğazına, oradan
Eskimolara, kuzey Amerika’nın kuzeybatı kıyılarına ve
nihayet Hindistan ile Asya’nın güneydoğu adalarına
yayılmıştır. Nyberg[19]
eski İran’ın maga toplumunun Şamanist bir çevreyi
simgelediğini ileri sürer. Mevlevilerin semasını
da Şamanizmle açıklayan aynı yazar,[20]
Delfi kahinliğini de bir tür Şamanlık olarak kabul
etmiştir. Ohlmarks’dan[21]
öğrendiğimize göre, Meuli, İskit kültüründe de Şamanizme
ait unsurlar bulmuştur. Bu yazar[22]
Şamanizmin İskitler aracılığıyla Traklara bile geçtiğini
ileri sürmüştür. Ohlmarks,[23]
eski Hint, İran ve İskit kültürlerinde Şamanist bir
tabaka bulunduğuna bakarak, daha İndo-İrani çağda
Aryalıların, kutup bölgesinin güneyinde, Şamanlığa bağlı
halkların etkisi altında kalmış olduklarını ileri sürer.
Bugün etnografya ve kültür tarihi araştırmaları ile
İndo-Cermenlerin eski dinleri ve buna ait törenler
Şamanizm ile açıklanmakta ve aradaki benzeyişlerden
önemli sonuçlar çıkarılmaktadır. Örneğin Nehring’e[24]
göre, ezcümle Gök Tanrı ile, onun adına yapılan kurban
töreninin kökeni Asya olup İndo-Cermenlere, diğer
unsurlarla birlikte, Altay halklarından geçmiştir.
Koppers de[25]
İndo-Cermenlerin at kültünde, Orta Asya’dan alınmış
unsurlar bulmakta ve bunlara dayanarak eski Türklük ile,
eski İndo-Cermenliğin etnoloji ve kültür tarihi
bakımlarından ilişkilerini saptamaya çalışmaktadır.
Bleichsteiner ise Kafkasya halklarında ve bu arada
özellikle Gürcülerde Şamanist izler bulunduğunu ileri
sürmüştür.
Fuad Köprülü[26]
ise Orta-Asya Türk-Moğol Şamanizminin, Yesevi, Rifai,
Kalenderi, Hayderi, Bektaşi ve Torlaki gibi İslam
tarikatları üzerindeki etkilerini göstermeye
çalışmıştır. Ohlmarks da[27]
Rifai dervişlerinin gösterdikleri çeşitli şaşırtıcı
marifetleri, Radloff,[28]
de Levchine[29]
ve Divayev’in[30]
Kırgız baksılarına dair aktardıkları şeylere
benzetir. Nihayet Gordlevskiy,[31]
Nakşbendi tarikatında da Şamanizm izlerini görmek
istemiştir.
Old,[32]
Franke,[33]
Schmitt,[34]
Şirokogorov,[35]
Zelenin’e[36]
göre, Şamanizmin eski Çin kültürü üzerinde de etkin
olduğu bizzat Çin kaynaklarından anlaşılmaktadır. Aynı
kaynaklar, MÖ. 3. yüzyıldan MS. 1. yüzyıla kadar Kuzey
Moğolistan’da yaşayan Hun ve Hiungnular ile MÖ. 1.
yüzyıldan MS. 3. yüzyıla kadar Doğu Moğolistan’da
yaşayan ve Mançularla akraba olan Uhuan ya da
Dun-Huların Şamanist olduklarını yazar. Yine Çin
kaynaklarından öğrenildiğine bakılırsa, Hunların bir
kolu olup 5.-7. yüzyıllarda, Kara-İrtiş kıyıları ile
Gobi çölünün kuzeyinde oturan Dulgaslar ile nihayet yine
Hunlardan gelen, 5. yüzyılda Yenisey’in yukarı
kısımlarında yaşayan ve nihayet bugünkü Karagaslar ile
Soyotları oluşturmuş olan Dubolar (Tobalar) da Şamanist
idiler. MÖ. 2. yüzyıldan başlayarak, 9. yüzyıla kadar
gelen, Çin vekayinamelerinde çeşitli adlarla “doğudaki
yabancı halklar” diye anılan ve kimilerine göre, bugünkü
Mançu, Tunguz, Gılyak, Aynu ve Goldları oluşturan
halklar da Şamanist idiler.[37]
Ohlmarks’a[38]
göre, eski kuzey halklarındaki seidhr ayini de
bir tür Şamanizmden başka bir şey değildir.
Gök Türklerin,
kısmen eski Uygurların ve nihayet 10. yüzyılın birinci
yarısında İbn Fazlan’ın verdiği bilgiye göre, Ural-Hazar
çevresinde yaşayan bazı Türk boylarının Şamanist
oldukları anlaşılıyor. Aslında zamanında bütün
Türk-Moğol ve Tunguz halkları Şamanlığa bağlı idiler.
Türkler, Altay ve Sayan dağları bölgesinde yaşayanları
hariç olmak üzere, uzun yüzyıllardab beri İslamlığı
kabul etmişlerdir. Bunlardan Sibirya ile doğu Avrupa’da
yaşayanların bir kısmı Hıristiyan olmuş, Doğu
Moğolistan’da, Sayan dağlarının kuzey taraflarında
oturan Soyotlar (Tuba), Nan-şan sıradağlarının kuzey
yamaçlarında yaşayan Sarı-Uygurlar çoğunlukla Budizmin
etkisi altına girmişlerdir. Böylece Şamanist inanışı
bugüne kadar koruyanlar, Altay dağlarının sapa
vadilerinde yaşayan Altay-kijiler, Teleütler, Ku-kijiler
(Lebedler), Yış-kijiler (Orman Türkleri) ve Şorlardır.
Ancak bu bölgedeki Şamanlık da bir taraftan Budistliğin,
bir taraftan da Hıristiyanlığın baskısı altındadır.
Moğollar genellikle Budist olmuşlardır. Bunlardan yalnız
Baykal gölü civarında yaşayan Buryatların bir kısmı
Şamanisttir. Kutup bölgesindeki Şamani halklar Laplar ve
Skoltlar, Yurak-Samoyedler, Yeniseyliler, ren geyiği ile
beslenen Tunguzlar ile at besleyen Tunguzların kuzey
kabileleri, Dolganlar, Yukagirler, Çuvanlar, Çukçlar,
Lamutlar ve nihayet kuzeydeki Koryaklardır. Ayrıca ren
geyiği besleyen Eskimolar, Ostyak-Samoyedler, kuzeyde
yaşayan Kazak boyları ve nihayet Amur halkları iler
güneyde yaşayan halklar da Şamanist kültür dairesine
girerler. Kuzey Amerika yerli kabileleri, Rusya’da Ural
ve Volga çevresinde yaşayan bazı halklar, güneybatı
Kazak boyları, Türkmenler, Özbekler, Doğu
Türkistanlılar, Kırgızlar, Mançular, kuzey Çinliler,
Koreliler ve nihayet Aynular da Şamanlığın etkisi
altında kalmışlardır. Amerika’da (Aleutlar, güney Alaska
ve Labrador Eskimoları hariç) birçok Eskimo grupları, bu
arada Grönland Eskimoları da Şamanist sayılırlar.
Sonradan
Müslüman, Budist ya da Hıristiyan olan Türk-Moğol
halklarında Şamanizmin izlerine hala rastlanır. Nitekim,
bugün Altay ve Abakan Türkleri ile Yakutlar ancak resmen
Hıristiyan oldukları halde, aslında koyu Şamanisttirler.
Bu arada ülkemizde geçerli kimi halk gelenek ve
inanışlarında da Şamanizmin kalıntılarını görmek
olasıdır.
2. Şamanist
Dünya Görüşü
Şamanlığa bağlı
halklar çeşitli din ve kültürlerin etkisi altında
kaldıkları için, Şamanist dünya anlayışını tam ve açık
bir biçimde saptamak çok zordur. Şamani halklar arasında
yapılan çeşitli saptama ve gözlemler başta gelemek
üzere, onların inanışını yansıtan efsane, masal ve
benzeri gibi yazın ürünleri hakkındaki tasarımları, hiç
değilse ana çizgileri ile kavramaya yarar.
Şamanistler
dünyayı, gök, yeryüzü ve yeraltı olmak üzere 3 kısma
ayırırlar. Altay Türklerine göre, aydınlık dünyası olan
“yukarıdaki dünya”da Ülgen ile ona bağlı iyi ruhlar
bulunur. “Orta dünya”’da insan oğulları yaşar.
“Aşağıdaki dünya” ise, Erlik ile ona bağlı kötü ruhların
meskenidir.[39]
Yakutlarda da “görünen ve görünmeyen dünya” buna yakın
bir şekilde, “yukarı”, “orta”, “aşağı” diye üçe ayrılır.
Soyotlar bu 3 dünyayı, üstüste 3 büyük tekerlek halinde
düşünürler.
A- Gök Tanrı
Türk-Moğol
halklarında çeşitli şekilleri ile tanrı kelimesi,
eskiden “gök” ve “ilah” anlamında kullanılmıştır. Bazan
“ruh, put, tanrısal güç” anlamlarında da gelir.
Anlaşıldığına göre, Türk-Moğol halklarında başlangıçta
doğrudan doğruya “gök”e tapılmıştır. Bu olasılığı
güçlendiren örnekler, onların komşuları olan Çin, İran
ve Fin halklarında da vardır. Nihayet Asya’nın kuzey
bölgesinde bazı halklarda “gök” için kullanılan
kelimenin aynı zamanda “Gök-Tanrı”’yı ifade ettiği
görülür.[40]
Şamanlığa bağlı bulunan halklarda Gök-Tanrı, göğin
belirli bir katında ve insana benzeyen kişileştirilmiş
bir varlık olarak tasarlandığı için, kavram bakımından
herhangi bir karışıklığı önlemek amacıyla, artık
yalnızca “Gök=Tanrı” diye çağrılmayıp, başka başka adlar
ile anılmıştır. Nitekim örneğin Altay Türkleri bu
varlığa Ülgen (Ulgen, Ülgön) “ulu” ya da Bay Ülgen
“zengin ulu” adını verirler.
Altay
halklarındaki bir inanışa göre, çeşitli gök ya da gök
katları vatdır. Efsanelerde 3 ya da 9 kat gökten
sözedilir. Nitekim bunlarda Kam, ayin sırasında
göğe çıkarken, gök katlarına karşılık oldukları söylenen
7 ya da 9 engel ya da durağı aşmak zorunda kalır.[41]
Bu tabaka ya da katların sayısı çeşitli olup, Radloff’a[42]
göre, bazan 17’ye çıkmaktadır. Nihayet Verbitskiy[43]
Altay yöresinde bazı yerlerde 33 gök dairesinden
sözedildiğini yazar. Denildiğine göre, Orta Asya’da gök
için yapılan ayin nedeniyle her zaman kurulan olan
çadır, doğrudan doğruya göğü simgeler.
Genellikle
Tanrı ya da en büyük göksel ruh, göğün en üst katında
insan şeklinde tasarlanır. Abakan Türkleri,
Gök-Tanrı’nın çadırından bile söz ederler.[44]
Altay Türklerine göre ise, Ülgen altın kapılı bir
sarayda, altın bir taht üzerinde oturur.[45]
Gök-tanrı dualarda çeşitli güçleri ve sıfatları ile
anılır. Gökte yaşayan en büyük ruh, insanları, ovaları,
çimenleri ve ateş ile yeri, güneşi, ayı ve yıldızları
ile gök kubbeyi yaratan, dünyanın düzenini yönetmek ile
kaderi belirleyen bir varlıktır. Yakutlarla Altay
Türklerine göre, insan oğluna çocuk veren de odur.
Gök-tanrı herşeye üstün ve güç sahibi olmakla birlikte,
yalnız iyilik eden bir iyilik tanrısıdır.[46]
Diğer tarftan Moğollar, herşeyi bilen Gök-tanrı’nın,
hiddet ve hoşnutsuzluğunu kıtlık ve seller gibi korkunç
doğa olayları ile gösterdiğine inanırlar.[47]
Oysa, kuzey Asya halklarına göre, Gök-tanrı, insanların
yaptığı işlerle ilgili değildir. Ülgen için belirli
zamanlarda yapılan ve ilkbahar, yaz ve bazan sonbahara
rastlayan ayinlerde beyaz bir kısrak kesmek gelenektir.
1- Altay
Türklerine göre, Ülgen’in 7 ya da 9 oğlu, 9 kızı ve
nihayet birtakım yardımcı ruhları vardır. Anohin’de[48]
Ülgen’in oğullarının adları şöyle sıralanmıştır: Karşıt,
Pura Kan, Yajıl Kan, Burça Kan, Karakuş, Paktı Kan, Er
Kan. Radloff’un Lebed Türkleri arasında saptadığı başka
bir söylenceye göre, Bay Ülgen’in 4 oğlu vardır: Pırşak
Kan, Töz Kan, Kara Kan, Suylap. Bu sonuncunun oğlu Sarı
Kan’dır. Pırşak Kan’ın oğlu Kırgız Kan, Kargısan ırmağı
çevresindeki Lebed Türklerinin koruyucu ruhu sayılır.
Pırşak Kan’a al at kurban edilir. Kara Kan’dan başka
diğer tanrılar insanlara iyilik ederler. Kara Kan ise,
tanrıların dünyasından ayrılarak, yeraltının
karanlıklarına çekilmiştir. Lebed Türklerine göre,
ölüler dünyasının hakimi Erlik, onun oğludur. 7 kattan
oluşan göğün en üst katında Ülgen ile karısı oturur.
Diğer katlarda ise, bunların oğulları ile, tanrıların
insanlara elçi olarak gönderdiği ruhlar bulunur.
Ülgen’in oğullarının kökeni bilinmemekle birlikte, göğün
7 kat olarak tasarlanması ve bunlardan her birine,
Ülgen’in oğullarından birinin yerleştirilmesi dikkate
değer. Altaylılarda her boy, Ülgen’in oğullarından
birini kendi koruyucu ruhu sayar. Bu ruhlar için yapılan
kurban töreni, Ülgen’e yapılanın aynıdır.[49]
Yakutlara
göre de, en büyük tanrının emrinde 7 tanrı bulunur. Bu
tanrıya, ilkbahar bayramında ateşe kımız serpilerek
kurban sunulur.[50]
Priklonskiy,[51]
adlarını saydığı bu 7 tanrıdan 7 kardeşin kastedilmiş
olacağını yazmaktadır. Ona göre, bunlar gök gürültüsü,
şimşek, aydınlık, savaş yaratan, göğün kızgınlığını
bildiren, kaderi belirleyen tanrılardır. Aynı yazar
Yakutlarda ayrıca 9 tanrıdan sözedildiğini ve bunlara
kurban olarak kımız sunulduğunu yazar. Göksel tanrıların
sayı, ad, yer ve görevleri halklara göre değişmekte ve
bazan birbirine karışmaktadır. Radloff’da[52]
geçen değişik bir söylenceye göre, 17 kattan ibaret olan
göğün en üst katında Tengere Kayra Kan oturur. Ondan Bay
Ülgen, Kızagan Tengere, Mergen Tengere olmuştur.
Bunlardan Ülgen, göğün 16., Kızagan Tengere9., hakim,
bilgin Mergen Tengere ise 7. katındadır. Kızagan
Tengere, Banzarov’a[53]
göre, savaş tanrısıdır. Onlarca tehlikeli geçitlerde
orduyu yönetmek ve düşmanı yenmekte, bu koruyucu ruhun
yardımı olur. Altay Kamı göğe çıkarken Kızagan
Tengere’yi “kırmızı yularlı, kızıl erkek deve sırtında,
gökkuşağı asalı baba!” diye çağırır. Buna bakarak, onun
kırmızı renk ile simgelendiği sanılmaktadır. Mergen
Kan’ın yürümesinden, gök gürültüsü ile şimşek oluşur.
Ülgen’in en sevgili ve yaşlı oğlu Karşıt’tır. Altay
Şamanı Gök-tanrı için yapılan kurban töreninde onu
çağırarak ayine başlar. Dualarda “sarı kamış asalı, sarı
atlı, sarı dizginli, sarı ipek kürklü” diye betimlenir.[54]
Ülgen’in diğer bir oğlu Karakuş (kartal) olup, Şamana
göğe çıkarken yardım eder. Pura Kan ise “bulut
yeleli”dir. Ülgen’in oğulları arasında ayrıca Kara Kan
ve Yajıl Kan geçtiğine bakılırsa, bunların çeşitli
renklerle simgelenen gezegen tanrılarına karşılık
geldikleri söylenebilir.[55]
Altay
Türkleri ile Yakutlarda geçen 7 tanrıya karşılık,
Moğollarda birbirinin kardeşi sayılan “dokuz koruyucu
tanrı” vardır. Banzarov[56]
bunların 9 yıldıza yol gösterdiğini yazar. Harva[57]
ise, onların göğün dokuz katını simgeledikleri
düşüncesindedir.
2-
Altaylılar, Ülgen’in adları belirsiz 9 kızından
sözederler. Bunlar toplu olarak Ak kıztar yani “namuslu
kızlar” diye anılırlar. İyi ruhlar sınıfına giren bu
kızlar, Şaman dualarından analaşıldığına göre, ayin
sırasında Kama esin ve heycan verirler. Onları
simgeleyen kukla biçiminde bebekler, Şamanın cübbesine
takılıdır.[58]
3-
Altaylılara göre, en büyük Gök-tanrının hizmetinde bir
tür elçilik görevi yapan başka yardımcı ruhlar da
vardır. Anohin’in[59]
yazdığına göre, Altay Şamanı göğe çıkarken, doğruca
Ülgen’in katına gitmez. Gök-tanrı, kutup yıldızında
Şamanı karşılamak için elçisini yollar. Aynı zamanda
utkuçı “karşılayıcı” denilen bu elçi, Ülgen ile
Şaman arasında aracı olarak görünür. Gök gezisinde
Şamana eşlik eden yardımcı ruhlar Yayık, Suyla ve
Karlık’tır. Denildiğine göre, birinicisi insanlar
arasında yaşar, onları kötü varlıklardan korur ve Ülgen
ile insanlar arasında elçilik de yapar. Şaman, kurbanı
ancak onun eşliğinde Ülgen’e götürür. Dualarda “ayın,
güneşin parçası” diye anılır. Onun beyaz bezden
yapılmış, başı, kulakları, elleri, ayakları ve kuyruğu
bulunan bir resmi, kurban törenlerinde, bir takım bez
parçalarıyla yanyana olarak iki kayın ağacına gerili,
beyaz at kılından yapılmış bir ipe bağlanır. Altaylılar
ilkbaharda kısrakların ilk sütünü unla karıştırıp bir
bulamaç yapar ve Yayık’a adayarak etrafa serperler. Gök
gezisinde Şamana yoldaşlık eden ikinci ruh Suyla’dır. Bu
da insanların koruyucusu olup, denildiğine göre, at
gözlüdür. Bazı Şamanlar, onu at gözlü bir kartal olarak
betimlerler. Suyla, insanların ne yaptığını Gök-tanrı’ya
bildirir. Bundan dolayı da iki tildü “iki dilli”
diye anılır. Ona adak olarak rakı serpmek gelenektir.
Aracılık yapıcı ruhların üçüncüsü olan Karlık’a gelince,
bu, Suyla’nın iş arkadaşı olup, yine gök gezisinde
Şamana eşlik eder. Karlık, ayin sırasında çağırılınca
havaya su serpilir.[60]
Güneş, Ay ve
Yıldızlar
Altay
Türklerine göre, başlangıçta güneş ile ay var
olmadıkları halde, sonradan Tanrının gönderdiği bir
varlık, göğe madeni iki büyük ayna koyarak dünyayı
aydınlatmıştır.[61]
Türk-Moğol halklarında bu iki göksel ışık kaynağı
hakkında çeşitli efsaneler anlatılır. Bazı halklarda
güneşle aya bakarak gaipten haber veren fakcılar da
vardır. Şaman cübbesine güneşi ve ayı simgeleyen madeni
levhaların takılması, bununla ilgili görülmektedir.
Radloff’un[62]
yazdığına göre, Türk halklarının çoğunda güneş dişi,
ay erkek olarak tasarlanır. Altay Şamanı göğe
çıkarken 6. katta ay ada “ay baba”yı selamlar.
Yakutlar, ayın küçülmesini, efsanevi ayılarla kurtların
onu yemesine bağlarlar.[63]
Altay Türklerine göre de, ay tutulması, yelbegen
denilen bir canavarın ayı yemesinden ileri gelir. Bu
korkunç varlığı kovmak için havaya taş, silah atılır,
teneke çalınarak gürültü yapılır.[64]
Bu gelenek Anadolu’da hala yaşamaktadır.
Çin
kaynaklarına göre, Hiungnular güneşe ve aya tapar,
savaşta ay büyüdüğü zaman geri çekilirlerdi. Tunguzların
da savaşta kazanmak için dolunayı beklediklerinden
sözedilir.[65]
Güneşle ay, özellikle Tunguzlardaki Şaman ayinlerinde
önemli bir rol oynadığı halde, genellikle kuzey Sibirya
halklarında bunlara kurban sunulduğu bilinmemektedir.
Ama Volga boyundaki Çuvaşların güneşle aya “ak donlu”
hayvan kurban ettiklerini öğreniyoruz.[66]
Bazı Altay
halklarına göre, gök bir çadır şeklindedir. Yakutlar ise
göğü üst üste gerili birçok deri tabakalarından oluşmuş
olarak tasarlarlar.[67]
Onlara göre yıldızlar, bu tabakalardan gök ışığını
sızdıran deliklerden başka bir şey değildir.[68]
Kuzey yarımküresinde yaşayan halklar, göğün bir merkez
etrafında döndüğünü sanarak bu noktaya “yer göbeği”’ne
karşılık olmak üzere “gök göbeği” demişlerdir.[69]
Kutup yıldızına yakın olarak düşünülen bu nokta, gök
kubbenin bağlandığı bir yermiş gibi tasarlanmış ve bunun
için kuzeyde yaşayan halklar kutup yıldızına “çivi, gök
çivisi, çivi yıldız” gibi adlar vermişlerdir.[70]
Göğün kendi ekseni çevresindeki bu garip dönüşü, onun
daha sağlam bir desteğe dayanmış olacağı tasarısını
doğurmuştur. Bu nedenden kimi halklar, göğün büyük bir
sütun ya da eksenin ucunda döndüğünü sanmışlardır.
Nitekim Kırgız, Başkırt ve Batı Sibirya Türk halklarının
kutup yıldızını “Demir-kazık”, Moğol ve Tunguzların ise
“Altın-direk” diye adlandırmaları bundandır.[71]
Denildiğine göre, tanrılar atlarını bu kazığa bağlarlar.
Harva,[72]
Altay Şamanının gök gezisi sırasında tırmandığı direk ya
da ağaç gövdesinin, gök eksenini simgelediği
düşüncesindedir. Denildiğine göre, Asya’da Gök-tanrıya
dua edilen ya da kurban sunulan yerlere dikilen sütunlar
da aynı şeyi gösterir.[73]
Genellikle yıldızların kutup yıldızına ya da dünyanın
eksenine bağlı bulunduklarına ve bu bağlar kopunca
birtakım korkunç olayların ortaya çıkacağına inanılır.
Yakutlar Zühre yıldızını Ürgel’e (Ülker) aşık, güzel bir
bakire olarak düşünürler. Gökte ikisinin karşılaşması,
fırtına ve yağmur yaratır.[74]
Oysa Buryatların Solbon dediği bu yıldız, efsanelerde
erkek olarak geçer.[75]
Onlara göre Solbon, atı çok sever. Buryatlar onun bir at
sürüsüne sahip olduğundan bile sözeder ve onu atların
koruyucu ruhu sayarlar. Bundan dolayı ilkbaharda atlar
tımar edilip taylara damga vurulurken, Solbon’un adına
havaya tarasun denilen bir içki serpmek ve ayrıca
ateşe et ya da bulamaç atmek âdettir. Nitekim eskiden bu
yıldıza at bile kurban edilmiştir.[76]
B- Yer-Tanrı
“Kara yer”
anlamına gelen yağız yer deyimi, daha Orhon
yazıtlarında kök tenri “mavi gök” ile yanyana
geçer.[77]
Aynı yazıtlarda[78]
rastlanan Ötüken ise, Gök Türklerin hükümet merkezi
olup, Moğolca yer tanrıçası Etügen isminden gelmektedir.
Bu kelime aslında Türk-Moğol halkının ana yurdunu ifade
etmiştir. Hiungnuların yok olmalarından sonra dağılan
bazı Türk boylarının Altay yöresinde yerleştikleri
topraklara verdikleri Ötüken adı, gelenekte Ergenekon
olarak geçer. Çin kaynaklarından öğrenildiğine göre,
Hiungnularda yılın ilk ayında ata ruhları yanında yer ve
gök ruhlarına da kurban kesmek âdetti.[79]
Gerek Türklerde, gerekse Moğollarda büyük bir saygı
gösterilen vatan toprağı kutsaldır. Bu kutsallık, kurban
bayramlarında Ötüken ile birlikte anılan birçok dağ ve
ırmakların tanrılaştırılmasından ileri gelmiştir. Türk
halklarında dağ ve ırmakların kutsal sayılmasındaki asıl
neden ise, olasılıkla buralarda birtakım ruhların
yaşadığına inanılmasındandır. Ayrıca Radloff’un[80]
saptadığı bir Şaman duasına göre, Kan “kağan, han” diye
anılan dağlara, eski kahramanlara ait kimi anıların
bağlı bulunduğu anlaşılmaktadır. İbn Fazlan[81]
bazı Başkırt boylarının inandığı 12 tanrı arasında yer,
su tanrılarını da sayar. Orhon yazıtlarında kutsal
sayılan yer-sub “yer-su”dan vatan kastedildiği
anlaşılmaktadır.[82]
Altay Türklerinde ayin sırasında yer-sular hala
anılır. Radloff,[83]
onlarda yer-su diye saygı gösterilen yerin,
bir ruhlar bileşkesi olarak tasarlandığını ve bu ad
altında 17 ulu hanın toplandığını bildirir. Bunların
yaşadıkları yerler, genellikle dağ dorukları ve kaynak
çevreleridir. Altaylılara göre, insanları yaratan ve
kötü varlıklardan koruyan da bu yer-su
tanrılarıdır. Anohin de[84]
Altaylıların, yer-su ruhlarını, bağımsız bir
sınıf olarak kabul ettiklerini yazar. Bunların gök ve
yeraltı ruhları ile bir ilişkileri yoktur. Sağlığı,
hayvanların çoğalmasını sağlayan ve kötü ruhların
fenalıklarını önleyen bu ruhlar, kendilerine saygı
göstermeyenleri cezalandırır, hasta ederler. Genellikle
insana benzetilen yer-su ruhlarının genel adı
e’dir “sahip”. Zira, bunlar belirli bir yerin,
örneğin bir dağ, bir ırmak ya da bir gölün sahibi
sayılır. Bundan dolayı Altaylılarca dağ,ırmak, göl
adları yalnızca birer coğrafi isimden ibaret olmayıp
aynı zamanda o yerlerin sahipleri olan ruhların adıdır.
Her dağın ruhu kendi bölgesinde hüküm sürer ve orasını
korur. Bu nedenden Altaylılarda her oymak, kendi
bulunduğu yerdeki, dağları, ırmakları ve gölleri birer
koruyucu varlık olarak bilir ve onlara saygı gösterir.
Altaylılar, bu ruhların yer ile birlikte yaratıldığını
söyler ve onlara at kurban ederler. Ayrıca onların adına
sütü un ile karıştırıp çevreye serpmek âdettir. Kurban
ayini, Gök-tanrıya yapılandan bir gün sonradır. Bu
ayinde Şaman törenlerinde gözetilen bütün koşullar
yerine getirilir. Volga bölgesinde yaşayan Çuvaşlar da,
sir sıv kudegen “yer-su sahibi” denilen bir
tanrıdan sözederler.[85]
Yakutlar dişi olarak tasarladıkları bu tanrının, yalnız
otları bitirdiğine değil, aynı zamanda doğuma da yardım
ettiğine inanırlar.[86]
Şamanların andarhan hotun diye çağırdıkları bu
varlık, Harva’ya[87]
göre, Yakutlarda doydu iççite “arz sahibi”’nin
aynıdır. Onlarda yer tanrıçasını simgeleyen herhangi bir
tasvir yapılmadığı gibi, ona kanlı kurban da sunulmaz.
Yalnız ilkbahar şenliklerinde onun adına, bir ağaca
bağlanan ineğin sırtına süt dökmek âdettir. Şamanist
halklarda genellikle yer canlı bir varlık olarak
düşünülür ve ona göre davranılır.
1- Doğa Olayları
Şamanist
halklara göre, gerek gökte, gerekse yerde oluşan çeşitli
doğa olayları, birtakım ruh ya da tanrıların eseridir:
Gök Gürlemesi ve
Şimşek
Çin
kaynaklarına göre, Uygurlar, gök gürlediği zaman
haykırarak göğe doğru ok atarlardı.[88]
Yakutlar da yıldırımdan korunmak için, madeni şeylerle
gürültü yapıp, gök gürültüsünü uzaklaştırmaya
çalışırlar. Onlara göre, gök gürlemesi ile şimşeği
yaratan, Süge Toyon “balta tanrı”dur. Yakutlar balta
şeklindeki taşları bu tanrının gönderdiğine inanır ve bu
taşlarda birtakım sihirli duyular bulunduğunu söylerler.[89]
Turuhansk bölgesinde Tunguzlara göre, gök gürlemesi,
gökteki büyük bir kuşun kanat çırpışından oluşur. Göğe
çıkan Şamanı türlü tehlikelerden koruyan bu kuştur.
Altay bölgesindeki Teleütler onu bir kartala
benzetirler.[90]
İbn Fazlan[91]
10. yüzyılda Volga bölgesindeki Bulgarların yıldırım
düşen eve bir daha girmediklerini yazar. Pallas’ın[92]
bildirdiğine göre, Kalmuklarda yıldırım çarpmasıyla
ölenler özel bir törenle gömülürdü. Yıldırımın düştüğü
yere yaklaşmak genellikle tehlikeli sayılır. Buryatlarda
yıldırım düşen mesken ya terk edilir ya da o yeri kötü
ruhlardan temizlemek için Şaman tarafından özel bir ayin
yapılır.[93]
Türk-Moğol
halkları, gök gürültüsünü yarattığına inanılan varlığa
kurban da sunmuşlardır. Moğollar evi ve hayvanları ondan
korumak için yere süt ya da kımız serperlerdi.[94]
Altay Türklerinde de ilkbaharda gök gürültüsü duyulduğu
zaman, dağlara çıkıp dört yöne süt serpmek âdetti.[95]
Potanin’in[96]
yazdığına göre, Soyotlar bu nedenle çadırın çevresinde
üç defa dönüp yere süt serperler. Çin vekayinamelerinin
bildirdiğine göre, Uygurlar, yıldırım düşen yerde
ilkbaharda toplanıp koyun keserlerdi.[97]
Soyotlarda buna benzer bir âdet hala vardır.[98]
Şaşkov’un[99]
yazdığına göre, gök gürlemesini yaratan tanrıya bir kır
at adarlar. Bu amaçla hazırlanan yerde dua edildikten
sonra, gemi çıkarılan hayvan serbest bırakılır. Böyle
bir ata artık kimse dokunamaz.
Rüzgar ve Yağmur
Yakutlara
göre, rüzgarlar dağlarda uyur ve herhangi bir gürültü
ile uyanırlar. Yine bunlar kasırgada yaşadığına
inandıkları bir ruhtan sözeder ve buna hollorak
iççite “kasırga ruhu” adını verirler.[100]
Kimi Şamanist halklar, rüzgarın hastalık yarattığına
inanırlar. Türkçede yel kelimesinin “rüzgar, cin,
salgın hastalık” gibi anlamlara gelmesi bundandır.[101]
Buryatlara göre, sıradan rüzgardan farklı olup,
çoğunlukla ilkbahar ve sonbaharda esen ve zada
denilen bir rüzgar vardır. Bunu doğuran ruha zada
sagan tengere denir. Onlarda, zada ulan şulun
adını taşıyan kırmızı bir taş, zada estirmeye
yarar. Ayrıca suya düşen bir gök taşının da bu rüzgarı
yarattığına inanılır.[102]
Moğolistan’da rüzgar, yağmur, kar ve don yarattığına
inanılan bir taştan sözedilir. Söylentiye göre, bu taş
dağlarda geyik, su kuşu, yılan gibi hayvanların başında
ya da bir öküzün karnında bulunur. Denildiğine göre, bu
taştan daha çok avcılar yararlanır ve örneğin av
hayvanının izini sürebilmek için bununla kar yağdırır ya
da bir ırmağın sularını dondurup kolaylıkla bir yakadan
bir yakaya geçmeyi sağlarlar.[103]
Yakutlarda bu sihirli taşa sata denir.
Altaylılara göre de yada taşı sayesinde havayı
istenilen şekilde değiştirmek olasıdır. Bununla ilgili
olarak onlarda havayı şu ya da bu şekilde değiştirebilen
yadaçılardan bile söz edilir.[104]
Nitekim eski Türkçe metinlerde “yağmur taşı” anlamına
gelen yad, Divan lugat al-Turk’te[105]
yat olarak “belirli taşlarla (yada taşı)
yağmur ve kar yağdırmak için yapılan bir tür kamlık”,
yatçı “yağmur yağdıran sihirbaz” demektir. F.
Köprülü yağmur taşına dair yazmış olduğu bir makalede[106]
bu konuya dair Doğu kaynakları ile Batıda yapılan
araştırmaları etraflıca tanıtmıştır. Ayrıca Ş. Yaltkaya,[107]
eski Türk geleneklerinin bazı dinsel kurumlara etkisini
araştırırken yağmur taşı üzerinde de durmuştur.
2- Doğanın
Sahibi Olan Ruhlar
Altay halkları
belirli bir yerin ya da birşeyin hakimi olarak
tasarladıkları ruhlara “sahip” anlamında e
derler. Yakutlarda buna iççi, Volga bölgesindeki
Türklerde öye, Buryatlarda ecen,
Tunguzlarda ise amaka anlamdaşdır.
Türk-Moğol
halkları, eskiden beri başka halklarca da kutsal sayılan
ateşe büyük bir saygı göstermiş ve onda bir ruh
bulunduğuna inanmışlardır. Altaylılar bu ruha ot ezi
“ateş sahibi”, Yakutlar, aynı anlamda olmak üzere, ot
iççite derler. Ateşin gökten geldiği, Türk-Moğol
halklarında pek yaygın bir düşüncedir. Türklerin eskiden
beri ateşte temizleyici bir güç gördükleri, tarihi
belgelerle sabittir. Bu arada ateşin insanı
kötülüklerden, kötü ruhlardan ve dolayısıyla
hastalıklardan koruyan bir özelliği olduğu inancı,
çeşitli nedenlerle yapılan törenlerden de
anlaşılmaktadır.[108]
Türklerde eskiden ateş, gelecekten haber veren bir unsur
olarak da kullanılmıştır.[109]
Türk-Moğol halkları ateşi insan biçiminde, canlı bir
varlık olarak düşünür ve ona karşı saygıda kusur
etmemeye çalışırlar. Altay ve Sibirya halklarında ateşe
kurban da sunulur. Yeni evlenenlerin ateşe törenle yağ
dökmesi, yemek yerken, içki içerken ateş ruhuna da bir
pay ayrılması âdettir.[110]
Soyotlar ile Altay Türkleri, ateş ruhuna kurban olmak
üzere, koyun,[111]
Buryatlar ise, kısrak keser.[112]
Başka ruh ya da tanrılara sunulan kurbanların da bazan
ateşe atıldığı görülür. Nitekim Beltirler, Gök-tanrıya
kurban olarak kesilen hayvanın kemikleri ile derisini
ateşe atıp yakarlar.[113]
Moğollarla, Altay halkları ateş ruhunu dişi olarak
düşünürler. Teleütlerde bir ot ene “ateş ana”dan
sözedilir. Buryatlar ile Çuvaşlarda da “ateş ana” ile
“ateş baba” yanyana geçer.[114]
Buryatlarda gali eceni “ateş ruhu” simgeleyen
bebekler, ocağın yanında bulunan bir çekmecede saklanır.
Volga
Türklerinin bir öy öyesi “ev sahibi” vardır.
İnsan şeklinde düşünülen bu ruh, evi korur, ev halkının
iyiliğine çalışır. Ama, herhangi bir şekilde
küstürülürse, eve hastalık da getirebilir. Onun için bu
ruha, yılda hiç olmazsa bir kez bulamaç sunulur ya da
sonbaharda bir kurban kesilir. Volga Türklerinde bir de
abzar öyesi denilen “ahır ruhu” geçer. O bölgede
bu ruhun adına siyah bir kuzu kesmek âdettir.[115]
Yakutlar ev ruhuna cie iççite
derler. Onlarda ayrıca balagan iççite
“çadır sahibi” diye bir ruhtan söz edilir.[116]
Sibirya halklarında ev ruhunu simgeleyen bebeklere de
rastlanır. Soyotlar yemek yedikleri zaman, kumaş, deri
ya da tahtadan yapılmış olan “ev sahibi”ne de bir pay
ayırmayı unutmazlar.[117]
Türk-Moğol
halklarına göre, bir de “orman ruhu” vardır. Kazan
bölgesinde ona urman öyesi, Tunguzlar ure
amaka, Buryatlar oin ecen derler. Ormanlarla
kaplı dağlık bölgelerde yaşayan Karagaslarda dag ezi
“dağ sahibi” adında bir tanrı da vardır. Yakutlarda buna
tıa iççite (tıa=tayga “ormansız dağ”) denir.
Bunlar aynı ruha bayanay ya da barallak
adını da verirler.[118]
Onlara göre, bayanay avcıların koruyucu ruhu
sayılır. Dağ ruhunun ormanda yaşayan hayvanlara sahip
olduğuna inanıldığından, onun adına ateşe çay ya da yağ
dökmek âdettir. Orman ruhuna kurban olarak, ayrıca bez
parçaları, kürkler de sunulur.
Şamanistlere
göre, geçilmesi zor yollarda hüküm süren, tehlikeli dağ
geçitlerini tutan başka ruhlar da vardır. Yakutlar
bunlara sol iççite “yol sahibi” ya da attuk
iççite “geçit sahibi” derler.[119]
Sibirya’da
dağ başlarında ve genellikle geçilmesi zor yerlerde
oba, obo denilen taş yığınlarına rastlanır.
Denildiğine göre bunlar yolcuların bir kazaya uğramamak
için attıkları taşlardan oluşmuştur. Radloff[120]
Altaylıların bir dağı aşarken ya da bir ırmağı geçerken
o yerin ruhu için yığına taş attıklarını ya da kutsal
sayılan bir ağaca bez parçası ya da iplik bağladıklarını
yazar. Kimi araştırmacılar, yığına atılan taşı, o yerin
ruhuna sunulan bir kurban olarak değerlendirirler.
Bazılarına göre de bu, sihir için yapılan bir âdetten
başka birşey değildir. Harva[121]
ise, bunun, serbest kalınca zararlı olabilen ruhu,
belirli bir yere bağlamak amacıyla yapılmış
olabileceğini öne sürer.
Ayrıca “su
sahibi” denilen ruhlar da vardır. Yakutlar ilkbaharda
balık avına başlarken u iççite “su ruhu”’ye henüz
buzağılamamış bir inek kurban eder, ayrıca balık ve içki
sunarlar.[122]
Yakutların su ruhuna verdikleri diğer bir ad ukulan
toyon’dur.[123]
Karagaslar sug ezi dedikleri su ruhuna saygı
gösterir ve bol balık avlıyabilmek için onun adına
kıyıdaki bir kayın ağacına renkli bezler bağlar ve
ayrıca ateşe çay, yağ, süt dökerek kurban sunarlar.[124]
Buryatlar su ruhuna uhun ecen derler.
C- Yeraltı
Ruhları
Şamanistlere
göre, karanlık alemi olan yeraltında genellikle korkunç
ve kötü ruhlar yaşar. Altaylılar bunlara kara töz
“kötü ruh”, kara neme “kötü nesne” ya da
genellikle tümengi töz adını verirler. Yeraltında
yaşadıklarına inanılan ve birtakım korkunç şekillerde
düşünülen ayna, ada, aza yör, üzüt, yek ve
benzeri gibi ruhlar da vardır. Kötü ruhların başında,
yeraltı dünyasının hakimi sayılan Erlik Kan gelir. Uygur
metinlerinde Erklig Kan “güçlü han” diye geçen Erlik,
Budistlerde yeraltı hükümdarı olan Yama’ya eşittir.
Minusinsk bölgesindeki Türklerin İrle Kan ya da İl
Kan’ı, Buryatların Erlen Kan’ı da Erlik Kan’dan başka
bir şey değildir. Yakutlarda yeraltının hakimi olarak
anılan Arsan Duolay’ın Erlik’i simgelediği söylenir.[125]
Priklonskiy’e[126]
göre, Yakutlarda yeraltı hükümdarı olarak geçen Buhar
Dodar, bir boğanın sırtında düşünülür. Kara-Kırgızlarda
kötü ruhların hakimi olan Arman ise, Farsça Ahriman’dan
gelmektedir.
Altaylılara
göre Erlik, yeraltının en alt katında kara çamur ya da
başka bir söylenceye göre, kara demirden yapılmış bir
sarayda, kara bir taht üstünde oturur. Şaman dualarında
Erlik’in korkunç bir varlık olarak betimlendiğini
görüyoruz.[127]
Ayrıca yeraltındaki bir ırmakla onun kıyılarında yaşayan
korkunç canavarlardan da söz edilir. Altaylılar en büyük
felaketleri, kızamık, kızıl, tifo gibi hastalıkları,
hayvan kırgınını ondan bilirler. Altaylılarca Erlik
kendisine kurban sunulmasını sağlamak için bu gibi
işleri yapar. Erlik Şaman dualarında Kayra Kan “kesici
han” diye anılır. Zira, denildiğine göre, altaylılarda
iplik gibi düşünülen ruhu onunkestiğine inanılır. Erlik
insanın canını alıp yeraltına götürür; orada sorguya
çektikten sonra kendi emrinde kullanır. Erlik’e giden
yolda pudak denilen engeller vardır. Şaman bu
engelleri, ancak büyük bir çaba harcayarak aşar. Erlik’i
simgeleyen put ya da resimler yapılmaz.
1.
Erlik’in 7 veya, başka bir söylenceye göre 9 oğlu
vardır: taş bilekli Bay Bahadır, Karaş, bakır bilekli
Kerey Kan, Uçar Kan, Yabaş Kan, Kömür Kan, Şedey Kan.
Erlik’in oğulları yeraltındaki bütün kötü ruhları
yönetirler. Denildiğine göre bunlar, yeraltına inen
Şamana yol gösterir, babaları ile Şaman arasında aracı
rolü oynarlar. Bunlar koruyucu ruh olarak da saygı
görürler. Altay halklarında Erlik ile oğullarına zayıf
ve hatta hasta hayvanlar kurban edilir. Köyün kuzeyinde,
dikenli çalılık bir yerde hazırlanan kurban yerine
tayılga denir. Erlik’e hiçbir zaman at kurban
edilmez. Ona ve oğullarının adına çoğunlukla kara boğa
ya da inek kesilir. Erlik’in oğullarından Karşıt’ı
simgeleyen, kara çaputtan yapılmış 9 şeritli bir bebek,
çadırın içinde, kapının sol tarafında bulunur.[128]
2.
Altay
Şamanlarının aktardığına göre, Erlik’in 8 ya da 9 kızı
vardır. Bunların belirli bir görevi yoktur. Oyun oynar,
dans eder ve yeraltına inen Şamanı kandırıp, babalarına
getirilen kurbanı kapmaya çalışırlar. Dualarda kara
yüzlü, kara saçlı ve şehvetli varlıklar olarak
betimlenirler.[129]
3.
Yeraltında yaşayan ve aslında ölüm ya da ölü ruhları
olan diğer varlıklara gelince, bunlar çeşitli adlarla
anılırlar. Lebedlerde aza denilen kötü ruhun
baskısı altında bulunan bir kimseyi kurtarmak için,
Şaman tarafından kara renkli bir hayvan kesilir.[130]
Teleütlere göre üzüt, ölünün, kırkı çıkıncaya
kadar mezarlıkta yaşayan ve ara sıra eve girmek isteyen
ruhudur. Onu Şamandan başka kimse göremez. Gerek aza,
gerekse üzütün kasırgada bulunduğuna inanılır.
Aynı zamanda hastalık yaratan bu ruhları, Şaman özel bir
ayin yaparak uzaklaştırmaya çalışır.[131]
Altay Türkleri ile Telengitlerde geçen körmözler
de ölü ruhları olup insanın ruhunu kapmak suretiyle
hastalığa neden olabilirler. Altay Türklerindeki bu
ruhlara, Yakutların Abası ve Yör dedikleri
ruhlar eşittir. Bunlardan Yörün menerik
denilen ruh hastalığını yarattığı söylenir. Kötü ruhu
ancak Şaman uzaklaştırabilir.[132]
D- Doğum ve Ölüm
Ruhları
Altay
Türklerine göre, insanın ruhu (kut), doğmadan
önce gökte bulunur. Teleütler, çocuğa ruh veren Enem
Yayuçı’nın göğün dördüncü katında yaşadığını söylerler.
Denildiğine göre, çocuğun ruhu, kırmızı bir kurt
biçiminde annenin bedenine girer. Doğum tanrıçası
çocuğun ne kadar yaşayacağını da saptar. Onlarca üçüncü
kat gökte bulunan ve hayvanlara can veren Ermen Kan
adında başka bir tanrısal varlık daha vardır.[133]
Radloff[134]
Altaylıların doğumla ilgili inanışları hakkında oldukça
geniş bilgi verir. Altaylılara göre Ülgen, çocuğun
doğması için, oğlu Yayık’a emir verir. Bu da göğün
beşinci katında bulunan ve dişi olarak düşünülen
Yayuçı’ya “yaratıcı” babasının emrini aktarır. Nihayet
Yayuçı da gökteki süt ak köl “süt akı göl”’den
canı alarak çocuğu doğurtur ve yaşamı boyunca ona yardım
eder. Yakutlara göre, çocuğun ruhu bir kuş şeklinde
gökten gelir.[135]
Onlar, gökte oturan ve Ayısıt Hoton denilen bir doğum
tanrıçasından da sözederler.[136]
Yakutların inanışına göre, doğumundan 3 gün sonra çocuk,
Eyehsıt denilen başka bir koruyucu ruhun korumasında
büyür.
Orhon
yazıtlarında anlatılan Umay da çocukları koruyan dişi
bir ruhtur.[137]
Divan lugat al-Turk’te[138]
geçtiğine göre, Umay’ı hoşnut edenler, çok çocuk
doğurur.
Teleüt
kadınları doğum sırasında kendi koruyucu ruhlarının
yardımına güvenirler. Onların emegender ya da
enekeler diye andığı bu ruhlar, ölmüş büyükana ve
büyükbabaların ruhlarından ibarettir. Bunları simgeleyen
bebeklere süt ve undan yapılmış bir bulamaç sunulur.
Eskiden bu ruhlara koyun da kurban edilmiştir.[139]
Çocuğun dünyaya gelmesi, Sibirya halklarında özel
şenlikler yapılarak kutlanır.
E- Ölüm ve Ölüm
ile İlgili İnanış ve Törenler
Şamanist
halklar, hastalık gibi, ölümü de kötü ruhların bir eseri
sayarlar. Altay Türklerine göre, yeraltı dünyasının
hakimi olan Erlik, yeryüzüne gönderdiği aldaçılar
aracılığıyla insanların ruhunu yakalatarak yaşama son
verir.[140]
Yakutlar da ölümü, insanın ruhunu kötü ruhların kapıp
yemesi ile açıklarlar.[141]
Denildiğine göre, ölümü yaratan ruhlar, ya ailenin ölmüş
bireylerine ya da yabancı ölülere aittir. Ölüm halinde
ruhun bir kuş şeklinde uçup gittiği düşünülür. Bunun
yansımalarını, ölüm niteliğini anlatan anlatım
şekillerinde buluyoruz. Nitekim, Orhon yazıtlarında
Bilge Kağan, babasının ölümünü şöyle anlatır: kanım
kagan.... uça barmış: “babam hakan.... uçup gitmiş
(yani ölmüş)”.[142]
Ayrıca Babur-name’deki:[143]
Şayh Omar.... şonkar boldı: “Şeyh Ömer doğan kuşu
oldu (yani öldü)” demektir. Genellikle ölünün,
çevresinde olan şeyleri duyduğuna inanılır ve evine
döneceğinden kaygılanılır. Yakutlarla, Soyotlar ölüden
korktukları için, cenazeyi bazan olduğu gibi çadırda
bırakıp kaçarlar. Sanıldığına göre, ölünün ruhu, Şaman
tarafından özel bir tören ile yerin altına götürülünceye
kadar evde dolaşır.
1- Yas Tutma
Şamanist
halklarda ölen için duyulan acı, çeşitli şekillerde ve
birtakım törenlerle ifade edilir. Jordanes (yaklaşık 6.
yüzyılın ortalarına doğru) Attila’nın defin töreni
sırasında Hunların, gelenekleri nedeniyle, saçlarını
kestiklerini yazar. Aynı yazara göre, onlar bir kahraman
için göz yaşı dökmez, yüzlerini yaralayarak kan
akıtırlardı.[144]
Çin kaynaklarına göre, Tukuelerde aile bireyleri, ölünün
bulunduğu çadırın kapısı önünde ağlayıp haykırırken,
yüzlerini bıçakla yaralayıp kanlı göz yaşları dökerdi.[145]
Orhon yazıtlarında Bumın Kağan ile kardeşi Kül Tigin’in
ölümü nedeniyle komşu halklardan gelen kurullar arasında
yas tutan (yogçı) ve ölüye ağlayan (sıgıtçı)
kişilerin bulunduğundan sözedilir. Yas (yog)
töreninde bulunan kişilerin, yas işareti olmak üzere,
kulak ve saçlarını kesmeleri âdetti.[146]
Katanov’a[147]
göre, Kazak-Kırgızlarda ölünün gömüldüğü gün, dul kalan
eşi ile kızlarının saçlarını kesmek âdettir. Beltirlerde
de ölü gömülürken, karısının saçları çözülerek ortadan
kesilir. Hiungnuların, kesilen saçları, başka değerli
şeylerle birlikte mezarın içine koydukları anlaşılıyor.
Nitekim Urga çevresinde Noyin-Ula’da bulunan bir Hun
mezarında, ipek örtüye sarılı 17 saç örgüsü bulunmuştur.[148]
Saç kesmenin, ölüye sunulan bir tür kurban sayılmış
olması olasıdır. Radloff’da[149]
geçtiğine göre, Kırgızlarda ölenin atının kuyruğu ile
yelesini kesmek de yas işaretidir.
2- Definle
İlgili Gelenekler
Ölünün
yakılarak ya da yakılmadan türlü şekil ve durumlarda
gömülmesi, ölüm ile ilgili inanış ve törenlerin bir
aşamasını oluşturur. Çin kaynaklarına göre, MS. 1.
yüzyılın başlangıcında Moğolistan’ın doğusunda oturan
Hunlar, kabile reislerini sırmalı giysiler içinde
gömerlerdi.[150]
Yine Çin kaynakları MS. 5.-8. yüzyıla kadar Gobi çölünün
kuzeyinde, Kara İrtiş bölgesinde yaşayan Tukuelerde
ölünün atı ve eşyası ile birlikte yakıldığını yazarlar.[151]
Aynı kaynaklardan öğrenildiğine göre, MS. 5. yüzyılda
Yenisey’in yukarı taraflarında yaşayan Dubolar, ölüyü
bir tabuta yerleştirdikten sonra, dağların tepesine ya
da ağaçların üstüne koyarlardı. Bunların soyundan olup,
bugün de Tuba diye anılan Soyotlar, Şaman ölülerini bir
tabuta koyduktan sonra, yereçakılı kazıkların üzerine
oturturlardı.[152]
Gök Türklerde, ölen hakan ya da beyin yaşarken öldürdüğü
düşman sayısınca taştan heykeller dikmek âdetti. Bunlara
balbal denir.[153]
Denildiğine göre, bundan amaç, balbalın
simgelediği kişinin, ölüler dünyasında, ölene hizmet
etmesini sağlamaktı.[154]
İbn Fazlan’ın[155]
yazdığına göre, eskiden Hazarlar ile Oğuzlarda ölüyü
ırmak yatağına gömmek âdeti vardı. Bunun için önce başka
bir yön verilen ırmağın yatağında, dayanıklı malzeme ile
bir mezar hazırlanır ve ölü buraya gömüldükten sonra
sular eski yatağına çevrilirdi. Hazarlar sonradan ölüyü
yakmaya başladılar. 10. yüzyılda Oğuzlarda büyük bir
kişi öldüğü zaman ev biçiminde bir mezar hazırlanır,
ölü, giysisi ve silahları ile buraya gömülürdü. Mezara
ayrıca içki koymak da unutulmazdı. Mezar kapatılıp bir
kümbet haline getirildikten sonra, ölenin atlarından
baan yüzlercesi kesilip, eti yenir, derileri ile başları
sırıklara asılırdı. Nihayet ölenin yaşarken öldürdüğü
düşmanların sayısı kadar tahtadan heykeller yapıp
mezarın başına dikmek âdetti. Oğuzların inanışına göre,
ölü kendisine kurban edilen atlara biner ve tahta
heykellerle simgelenen düşmanları da ölüler dünyasında
ona hizmet ederdi. Çin kaynaklarının verdiği bilgilere
göre, sonradan Uygurları oluşturan Kao-çelerde de ölü
bütün silahları ile donatılarak mezarın ortasına dik bir
durumda gömülürdü.[156]
13. yüzyılda Orta Asya’yı dolaşan Plano Carpini’nin
Türklerin defin gelenekleri hakkında verdiği bilgiler de
önemlidir. Onun yazdığına göre, Türklerde bir bey
ölünce, gizlice gömülürdü. Ölünün önüne et, süt gibi
yiyeceklerle donatılmış bir masa konur, ayrıca ölünün
atı da, bütün takımı ile birlikte, mezara gömülürdü.
Mezarın başında yine bir at kesilip yenildikten sonra,
ölenin arabası ve evi tahrip edilirdi.[157]
Mezarın başına, sırığa geçirilmiş at dikmek âdeti, Altay
halklarında da görülür.[158]
Bütün bu törenlerin esası, öleni, gittiği yeni bir
dünyada, ölüler dünyasında kullanacağı canlı, cansız
çeşitli şeylerle donatmak inanışına dayanmaktadır.
Bugünkü Türk
halklarının ölü gömme âdetlerinde, çeşitli kültür
akımlarının etkisi görülür.[159]
Sarı-Uygurlar ölüyü ya yakar ya da bozkıra gömerler.
Lamacılığın etkisi altında bulunan Soyotlar da ölüyü
genellikle bozkırda açığa bırakır, sayılan kişilerin
cesetlerini törenle yakarlar. Kara-İrtiş bölgesinde
yaşayan soyotlar Şaman ölülerini kara çam dalları
arasına kurulan kerevetlerin üzerine yatırırlar.[160]
13. yüzyılda Pallas’ın[161]
yazdığına göre, Beltirler ile Kuznetsk bölgesinde ve
dağlık yerlerde yaşayan bazı Türk boylarında da, tahta
tabutlar içine koydukları ölülerini gömmez, ormanın
ıssız bir köşesinde, ağaçların üstüne koyarlardı. Ayrıca
ölünün yanına yiyecek, giyecek gibi şeylerle yayı ve
içi kırık oklarla dolu olan sadağı konur, cenaze
töreninde kesilen atın derisi ile başı, yakında bulunan
ağaçlara asılırdı. Bazı yerlerde Şaman ölülerinin
gömülmesinde hala eski âdetlerin geçerli olduğu
anlaşılıyor. Sagaylar eski bir geleneğe uyarak Şaman
ölüsünü yere gömmeyip, giysisi ve davulu ile birlikte,
bir dağın tepesine koyarlar.[162]
Tunguzlarda ölüyü kazıklar üstüne kurulu bir kerevete
uzatmak geleneği hemen hemen geneldir. Onlarda ölenin
zamanında bindiği ren geyiği kesilip mezarın başında
yenir, derisi bir ağaca asılır.[163]
Bugün resmen Hıristiyan olan Yakutlarda, eski geleneğe
uyarak ölüyü giysisiyle gömmek âdettir. Defin sırasında,
ölen erkekse, atı da kesilir; kadınsa, bir inek
boğazlanır. Nihayet daha kuzeyde yaşayan ; kadınsa, bir
inek boğazlanır. Nihayet daha kuzeyde yaşayan Yakutlar,
ölü için ren geyiği keserler.[164]
Yakutlar eskiden ölülerini içi oyuk bir ağaç gövdesine
ya da tahta bir tabuta yerleştirip kazıklar üstüne
koyarlardı.[165]
Bunların yanında çeşitli silahlar, av malzemesi, giyecek
ve ev eşyası bulunmuştur. Gmelin’e[166]
göre, Yakutların eskiden ölüleri yakmak âdeti vardı.
Ayrıca zengin bir kişinin ölümünde, kendisine öteki
dünyada hizmet etmeleri için, en iyi uşakları da
yakılırdı. Yakutların eskiden erkekle birlikte eşini de
diri diri gömdüklerinden söz edilir.[167]
Şimkeviç’e[168]
göre, onlarda sayılan kişi öldüğü zaman, takımıyla
birlikte binek atı, yiyecek ve giyecek yüklü ikinci bir
at ve nihayet ölülerdünyasında efendisine hizmet edecek
bir uşak da gömülürdü.
F- Evrenin
Yaratılışına Dair Efsaneler
1- Yerin
Yaratılışı
Dünyanın
yaratılışına dair Asya’da anlatılan efsanelerin çoğunda,
büyük, eski bir denizden sözedilir. Denildiğine göre,
göksel bir varlık, yeri bu denizden yaratmıştır.
Tunguzlar arasında saptanan bir efsaneye göre, Tanrı bir
ateşle eski denizi kısmen kurutarak dünyayı yaratmıştır.[169]
Yakutlar ise, dünyanın gökten ya da denizin dibinden
hazır olarak getirildiğini söylerler. Altay Türkleri ile
Buryatlar arasında saptanan yaratılış efsanelerinde
“iyi” ile “kötü”yü simgeleyen “Tanrı” ile “şeytan” karşı
karşıyadır. Bu dualist düşüncenin en çok Zerdüşt dininde
geliştiği göze çarpar. Yaratılış mitolojilerinde şeytan
hemen daima insan kılığında görülmektedir. Bazan kuş
biçiminde de geçer.[170]
Denildiğine göre, bu gibi efsanelerde bunlara ait bazı
motifler, Finlandiya’dan kuzey ve güney Amerika’ya kadar
uzanan geniş bir alana yayılmış bulunmaktadırlar. Şu
halde bu efsanelerin, yeri henüz saptanamamış bulunan
bir ya da çeşitli merkezlerden çıkmaları olasıdır.
2- İnsanın
Yaratılışı
Orta ve
Kuzey Asya’da insanın yaratılışına dair anlatılan
efsanelerde, yerin kökenine ait mitolojilerde olduğu
gibi, birbirine zıt iki varlık, yani yapıcı (Tanrı) ile
bozucu (şeytan) karşı karşıya bulunur. Bir Altay
efsanesine göre, Ülgen’in yarattığı insanlara can veren
Erlik’tir.[171]
Genellikle Asya’da insanın yaratışını anlatan
efsanelerde, kısmen eski İran’ın, kısmen de
Hıristiyanlık ya da Maniheizmin etkisi görülür.
G- Dünyanın
Sonuna Dair Mitler
Altaylılara
göre, üzerinde insanların yaşadığı dünya, Tufan’dan
sonra bugün ikinci devresine girmiş bulunuyor. İlk
Tufan’ın olacağını önceden bilen yedi kardeş arasında
Erlik ve Ülgen de vardır. Bu halklardaki Tufan
efsanesinde, genellikle Rusların etkisi ile,
Hıristiyanlığın izleri göze çarpar.
İnsanlarla
meskun olan dünyanın, bugün de başka bir tehlikeyle
karşı karşıya bulunduğu söylenir. Bu da, günün birinde
yerin dibinin delinmesi sonunda, dünyanın çevresindeki
denizin her yeri kaplayacağı ya da dünyanın başka bir
Tufan ile mahvolacağı inanışına dayanır. Altay Türkleri
arasında saptanan başka bir efsaneye göre de, bir ateş
tufanı içinde dünyanın sonu gelecektir.[172]
Bu efsanede Budist mitolojiden alınmış unsurlarla
Şamanist inanışın izleri yanyana bulunmaktadır.
Bibliyografya
Altayskaya tserkovnaya
missiya Petersburg, 1865.
Buryatskiya skazki I poverya
(Zapiski Vostoçno-Sibirskago Otddela Russkago Obşçestva)
İrkutsk, 1889, I, sayı 1
Skazaniya buryat,
zapisannıya raznımi sobiratelyami (Zap. Vost.-Sibir.
Otd. Rus. Geog. Obşç.) İrkutsk, 1890, I, sayı 2
Adrianov, A.V.- Şamanskaya
misteriya (Etnografiçeskoe Obozrenie) Moskova, 1909
Agapitov, N.N.- Hangalov,
M.N.- Alm. kısaltılmış trc.: Stidea, L. Das Schamanentum
unter den Burjaten (Globus) Braunschweig, 1887, LII,
sayı 16, s. 250-253
Agapitov, N.N.- Hangalov,
M.N.- Materialı dlya izuçenia şamastva v Sibiri.
Şamantstvo u buryat Irkutskoy gubernii (Izvestiya
Vostoçno-Sibirskago Otdela Russkago Geografiçeskago
Obşçestva), Irkutsk, 1883, XIV, sayı 1 ve 2, s. 1-61
Amschler, W.- Über die
Tieropfer (besonders Pferdeopfer) der Telingiten im
sibirischen Altai (Anth.) 1933, XXVIII, sayı 3-4,
s.305-313
Anderson, W.- Nordasiatische
Flutsagen Dorpat, 1923
Anohin, A.V.- Duşa I ee
svoystva po predstavleniyu teleutov (Sbor. Muz. po
Antrop. I Etnog. p. Akad. N.), Leningrad, 1929, VIII
Anohin, A.V.- Materialı po
Şamanstvu u altaytsev (Sbornik Muzeya po Antropologii I
Etnografii pri Akademii Nauk) Leningrad, 1924, IV, 2
Anohin, A.V.- Şamanizm u
teleutov (Sibirskaya Jizn) Tomsk, 1913, nr. 253
Anohin, A.V.- Türkçe trc.:
A. İnan, Altay Şamanlığına ait maddeler (Ülkü), Ankara,
1940-1941, XV, sayı 85, 88, 89, 90, XVI, sayı 91, 93,
95, XVII, sayı 100
Anuçin, V.I.- Oçerk
Şamantsva u Yeniseyskih ostyakov (Sbor. Muz. po Antrop.
I Etnog. p. Akad. N.) Petersburg, 1914, II
Banzarov, D.- Çernaya vera
ili Şamanstvo u mongolov, Petersburg, 1891
Bergeron, P.- Voyages faits
principalement en Asie dans les XII, XIII, XIV et XV
siécles par Benjamin de Tudele, Jean du Plan-Carpin, N.
Aschelin, Guillaume de Rubruquis, Marc Paul Venitien,
Haiton, Jean de Mandeville et Ambroise Contarini, La
Haye, 1735, 9I-II
Bleichsteiner, R.- Rossweihe
und Pferderennen im Totenkult der kaukasischen Völker.
Die İndogermanen und Germanen frage: neue Wege zur
Lösung (Wiener Beiträge zur Kulturgeschicte und
Linguistik) Salzburg-Leipzig, 1936, IV, 413-495
Bogoras, V.G.- K psihologii
Şamantsva u narodov severovostoçnoy Azii (Etnog. Oboz.),
Moskova, 1910, LXXXIV-LXXXV, sayı 1-2, s. 1-36
Bogoras, V.G.- Oçerk
materialnago bıta olennıh çukçey (Sbor. Muz. po Antrop.
I Etnog. p. Akad. N.) Petersburg, 1901, I, sayı 2
Bogoras, V.G.- The Chukchee
(American Museum of Natural History. The Jesup North
Pacific Expedition), New York, 1904, VII
Bogoras, V.G.- The
Shamanistic Call and the Period of Initiation in
Northern Asia and Northern America (Periceedings of the
23rd International Congress of Americanists -1923), New
York, 1930, s. 441-444
Brand, A.- Beschreibung
seiner grossen Chinesischen Reise anno 1692, Lybeck,
1734
Buluç, S.- Altay Türklerine
göre dünyanın yaratılışı ve sonu (Ülkü), Ankara, 1941,
XVII, sayı 102
Buluç, S.- Şamanizm (Türk
Amacı), İstanbul, 1942, I, sayı 1-6, 1943, II, sayı 8
Buluç, S.- Şamanizmin menşei
ve inkişafı hakkında (Edeb. Fak. Türk Dili ve Edebiyatı
Dergisi), İstanbul, 1948, II, sayı 3-4, s. 277-290
Büchner, V.F.- Schaman (EI),
1934, IV, 324b-325b
Chadwick, N.K.- Shamanism
among the Tatars of Central Asia (J. Anth. I.), London,
1936, LXVI, 75-112
Culloch, J.A.M.- Shamanism
(Encyclopedia of Religion and Ethics), New York, 1920,
XI
Czaplicka, M.A.- Aboriginal
Siberia, Oxford, 1914
Dırenkova, N.P.- Kult ognya
u altaytsev I teleut (Sbor. Muz. po Antrop. I Etnog. p.
Akad. N.), Leningrad, 1927, VI
Dırenkova, N.P.- Poluçenie
Şamanskogo dara po vozzreniyam turetskih plemen (Sbor.
Muz. po Antrop. I Etnog. p. Akad. N.), Leningrad, 1930,
IX
Dırenkova, N.P.- Ptitsa v
kosmogoniçeskih predstavleniyah turetskih plemen Sibiri,
Leningrad, 1931
Divayev, A.A.- Baksı (Etnog.
Oboz.), Moskova, 1908, nr. 4
Eberhart, W.- Çin’in şimal
komşuları, Ankara, 1942
Eliade, M.- İng. trc.: W.R.
Trask, Shamanism, Archaic Techniques of Ecstasy,
London-New York, 1964
Eliade, M.- Le Chamanisme et
les techniques archaïques de l’extase, Paris, 1951
Franke, O.- Die Chinesen,
Tübingen, 1925
Gahs, A.- Kopf-Schädel- und
Langknochenopfer bei Rentiervölkern (W.
Schmidt-Festschrift), Wien-Mödling, 1928, s. 231-268
Georgi, J.G.- Bemerkungen
auf einer Reise im Russichen Reiche in den Jahren 1773
und 1774, Petersburg, 1775
Georgi, J.G.- Beschreibung
aller Nationen des Russichen Reichs, Petersburg, 1776
Gmelin, I.G.- Reise durch
Sibirien von dem Jahr 1733 bis 1743, Göttingen, 1752, II
Gordlevskiy, V.A.-
Baha-üd-din Nakşbend Buharskiy (Sergeyu Federoviçu
Oldenburgu), Leningrad, 1934, s. 147-169, bk. TM, V,
361-364
Gorohov, N.- Materialı dlya
izuçeniya Şamanstva v Sibiri (Izves. Vost.-Sibir. Otd.
Rus. Geog. Obşç), İrkutsk, 1883, XIII, sayı 3
Gulbin, G.G.- Pogrebenie u
jeltıh uy gurov (Sbor. Muz. po Antrop. I Etnog. p. Akad.
N.), Leningrad, 1928, II
Hangalov, M.N.- Novıe
materialı o Şamanstve u buryat (Zap. Vost.-Sıbir. Otd.
Rus. Geog. Obşç.), İrkutsk, 1890, II, sayı 1
Harlez, Ch. de- La religion
nationale des Tartares orientaux: Mandchous et Mongols,
Paris, 1887
Harva, U.- Die religiösen
Vorstellungen der altaischem Völker (FF Communications),
Helsinki, 1938, LII, nr. 125
İbn Fazlan- İbn Fadlan’s
Reisebericht (Nşr. ve Alm. trc.: A.Z.V.Togan), Leipzig,
1939
İnan, A.- Şamanizm, Ankara,
1954
İonov, V.M.- K voprosu ob
izuçenii do hristiyanskih verovaniy yakutov (Sbor. Muz.
po Antrop. I Etnog. p. Akad. N.), Petrograd, 1918, V,
sayı 1
Jochelson, V.- The Koryak
(The Jesup North Pacific Expedition), New York, 1905, VI
Jochelson, V.- The Yakut
(American Museum of Natural History Anthropological
Papers), New York, 1933, XXXIII
Jochelson, V.- The Yukaghir
and the Yukaghirized Tungus (The Jesup North Pacific
Expedition), New York, 1924-1926, IX, 2. bs.
Karunovskaya, L.E.- Iz
Altayskih verovaniya I obryadov, svyazannıh s rebenkom
(Sbor. Muz. po Antrop. I Etnog. p. Akad. N.), Leningrad,
1927, VI
Katanov, N.F.- Etnolojiye
dayanan cihan tarihinin ışığı altında ilk Türklük ve ilk
İndo-Germenlik (Belleten), Ankara, TTK, 1941, V, sayı
20, s. 439-480
Katanov, N.F.- Mifologiya
kazanskih tatar (Izvestiya Obşçestva Arheologii, İstorii
I Etnografii pri Kazanskom Universitete), Kazan, 1910,
XXV, sayı 5
Katanov, N.F.- Poyezdka k
karagasam v 1890 g. (Zap. Rus. Geog. Obşç.), Petersburg,
1891, XVII
Katanov, N.F.- Skazaniya I
legendı minusinskih tatar (Sibirskiy Sbornik),
Petersburg, 1887
Katanov, N.F.- Über die
Bestattungsgebräuche bei den Türkstämmen Central-und
Ostasiens (KS), Budapest, 1900, I
Koblov, J.- Religioznie
obryadı I obıçai tatar magometan, Kazan, 1908
Konow, S.- Die Inder,
Tübingen, 1925
Koppers, W.- Pferdoepfer und
Pferdekult der Indogermanen. Die Germanen -und
Indogermanen frage (Wien. Beitr. z. Kulturgesch. u.
Ling.), 1936, IV, 279-411
Köprülü-zade M.F.- Bahşı
(İA), 1961, II, 233b-238a
Köprülü-zade M.F.- Eski
Türklerde dini-sihri bir an’ane (Edebiyat Fakültesi
Mecmuası), İstanbul, 1925, Iv, sayı 1, s. 1-12
Köprülü-zade M.F.- Influence
du chamanisme turco-mongol sur les ordres mystique
musulmans, İstanbul, 1929
Lankenau, H. von- Die
Schamanen und das schamanenwessen (Globus), 1872, XXII,
278-283
Laufer, B.- Origin of the
World Shaman (American Anthropologist), Menasha, 1917,
XIX, 361-371
Levchine, A.de- Description
des hordes et des stepps des kirghiz-kaisaks (Trc.: F.
de Pigny), Paris, 1890
Magnitskiy, V.- Materialık
obyasneniyu staroy çuvaşskoy verı, Kazan, 1881
Maksimov, S.- Ostatki
drevnih narodov tatarskıh (yazıçeskih) verovaniy u
nıneşnih kreşçennıh tatar Kazanskoy Eparhii, Kazan, 1876
Malov, S.E.- Neskolko slov o
Şamanstve u turetskago naseleniya Kuznetskago uyezda
Tomskoy gubernii (Jivaya Starina), Petersburg, 1909, II,
III
Malov, S.E.- Ostatki
Şamanstva u jeltıh uygurov (Jiv. Star), Petersburg, 1912
Malov, S.E.- Şamanstvo u
sartov Vostoçnago Turkestano (Sbor. Muz. po Antrop. I
Etnog. p. Akad. N.), Petrograd, 1918, V, sayı 1
Malten, L., Das Pferd im
Totenglauben (Jahrbuch des kaiserlich deutschen
archäologischen Instituts), Berlin, 1914, XXIX, 179-256
Marco Polo- The Book of Ser
Marco Polo (Trc.: Hç Yule), London, 1921
Marco Polo- The Travels of
Marco Polo the Venetian, London-New York, 1911
Maynagaşev, S.O.-
Jertvoprinoşenie nebu u beltirov (Sbor. Muz. po Antrop.
I Etnog. p. Akad. N.), Petrograd, 1916, III
Maynagaşev, S.O.- Zagrobnaya
jizn po predstovleniyam turetskih plemen Minusinskago
kraya (Jiv. Star.), Petersburg, 1915
Meuli, K.- Sycthica
(Hermes), Berlin, 1935, LXX, 121-176
Michael, H.N.(Ed.)- Studies
in Siberian Shamanism, Toronto, 1963, Uni. of Toronto
Press
Mironov, N.O.- Şirokogorov,
S.M.- Sramana-Shaman: Etymology of the Word “Shaman”
(JRAS, North-China Branch), Shanghai, 1924, LV, 105-130
Muster, W.- Der Schamanismus
bei den Etruskern (Früggeschichte und
Sprachwissenschaft), Wien, 1948, sayı 1, s. 60-77
Németh, J.- Über den
Ursprung des Wortes Saman und einige Bemerkungen zur
türkisch-mongolischen Lautgeschichte (KS), Budapest,
1913-1914, XIV, 240-249
Nicholson, S. (Ed.)-
Shamanism, New York, 1966, Quest Books
Nioradze, G.- Der
Schamaismus bei den sibirischen Völkern, Stuttgart, 1925
Nyberg, H.S.- Irans forntida
religioner, Uppsala, 1937
Ohlmarks, A.- Studien zum
Problem des Schamanismus, Lund, 1939
Old, W.G.- The Shu King or
the Chinese Historical Classic, London- New York, 1904
Olsen, D.- Et primitivt
folk. De mongolske rennomader, Kristiania, 1915
Pallas, S.- Merkwürdigkeiten
der obischen Ostjaken, Samojeden, daurischen Tungusen,
udinskischen Bergtataren..., Frankfurt-Leipzig, 1777
Pallas, S.- Reise durch
verschiedene Provinzen des Russichen Reiches Petersburg,
1776, III
Pallas, S.- Sammlungen
historischer Nachrichten über die mongolischen
Völkerschaften, Petersburg, 1776-1781, I, II
Park, W.Z.- Shamanism in
Western North America: a Study in Cultural
Relationships, Evanston-Chicago, 1938
Partanen, J.- A Description
of Buriat Shamanism (JSF Ou), Helsinki, 1941-1942, LI
Pelliot, P.- Neuf notes sur
des questions de l’Asie Centrale (T’oung Pao), Leiden,
1929, XXVI
Petri, B.E.- Promıslı
karagas (Izves. Vost. Sibir. Otd. Rus. Geog. Obşç.),
İrkutsk, 1928, LIII
Petri, B.E.- Staraya vera
buryatskago naroda, İrkutsk, 1928
Plano-Carpini- Geschichte
der Mongolen und Reiseberichte 1245-1247 (Alm. trc.: H.
Risch), Leipzig, 1930
Potanin, G.N.- Gromovnik po
poveriyam I skazaniyam plemen yujnoy Sibiri I severnoy
Mongolii (Jurnal Ministerstva Narodnago Prosveşçeniya),
Petersburg, 1882, I
Potanin, G.N.- Oçerki
severo-zapadnoy Mongolii, Petersburg, 1881-1883, II, IV
Potapov, L.- Menges, K.-
Materialen zur Volksunde der Türkvölker des Altaj
(MSOS), Berlin, 1934, XXXVII
Priklonskiy, V.L.- (Alm.
trc.) Das schamanentum des Jakuten (Mitteilungen der
anthropologischen Gesellschaft in Wien), 1888, XVIII,
165-182
Priklonskiy, V.L.- O
Şamanstve u yakutov (Izves. Vost. Sibir. Otd. Rus. Geog.
Obşç.), İrkutsk, 1886, XVII, sayı 1-2
Priklonskiy, V.L.- Pohoronı
u Yakutov v severnoy çasti Yakutskoy oblasti (Sibir.
sbor.), İrkutsk, 1890, I
Priklonskiy, V.L.- Tri goda
v Yakutskoy oblasti (Jiv. Star.), 1890-1891
Priklonskiy, V.L.-
Yakutskiya narodnıya poverya I skazki (Jiv. Star.), 1891
Pripuzov, N.- Svedeniya dlya
izuçeniya şamastva u yakutov yakutskago okruga (Izves.
vost. Sibir. Otd. Geog. Obşç.), İrkutsk, 1885, XV, sayı
3-4
Radloff, W.- Aus Sibirien,
Leipzig, 1884, I-II, 2 bs. 1893
Radloff, W.- Proben der
Volkslitteratur der türkischen Stämme Süd-Sibiriens,
Petersburg, 1866, 1868, 1870, I-III
Radloff, W.- Sibirya’dan
(Trc. A. Temir), İstanbul, 1954-1957, I-IV
Ruben, W.- Buddhistlik ve
Şamanlık (CHP Konferanslar Serisi: 5), Ankara, 1939
Ruben, W.- Budizmanın menşei
(DTCFD), 1943, I, sayı 5
Ruben, W.- Schamanismus im
alten Indien (AO), Leiden, 1940, XVIII
Rubruck- The journey of
William of Rubruck to the eastern part of the world,
1253-1255 (İng. trc.: W. Rockhill), London, 1900
Schmidt, W.- Das
Himmelsopfer bei den innerasiatischen
Pferdezüchtervölkern (Ethnos), Stockholm, 1942, VII,
127-148
Schmidt, W.- Der Ursprung
der Gottesidee, Münster, 1931, 1933, 1949, II, III, IX
Schmidt, W.- Handbuch der
vergleichenden Religionsgeschichte, Münster/Westf., 1930
Schmidt, W.- Zur Sturuktur
des Schamanismus (Anthç), 1955, L, 849-881
Schmitt, E.- China, II,
chinesische Religion, Tübingen, 1927
Seroşevskiy, V.
(Sieroszewski)- Yakutı, Petersburg, 1896
Spasskiy, G.- Zabaykalskie
tungusı (Sibirskiy Vestnik), Petersburg, 1822, XIX-XX
Stadling, J.- Shamanismen I
norra Asien, Stockholm, 1912
Sternberg, L.- Die
Auserwählung im sibirischen Schamanismus (Zeitschrift
für Missionskunde und Religionswissenschaft), Berlin,
1935, L, 229-252
Sternberg, L.- Die Religion
der Giljaken (ARW), Leipzig, 1905
Sumner, W.G.- The Yakutı (J.
Anthr. I) (Seroşevskiy’nin makalesinin ing. özeti.),
London, 1901, XXXI, 65-110
Şaşkov, S.- Şamanstvo v
Sibiri (Zap. Rus. Geog. Obşç.), Petersburg, 1864, sayı 2
Şçukin, N.- Poyezdka v
Yakutsk, Petersburg, 1844
Şırokogorov, S.M.
(Shirokogorov)- General Theory of Shamanism among the
Tungus (JRAS- North-China Branch), Shanghai, 1923, LIV,
246-249
Şırokogorov, S.M.
(Shirokogorov)- Northern Tungus Migrations in the Far
East (JRAS), 1926, LVII, 123-183
Şırokogorov, S.M.
(Shirokogorov)- Opıt. izsledovaniya osnov Şamanstva u
tungusov, Vladivostok, 1919
Şırokogorov, S.M.
(Shirokogorov)- Psychomental Complex of the Tungus,
London, 1935
Şırokogorov, S.M.
(Shirokogorov)- Versuch einer Erforschung der Grunlagen
des Schamanentums bei den Tungusen (Baessler Archiv),
Berlin, 1935, XVIII, 4-96
Şimkeviç, P.P.- Materialı
dlya izuçeniya Şamanstva u goldov, Habarovsk, 1896
Troşçanskiy, V.F.-
Evolyutsiya çernoy verı u yakutov, Kazan, 1902
Turan, O.- On iki hayvanlı
Türk takvimi, İstanbul, 1941
Vàmbéry, H.- Die primitive
kultur des turko-tatarischen Volkes, Leipzig, 1879
Vasilyev, V.N.- İzobrajenija
dolgano-yakutskih duhov kak atribut Şamanstva (Jiv.
Star.), Petersburg, 1909
Vasilyev, V.N.- Şamanskiy
kostyum I buben u yakutov (Sbor. Muz. po Antrop. I
Etnog. p. Akad. N.), Petersburg, 1910, I, sayı 8
Verbitskiy, V.I.- Altayskie
inorotsı, Moskova, 1893
Vitaşevskiy, N.A.- İz
nablyudeniy nad yakutskimi Şamanskimi deystviyami (Sbor.
Muz. po Antrop. I Etnog. p. Akad. N.), Petrograd, 1918,
V, sayı 1
Vitaşevskiy, N.A.- Materialı
dlya izuçeniya Şamanstva u yakutov (Zap. Vost. Sibir.
Otd. Rus. Geog. Obşç.), İrkutsk, 1890, II, sayı 2
Yaltkaya, Ş.- Eski Türk
an’anelerinin bazı dini müesseselere te’sirleri (İkinci
Türk Tarih Kongresi), İstanbul, 1943, s. 690-698
Yssbrant Ides, E.-
Dryjährige Reise nach China von Moscau ab zu lande durch
gross Ustiga, Sirienia, Permia, Sibirien, Davur und die
grosse Tartarey, Frankfurt, 1707
Zatoplyavey, N.- Nekotorıya
poverya alarskih buryat (Zap. Vost.-Sibir. Otd. Rus.
geog. Obşç.), İrkutsk, 1890, II, sayı 2
Zelenin, D.- Ein erotischer
Ritus in den Opferungen der altaischen Türken
(İnternationale Archiv für Ethnographie), Leiden, 1928,
XXIX
Zelenin, D.- İdeologiya
Sibirskago Şamanstva (İzves. Akad. N.),
Moskova-Leningrad, 1936, nr. 8
Zelenin, D.- Kult ongonov v
Sibiri, Moskova, 1936
Bkz. Alıntı
1 (1997): 44-89.
[1]
İslam Ans. 11: 320-335
[7]
Der Ursprung, IX, 242
[13]
Aboriginal, s. 315 vd.
[15]
Der Ursprung, III, 336 vdd.; aynı yazar,
Handbuchs. 67
[16]
Sramana, s. 110-130; aynı yazar,
Northen, s. 123-183; aynı yazar,
Psychomental, s. 276-287
[18]
Buddhistlik, s. 105 vd.; aynı yazar,
Schamanismus, s 164-206; aynı yazar,
Budizmanın menşe’i, s. 115-128
[21]
s. 157, not 194, s. 159
[25]
Pferdeofer, s. 284-362, aynı yazar,
İlk Türklük, s. 439-481
[28]
ayn. esr., II, 59 vdd.
[38]
s. 165 vdd., 310 vdd.
[41]
Anohin, Materiali, s. 9
[44]
Katanov, Skazaniya, s. 223
[46]
Troşçanskiy, Evolyutsiya, s. 33; Anohin,
Materiali, s. 11
[49]
Anohin, Materiali, s. 12
[50]
Pripuzov, Melkiya, s. 48
[54]
Radloff, ayn. esr., s. 30
[55]
G.R.Rachmati, Türkische Turfan-Texte, nr.
Abh. Pr. Ak. W. Phil.-Hist. Klasse, nr.
12, Berlin, 1936, VII, 22
[58]
Anohin, Materiali, s. 12
[60]
Anohin, Materiali, s. 12-14
[64]
Radloff, ayn. esr., I, 372 vd.
[65]
O. Turan, s. 36, not 3
[67]
Gorohov, Materialı, s. 36
[69]
Radloff, ayn. esr., II, 8 vd.
[76]
Buryatskiya skazki, s. 125 vd.;
Skazaniya buryat, s. 122 vd.;
Agapitov-Hangalov, s. 6
[77]
bk. H.N.Orkun, Eski Türk Yazıtları, nşr.
TDK, İstanbul, 1936, I, 28; 1941, IV, 139
[79]
O. Turan, s. 43 vd., 66
[82]
ayn. esr., I, 34, 38, 64
[83]
ayn. esr., II, s. 7 vd.
[84]
Materialı, s. 15 vdd.
[85]
Magnitskiy, s. 30, 48, 88
[86]
Troşçanskiy, s. 47; Pripuzov, Svedeniya,
s.62
[88]
Radloff, ayn. esr., I, 127
[89]
Pripuzov, Svedeniya, s. 61; Priklonskiy,
Tri goda, s. 65 vd.
[93]
Zatopyayev, s. 7 vd.; Buryatskiya skazki,
s. 129 vd.; Hangalov, s. 7
[97]
Radloff, ayn. esr., I, 127
[100]
Seroşevskiy, s. 667; Anohin, Duşa, s. 262
[101]
Divan lugat al-Turk, Çev. B. Atalay, III,
144; Radloff, Versuch eines Wörterbuches...,
III, 345 vd.; Brockelmann, Asia Major,
II, 115
[103]
Pallas, Sammlungen, II, 349; Potanin, IV,
189 vd., 773 vd.
[104]
Verbitskiy, s. 245; Radloff, Aus Sibirien,
II, 8 vd.
[105]
Çev. B. Atalay, III, 3, 307
[106]
Eski Türklerde..., s. 2-10
[110]
Priklonskiy, J St, 1890, s. 170; 1891, s.
61
[111]
Potanin, IV, 78; Dırenkova, Kult, s. 67
[112]
Agapitov-Hangalov, s. 4, 6
[113]
Maynagaşev, s. 98; Dırenkova, ayn. esr.,
s. 71
[114]
Magnitskiy, s. 68; krş, ayn. esr., s. 62
[115]
Maksimov, s. 569-575; Koblov, Mitologiya,
s. 6-9
[116]
İonov, Duh, s. 22 vd.
[118]
Seroşevskiy, s. 669 vd.
[119]
Troş çanskiy, s. 39-54
[122]
Seroşevskiy, s. 670; Priklonskiy, J St,
1890, s. 60
[123]
Pripuzov, Svedeniya, s. 62
[124]
Petri, Promıslı, s. 62 vd.
[125]
Troşçanskiy, s. 68, 69, 86
[127]
Radloff, ayn. esr., II, 10 vd.
[128]
Anohin, Materialı, 1-8; krş. Radloff,
ayn. esr., II, 10 vd.
[129]
Anohin, ayn. esr., s. 8 vd.
[130]
Radloff, ayn. esr., I, 362
[131]
Anohin, Duşa, 262 vdd.
[132]
Troşçanskiy, s. 81 vd., 85 vd.; Priklonskiy,
J St, 1891, 59, 62; Seroşevskiy, s. 622 vd.
[133]
Anohin, Duşa, s. 253, 260 vd., 267
[134]
Radloff, ayn. esr., II, 6, 11
[135]
Priklonskiy, J St, 1891, s. 65 vd
[136]
Priklonskiy, ayn. esr., s. 59, vd.;
Troşçanskiy, s. 38 vdd.; Sreoşevskiy, s. 673
[137]
Orkun, ayn. esr., I, 44- 112
[138]
Çev. Atalay, I, 123
[139]
Karunovskaya, s. 22; Anohin, Duşa, s. 268
[140]
Anohin, Materialı, s. 20 vd.; aynı yazar,
Duşa, s. 263
[142]
Orkun, ayn. esr., I, Çev. s. 36 vd.
[143]
Nşr. İlminskiy, Kazan, 1857, s.8
[145]
Radloff, ayn. esr., I, 130; Schmidt,
Der Ursprung, IX, 33 vd.
[146]
Orkun, ayn. esr., I, 31, 52, 70
[147]
Über die Bestatt., s. 279, 290
[149]
ayn. esr., I, 449, 487
[151]
Radloff, ayn. esr., I, 130 vd.; Katanov,
ayn. esr., s. 101 vd.
[152]
Katanov, ayn. esr., s. 102, 104
[153]
Orkun, ayn. esr., I, 37, 41; Schmidt,
ayn. yer.
[154]
krş. İbn Fazlan, s. 27, 138 vd.
[155]
s. 99 vd., 243, vd. 264 vdd.
[156]
Radloff, ayn. esr., I, 127; II, 121;
Katanov, ayn. esr., s. 101
[157]
Plano Carpini, III, § 4; Harva, 317
[158]
Radloff, ayn. esr., II, 18, levha I’de,
s. 25 vd.
[159]
Gulbin, s. 202, vdd.
[160]
Katanov, ayn. esr., s. 229 vdd.
[161]
Merkwürdigkeiten, s. 125 vdd.
[162]
Katanov, ayn. esr., s. 225 vd.
[164]
Seroşevskiy, s. 616 vdd.; Priklonskiy, J St,
1891, s. 64, 74 vd.
[165]
Seroşevskiy, s. 619 vd.
[167]
Priklonskiy, ayn. esr., s.77; Troşçanskiy,
s. 3
[169]
Spasskiy, s. 33 vd.
[170]
Anuçin, s. 14; Radloff, ayn. esr., I, 360
[171]
Anohin, Materialı, s. 18 vd.
[172]
Radloff, ayn. esr., II, 13 vd.; Buluç,
Altay Türklerine Göre, s. 102