Nazım'ın sesi ile veda edelim istedim.(dinlemek istemezseniz soldaki ikondan kapatın)
Ecevit'i kaybettik

Ecevit'i kaybettik Eski Başbakanlardan Bülent Ecevit, 171 gündür tedavi gördüğü Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastanesi'nde yaşama veda etti. Ecevit'in ölümü tüm yurtta büyük üzüntü yarattı

06/11/2006

AA - Türk siyasetine ''Ak Güvercin'' ve ''Mavi Gömlek'' fenomenlerini kazandıran Ecevit, ''şair'' yanı ve ''zarif üslubuyla'' da siyaset dünyasında farklılığını hep hissettirdi.

Bülent Ecevit, 28 Mayıs 1925 tarihinde İstanbul'da doğdu. İstanbul Amerikan Kolejinden 1944 yılında mezun olan Ecevit, üniversiteye devam ederken bir yandan da Basın-Yayın Genel Müdürlüğünde İngilizce çevirmeni olarak çalışma yaşamına başladı. Sınıf arkadaşı Rahşan Ecevit (Aral) ile 1946 yılında evlenen Bülent Ecevit, aynı yıl okulu yarım bırakarak Londra Basın Ateşeliğinde görev aldı.

Ankara'ya 1950 yılında dönen Ecevit, Ulus gazetesinde sanat eleştirmenliği, fıkra yazarlığı ve çevirmenlik yaptı. Ulus gazetesi kapanınca Yeni Ulus ve Halkçı gazetelerinde yazmayı sürdüren Bülent Ecevit, 1954 yılında ABD'ye giderek 3 ay Winston Salem Journal gazetesinde çalıştı.

Bülent Ecevit, 1957'de Rockefeller bursuyla ikinci kez Amerika'ya gitti. Harvard Üniversitesinde 8 ay Ortadoğu tarihi ve sosyal psikoloji üzerine çalıştı ve aynı yıl yurda döndü. Milliyet gazetesinde de günlük yazılar yazan Ecevit, Forum dergisinin yazı işleri kadrosunda yer aldı.

SİYASETE İLK ADIM
 

Ulus gazetesinde çalışırken, 1954 yılının Ocak ayında CHP Çankaya Gençlik Ocağı'na üye olarak aktif siyasi yaşama adımını atan Bülent Ecevit, 27 Ekim 1957'de CHP Ankara Milletvekili olarak TBMM'ye girdi.

Ecevit, 12 Ocak 1959'da İsmet İnönü'nün listesinden CHP Parti Meclisi'ne seçildi, 1961-1965 arasında da İnönü hükümetlerinde Çalışma Bakanı olarak görev yaptı. CHP'nin 18 Ekim 1966 tarihinde yapılan 18. Kurultayı'nın ''parlayan yıldızı'' olan Ecevit, önce ''çok genç'' bulduğu için itiraz eden İnönü'nün onayını alarak genel sekreter oldu. Ecevit, artık partinin ikinci adamıydı.

Partide 12 Mart Muhtırası'nın ardından kurulan Nihat Erim'in başbakanlığında kurulan hükümete katılıp katılmamak konusu iç tartışmalara yol açtı ve hükümete girilmemesini isteyen Ecevit, 21 Mart'ta genel sekreterlik görevinden istifa etti.

GENEL BAŞKANLIK DÖNEMİ
 

CHP'nin 5 Mayıs 1972'de yapılan 5. Olağanüstü Kurultayı, İnönü-Ecevit çekişmesine sahne oldu. Ecevit yanlısı Parti Meclisi, kurultaydan güvenoyu alınca, İsmet İnönü, 8 Mayıs 1972 tarihinde, 33 yılı aşkın bir süre bulunduğu genel başkanlık görevinden istifa etti.

Bu gelişme üzerine 14 Mayıs 1972'de toplanan özel kurultayda, Ecevit, CHP Genel Başkanlığı'na seçildi. Bülent Ecevit, siyaset sahnesinde, 1973 seçimlerinden itibaren ''Karaoğlan'' olarak anılmaya başlandı. Bu seçimlerde CHP, yüzde 33.3'lük oy oranıyla 185 milletvekili çıkardı.

Seçimin ardından CHP, MSP ile koalisyon kurarak iktidara gelirken, Bülent Ecevit, 6 Şubat 1974'te ilk kez başbakanlık koltuğuna oturdu. Bu dönemde Kıbrıs Barış Harekatı gerçekleştirildi. Seçim kampanyası döneminde Ecevit için sık sık kullanılan ''Karaoğlan'' ismi, başbakanlığı döneminde yaşanan Kıbrıs olayıyla pekişirken, Karaoğlan'a bir de ''Kıbrıs Fatihi'' eklendi.

Kuruluşundan yaklaşık 7 ay sonra, 18 Eylül 1974 tarihinde, Ecevit'in istifasıyla koalisyon hükümeti bozuldu. Partisi, 5 Haziran 1977'de yapılan genel seçimlerde 41.4 oy oranı ile 213 milletvekili çıkaran Ecevit, 21 Haziran 1977'de azınlık hükümetini kurdu ancak 3 Temmuz'da TBMM'den güvenoyu alamadı.

Bunun üzerine kurulan 2. Milliyetçi Cephe Hükümetini oluşturan partilerde yerel seçimlerin ardından iç çalkantı doğdu ve milletvekili istifaları yaşandı. Ecevit, cephe hükümetini oluşturan partilerden kopan bağımsız milletvekillerinin de desteğiyle 17 Ocak 1978'de kurulan hükümette 21 ay süreyle yeniden başbakanlık koltuğuna oturdu. İç çatışmalarla boğuşan CHP'nin oyları 14 Ekim 1979'da yapılan ara seçimlerde gerileyince Ecevit, 16 Ekim'de hükümetten istifa etti.

HAMZAKOY'DA ''MİSAFİRLİK''
 

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ülke yönetimine el koyduğu 12 Eylül 1980'de gece saat 03.00'te evinden alınan Ecevit, Rahşan Ecevit ile birlikte Hamzakoy'a ''TSK'nın misafiri'' olarak götürüldü. Hamzakoy'daki ''misafirliği'' 11 Ekim 1980 tarihinde sona eren Ecevit, 30 Ekim 1980'de CHP Genel Başkanlığı'ndan istifa etti.

Siyasi partiler 15 Eylül 1981'de kapatılırken, Ecevit 21 Şubat 1981 tarihinde kamuoyunun karşısına, ''Arayış'' dergisinin yayın danışmanı olarak çıktı. Bülent Ecevit, 3 Aralık 1981'de konuşma ve yazı yasağı getiren MGK bildirisine muhalefetten girdiği cezaevinde 2 Şubat 1982 tarihine kadar kaldı. Siyasi yasaklı olan Ecevit, sonraki süreçte de yazıları ve demeçleri nedeniyle sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı ve bir süre cezaevinde yattı.

DSP SÜRECİ
 

Bu dönemde DSP'nin kuruluş çalışmaları sürdürülürken, Bülent Ecevit, siyasi yasağı devam ettiği için partinin kuruluşunda doğrudan görev almadı. Ecevit, 14 Kasım 1985'te kurulan partinin kuruluşunu, 14. yıldönümünde şu sözlerle anlattı:

''12 Eylül döneminde yoğun bir demokrasi mücadelesi verdik. Mücadelenin güçlüklerini göze almayanlarla yollarımız ayrıldı ve DSP'yi kurduk. Ben o sırada yasaklıydım. Partinin kuruluşuna Rahşah Ecevit öncülük etti. Çok zor koşullarda genel başkanlığı üstlendi. Rahşan Ecevit'in, kurucusu olduğu Köylü Derneklerinden gelen örgütlenme deneyimi vardı. O deneyimi DSP'ye aktardı. Paramız yoktu... Fazla bir desteğimiz de yoktu. Ama azmimiz vardı. Rahşan Ecevit, iki odalı bir bodrum katında, bir avuç arkadaşıyla görevi başladı. İğneyle kuyu kazarcasına çalışarak, partinin sağlam bir zeminde güçlenmesine ve doğrultu tutarlılığına ödünsüz özen gösterdi. Bu davranış da giderek DSP'yi halkın güvenini kazandırdı.''

ECEVİT, DSP'NİN GENEL BAŞKANI
 

Siyasi yasakların 6 Eylül 1987 tarihinde yapılan referandumla kaldırılması üzerine, 13 Eylül'de Bülent Ecevit eşi Rahşan Ecevit'ten DSP Genel Başkanlığını devraldı. Kısa bir süre sonra yapılan genel seçimlerde partisinin iyi sonuç alamaması üzerine görevinden ayrılan Ecevit, 1989 yılında yapılan olağanüstü kurultayda yeniden Genel Başkan seçildi.

Bülent Ecevit, 20 Ekim 1991'de 12 Eylül'den sonra ilk kez Zonguldak Milletvekili olarak TBMM'ye girdi. DSP'nin oyları 24 Aralık 1995 tarihinde yapılan erken genel seçimde yüzde 14.64'e, milletvekili sayısı 76'ya yükselirken; Ecevit, 30 Haziran 1997 tarihinde ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz başkanlığında kurulan koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı. Koalisyon hükümetinin gensoruyla düşürülmesinin ardından, Bülent Ecevit, 11 Ocak 1999'da DSP azınlık hükümetini kurarak 4. kez başbakan oldu.

Partisinin 18 Nisan 1999'da yapılan seçimlerden yüzde 21.71 oy oranıyla birinci parti olarak çıkması üzerine hükümeti kurmakla görevlendirilen Bülent Ecevit, 28 Mayıs 1999'da kurulan DSP-MHP-ANAP koalisyonunda yeniden başbakanlık koltuğuna oturdu.

Bu dönemde sağlık sorunlarıyla ilgili zaman zaman spekülasyonlar yapılan Bülent Ecevit, 4 Mayıs 2002'de rahatsızlanarak hastaneye kaldırıldı. Tedavisi aralıklarla sürdü. Ecevit'in rahatsızlığı sırasında hükümete yönelik tartışmalar ve erken seçim talepleri de siyasi gündeme damgasını vurdu. Bu tartışmalar parti içine de yansıdı.

Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan'ın 8 Temmuz'da görevinden ve partiden istifasını yeni istifalar izledi. İstifalarla koalisyon hükümeti TBMM'deki sayısal desteğini yitirirken, erken seçim kararı alındı ve 3 Kasım 2002'de yapılan erken genel seçimlerde yüzde 1.22 oy alan DSP, parlamento dışında kaldı.

AKTİF SİYASETE SON
 

Genel başkanlıktan ayrılma kararını 3 Kasım seçimlerinden önce olduğu gibi seçimlerden sonra da zaman zaman dile getiren Bülent Ecevit, 22 Mayıs 2004 tarihinde düzenlediği basın toplantısıyla halefini ilan etti ve görevi Genel Başkan Yardımcısı Zeki Sezer'e devretmek isteğini belirtti.

DSP 6. Olağan Büyük Kurultayı'nda 1954 yılında CHP Çankaya Gençlik Ocağı'na üye olarak başladığı aktif siyasi yaşamına son veren Bülent Ecevit, o tarihten sonra da yaptığı bazı açıklamalarla gündem yarattı. 18 Mayıs 2006 tarihinde geçirdiği beyin kanamasının ardından GATA'ya kaldırılan Bülent Ecevit, uzun süren tedavi sürecinin ardından bugün yaşamını yitirdi.

ŞAİR VE YAZAR ECEVİT
 

Bülent Ecevit, siyasi yaşamının yanı sıra yazar ve şairliği de birlikte yürüttü. Sanskrit, Bengal ve İngilizce dillerinde çalışma yapmış olan Ecevit Rabindranath Tagore, Ezra Pound, T. S. Eliot, ve Bernard Lewis'in yapıtlarını Türkçe'ye çevirdi.

Kendi yazdığı şiirleri de kitap halinde yayınlayan Ecevit'in şiirleri Almanya, Sovyetler Birliği, Romanya, Yugoslavya, danimarka ve İsveç'te yayınladı. Şair kimliğiyle yazdıklarını Şiirler, Işığı Taştan Oydum, El Ele Büyüttük Sevgiyi adlı üç kitapta toplayan Ecevit'in siyasi kitaplarından bazıları ise şöyle:

Ortanın Solu, Bu Düzen Değişmelidir, Atatürk ve Devrimcilik, Kurultaylar ve Sonrası, Demokratik Sol ve Hükümet Bunalımı, Demokratik Solda Temel Kavramlar ve Sorunlar, Dış Politika, Türkiye/1965- 1975, Umut Yılı: 1977.

''ÖZGÜRLÜĞÜ YİTİRDİK DOSTLAR''
 

Bülent Ecevit, ''Özgürlüğün ardından bir ağıt söylev'' başlıklı şiirinde, yitirilen bir değerin ardından, kendi yaşamının da temel ögesi olan ''umut'' ve ''sevgi'' ile şöyle seslenir:

''özgürlüğü yitirdik dostlar ardından bir çift sözüm var havaya benzerdi biraz varlığı duyulmazdı özgürlüğün yokluğu dayanılmaz 'saklamayın' derdi özgürlük 'beni kendinize esirgemeyin beni ellerden esirgendikçe tükenirim çünkü paylaşıldıkça çoğalırım ben' oysa kendimize kalsın diye özgürlük ona bahçelerde duvarlar ördük uçup gitti kuş misali bahçelerden ne eller gördü hayrını ne biz gördük 'yurttaşlar' derdi özgürlük 'bu devleti sizler yöneteceksiniz el ele yaşatabilmek için beni yaşayabilmek için benimle' oysa dünyalarımız öylesine küçüktü devlet öylesine büyük yönetilmek öylesine rahattı yönetmek öylesine yük''

http://www.radikal. com.tr/haber. php?haberno= 203698 

____________ _______
 
 
Karaoğlan'ı KAYBETTİK
 gazete sayfayı kaldırdığı için resim yayımlanmıyor
Eski başbakanlardan, DSP Onursal Başkanı Bülent Ecevit 172 gündür tedavi gördüğü Gülhane Tıp Akademisi'nde dün saat 22.40'ta dolaşım ve solunum yetmezliğinden yaşamını yitirdi
06.11.2006

Türkiye'de siyasetin son yarım asırlık dönemine damga vuran simge isimlerden eski Başbakan, DSP Onursal Başkanı Bülent Ecevit 6 ayı aşkın süredir tedavi gördüğü Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nde (GATA) dün gece hayata gözlerini yumdu. Doktoru Mücahit Pehlivan, tedavisinin 172'nci gününde Ecevit'in vefat ettiğini açıkladı.

172 GÜNDÜR BİLİNCİ KAPALIYDI
18 Mayıs 2006'da uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitiren Danıştay üyesi Mustafa Yücel Özbilgin'in cenaze töreninin ardından fenalaşarak GATA'da tedavi altına alınan Ecevit, 5 ayı geçen bir süredir hastanede yatmaktaydı. Solunum cihazına bağlı tutulan Bülent Ecevit'in kalp, dolaşım ve böbrek fonksiyonları nda sorun olduğu, son dönemde ise beyin fonksiyonları nda kısmi düzelme gözlendiği belirtilmişti. Ancak hastaneye kaldırıldığı günden bu yana Ecevit'in, tanıma bilinçlilik fonksiyonları geri dönmemişti.

GEÇEN HAFTA FENALAŞTI
Ecevit'in ölümünün ardından Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nden şu açıklama yapıldı:

"18 Mayıs 2006 tarihinden bu yana GATA Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı Başkanlığı Yoğun Bakım Ünitesi'nde takip ve tedavisi yapılan Sayın Bülent Ecevit'in stabil seyreden solunum ve dolaşım fonksiyonları son bir haftadır giderek bozulmuş ve uygulanan tedavilere yanıt alınamamıştır. Sayın Bülent Ecevit, 5 Kasım 2006 günü saat 22.40'da dolaşım ve solunum yetmezliği sonucu vefat etmiştir. Türk Milletinin başı sağ olsun."

SEZER'DEN ACI AÇIKLAMA
Acı haber üzerine GATA'ya giden DSP Genel Başkanı Zeki Sezer gözyaşlarını zor tutarak şu açıklamayı yaptı: "Gerçekten acımız sonsuz. Ne yazık ki bugün 22.40 itibariyle büyük devlet adamı, bizim önderimiz, kendisiyle uzun süre çalışma olanağı bulmaktan gurur duyduğum Sayın Ecevit'i yitirdik. Ama inanıyorum ki Sayın Ecevit'in fikirleri bu ülkede sonsuza kadar bize yol göstermeye devam edecek. Bu dolu dolu, başarıyla, felsefi altyapısıyla, dolu dolu bir hayatı Türk milletine adamıştı. Türk milletinin başı sağ olsun ve ben böyle bir haberi, böyle bir bilgiyi sizlere ulaştırmakla görevli oldum şu anda. Herhalde hayatımın en zor işini, en zor görevini yapıyorum. Bütün milletimize baş sağlığı diliyorum. Ecevit, sonsuza kadar fikirleriyle aramızda yaşayacaktır."

RAHŞAN HANIM HASTANEYE KOŞTU
Sorular üzerine Sezer, Bülent Ecevit'in eşi Rahşan Ecevit'in saat 23.00 sularında hastaneye geldiğini, sağlık durumunun iyi olduğunu ancak çok üzgün olduğunu söyledi. Rahşan Hanım yaklaşık 45 dakika hastanede kaldı. Ecevit'in ölüm haberinin duyulması üzerine başta DSP'liler olmak üzere çok sayıda vatandaş GATA'ya koştu. Çok sayıda vatandaşın gözyaşlarını tutamadığı görülürken, bir kadın da üzüntüden baygınlık geçirdi.

CHP'LİLERE TEPKİ
CHP'den Önder Sav ve Eşref Erdem'in de aralarında bulunduğu CHP'li gruba bazı vatandaşlar "Reklam için mi geldiniz. CHP'liler kına yakın" diye bağırdı. Önder Sav, GATA'nın önünden uzaklaşırken bir vatandaşa, "Böyle acı günde böyle şeyler söylemeyin" dedi.


ÖZDEŞLEŞENLER

Mavi gömleği:
"ECEVİT mavisi" 34 yıl önce siyasi literatüre girdi. 1972 yılında CHP Genel Başkanlığı'na seçildikten sonra mitinglerde kamyon kasasından konuşma yapıyordu. Kalabalık arasında kendisini göremeyenlerin "Hangisi Ecevit?" diye sorması üzerine Rahşan Ecevit, "İşte o mavi gömlekli" diye yanıt verdi. O günden sonra da hep mavi gömlek giydi. Böylece Türk siyasetine "liderle özdeşleşen simge" lerden biri daha yerleşti.

Kasketi
BÜLENT Ecevit'in kasketi, Süleyman Demirel'in şapkasının rakibiydi. Sağdaki Adalet Partisi'nin lideri fötr şapka, "Halkçı Ecevit" sloganıyla siyaset yapan Ecevit ise halk arasında daha yaygın kullanılan kasket takıyordu. Kaskete, Ecevit'in başını soğuktan ve güneşten korumanın dışında siyasi bir anlam da yüklenmişti.

Demli çayı:
TAM bir çay tiryakisi olan Ecevit aynı zamanda çok güzel çay demlemesiyle ünlendi. "Kafkas usulü" çay demleyen Ecevit, çayı demliğe alıp yıkayarak tozunu suyla akıttıktan sonra demlerdi. En sevdiği ise, hayat arkadaşı Rahşan Hanım'ın elinden cam bardakta şöyle tavşan kanı bir çay içmekti.

Beyaz güvercini
RAHŞAN Hanım'ın yıllarca Oran'daki evinin balkonunda beslediği güvercinler, Ecevit'in siyasi hayatında da simgesi oldu. Özellikle ilk Başbakanlığı döneminde 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatı'nın talimatını verdikten sonra düzenlediği bütün mitinglerde güvercin uçurmaya başladı. "Savaşın Şahini Barışın Güvercini Karaoğlan" sloganı eşliğinde uçurulan güvercinler, 12 Eylül döneminden sonra kurduğu DSP'nin amblemine de girdi.

Son sözü: Yalnız bırakmak istemedim
BÜLENT Ecevit, Danıştay'a yönelik saldırıdan büyük üzüntü duydu. Eşi Rahşan Ecevit'in ve korumalarının tüm ricalarına rağmen saldırıda yaşamını yitiren Danıştay üyesi Mustafa Yücel Özbilgin'in 18 Mayıs'ta Kocatepe Camii'ndeki cenaze törenine gitmekte ısrar etti. "Laik demokratik devlete meydan okuyan bir olayın ardından bu cenazeye gitmem lazım" diyen Ecevit korumalarının kollarında merdivenleri çıkabildi. Gergin ortam ve sıcak hava, güneş altında ayakta beklemek Ecevit'i aşırı derecede yordu. Oran'daki evlerine döndüklerinde "Keşke gitmeseydin" diyen eşine "Bizimle aynı doğrultuda olan bir insanı son yolculuğunda yalnız bırakmak istemedim" karşılığını verdi. Kendisi de eşi de bunların son sözleri olduğunu bilemedi. Saat 19.00 civarında yatağına uzanıp, dinlenmeye çekildi. Rahşan Ecevit kötüleştiğini fark edince doktoru Mücahit Pehlivan'a haber verdi. Pehlivan, Ecevit'i görür görmez beyin kanaması geçirdiği anladı. Ve Ecevit hemen ambulansla GATA'ya kaldırıldı.

Ne Dediler
Hep saygıyla hatırlayacağız

CUMHURBAŞKANI AHMET NECDET SEZER: Eski Başbakanlardan Bülent Ecevit'in yaşamını yitirmesinden büyük üzüntü duydum. Siyasi tarihimizin simge kişiliklerinden Ecevit, laik Cumhuriyet'in korunması, Atatürk ilkelerinin özümsenmesi, Türkiye'nin her alanda gelişmesine ve çağdaşlaşmasına önemli katkılarda bulunmuştur. Türk Ulusu, Ecevit'in ülkemize yaptığı hizmetleri, her zaman saygıyla anımsayacaktır. Ecevit'e Tanrı'dan rahmet, ailesine ve Ulusumuza baş sağlığı diliyorum.

Çok önemli hizmetler yaptı
BAŞBAKAN TAYYİP ERDOĞAN:
Uzun yıllar boyunca bir siyasetçi ve devlet adamı olarak ülkemize önemli hizmetlerde bulunan eski Başbakanlardan Bülent Ecevit'in vefatını büyük üzüntü ve teessürle öğrenmiş bulunuyorum. Türk siyasi hayatı, önemli bir şahsiyetini kaybetmiştir. Kendisini rahmetle anıyor, hayat arkadaşı Rahşan Hanım'a ve milletimize başsağlığı diliyorum.

Hepimizin öğretmeniydi
CHP GENEL BAŞKANI DENİZ BAYKAL:
"Çağdaş değerleri Türkiye'nin çağdaş yaşamıyla bağdaştıran bir liderdi. Temiz ve dürüst siyaset anlayışıyla hepimizin siyaset öğretmeni oldu. Sosyal demokrasiyi kapalı kapıların ardından çıkaran seçkin bir insandı. Türkiye onu çok iyi değerlendirecektir. " Şili'de bulunan Baykal, poragramını yarıda kesti ve, "Cenazeye yetişmeye çalışacağım" dedi.

Dürüstlüğün simgesiydi
DYP GENEL BAŞKANI MEHMET AĞAR:
Çok önemli çok büyük bir siyaset adamı kaybedilmiştir. Çok partili siyasal hayata girdikten bu yana merkez sol partiyi üç seçimde birinci çıkaran büyük bir siyasetçiydi. Tabandan gelen milletle birlikte gelen, Türkiye'nin değerlerine bağlı olan bir insandı Ecevit. Sanatçı ve aydın kişiliğiyle tanınmış, Türk siyasetinde dürüstlüğün sadeliğin simgesi olmuştur.

Milletimizin başı sağolsun
MHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI MEHMET ŞANDIR:
Ülkemize ve devletimize hizmet vermiş değerli bir insanı kaybetmenin üzüntüsü içerisindeyiz, milletçe başımız sağolsun. DSP ve MHP ülkemizin çok kritik bir döneminde 3.5 yıl ülkemize hizmet etti. Sayın Bahçeli ile Rahmetli Ecevit'in uyumu Türk siyasi tarihinde çok görülmeyen bir tabloydu ve çok önemli kararlara birlikte imza attılar.

 
                            http://www.vatanim. com.tr/root. vatan?exec= haberdetay&tarih=06.11. 2006&Newsid=92262&Categoryid=1
                            Copyright © 2005, Bağımsız Gazeteciler Yayıncılık A.Ş.
 
 
Denktaş: 'Ecevit bir can adam'
KKTC eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Bülent Ecevit'in Kıbrıs Barış Harekatı'nı barış için yaptığını vurgulayarak, "Ecevit, şair bir adam, muazzam bir diplomat. Konjonktürü göz önünde tutarak, Türkiye'nin atması gereken adımları korkusuzca atan bir başbakan, bir can adam. Kendisini hiç unutmayacağız" dedi
06.11.2006

Denktaş, hükümetin 'Annan Planı'na gözü kapalı evet demek'le suçlarken, Ecevit'in ruhunun ancak Kıbrıs meselesi çözüldüğünde şad olacağını söyledi. Gözyaşlarını tutamayan Denktaş, Ecevit'in Köykent Projesi'nin de hayata geçirilmesini istedi.

Muğla'nın Fethiye İlçesi'nde düzenlenen 4'ncü Uluslararası Türk Dünyası'nda Maniler Sempozyumu'nun onur konuğu olan Rauf Denktaş, dün akşam vefat eden eski başbakanlardan Bülent Ecevit hakkında duygu yüklü açıklamalarda bulundu. Çok üzgün olduğunu söyleyen Denktaş, "Ecevit, Türkiye'nin her baskıya boyun eğmeyeceğine, hakkını aramak için kararlılıkla hareket edeceğine tüm dünyayı inandırmıştır. Kıbrıs Barış Harekatı'nı barış için yapmıştır. Ecevit şair bir adam, muazzam bir diplomat. Konjonktürü göz önünde tutarak, Türkiye'nin atması gereken adımları korkusuzca atan bir başbakan, bir can adam. Kendisini hiç unutmayacağız" diye konuştu.

Denktaş, konuşma sırasında oldukça zorlanırken gözyaşlarına da hakim olamadı. "Kıbrıs Türkleri açısından zannedersem Ecevit denildiğinde Barış Harekatı'nı ve dolayısıyla doğum günümüzü hatırlayacağız" diyen Denktaş, şöyle devam etti:

"Çünkü Barış Harekatı yapılmamış olsaydı, bugün Kıbrıs'ta tek bir Türk kalmamış olacaktı. Kıbrıs'ın önemini bilen bir kişiydi. (Biz sadece Kıbrıs'ın güvenliğini sağlamıyoruz, Kıbrıs'ta bulunarak Türkiye'nin de güvenliği sağlıyoruz) diyen Ecevit, Kıbrıs'ın stratejik açıdan öneminin de altını çiziyordu. O bir kahramandı."

SORUN ÇÖZÜLÜRSE RUHU ŞAD OLUR
Rauf Denktaş, Türkiye'nin AB sürecinde Bülent Ecevit'in Kıbrıs konusunda aldığı tavrı da şöyle değerlendirdi:

"Barış Harekatı'ndan sonra en büyük başarısı Kıbrıs ile ve Türkiye'nin AB'ye girmesiyle ilgili olarak Kıbrıs meselesini Türkiye'nin önüne koymak isteyenlere söylediği sözdür. Demiştir ki 'Eğer siz Rum idaresini meşru hükümet olarak Kıbrıs diye üye yaparsanız, KKTC ile entegrasyona giderim.' Barış harekatının kararını alan Ecevit konuşuyordu. Tüm Avrupa da bunu dinledi ve değerlendirdi. Ama maalesef Annan Planı'na gözleri kapalı evet diyenler, tekrar bu işi birleştirdi. Ve şimdi içinden çıkılmaz bir durum ile karşı karşıyadırlar. Bu iki konu ayrılmalıdır. Ecevit'in ruhu o zaman şad olacaktır. Çünkü Kıbrıs'ın elden gitmesi, Türkiye'nin Kıbrıs'tan çekilmesi, Ecevit için hayati bir sorundu. Bu konuda çok hassastı. Bilindiği gibi her ay yapılan toplantılarda, Kıbrıs için hastalığına rağmen elinden geleni yapıyordu."

KÖYKENT UYGULANSIN
Ecevit'in unutulmaz bir lider olduğunu dile getiren Rauf Denktaş, "Büyük bir başbakan, bir devlet adamı, barış için her fedakarlığı yapmış olan Türkiye'nin başını hiçbir kuvvet önünde eğmeyeceğini dünyaya duyurmuş olan büyük bir lider kaybedildi. Allah rahmet eylesin ve ümit ederim ki Köykent Projesi onun aşkıydı. İnşallah bir vakıf kurulur ve sevdiği bir köyde projesi uygulanır. Ve başarılı olursa Ecevit'in bu projesiyle Türkiye'nin yüzü güler" diye konuştu.

Haber: DHA

 

 
 
Şairdi, güvercindi, maviydi...Takalar onsuz geçiyor şimdi
  gazete sayfayı kaldırdığı için resim yayımlanmıyor
Başında kasketi, elinde güvercini... Takalar geçirdi denizlerden allı yeşilli
06.11.2006

Başında kasketi, elinde güvercini... Takalar geçirdi denizlerden allı yeşilli.Dürüstlük abidesi Bülent Ecevit, meydanları "Ak Günlere" sloganlarıyla inlettiği 50 yıllık siyasi mücadelesini alnının akıyla bitirdi...

Dedelerimizin oğul diye bağrına bastığı, meşhur kasketli fotoğraflarını duvarlarına astığı Bülent Ecevit, kuşkusuz Türkiye siyaset arenasının en müstesna, en nevi şahsına münhasır simasıydı. Neredeyse 3 kuşak tanıklık etti onun 'temiz ve dürüst' siyaset şiarına. 1954 yılında CHP Çankaya Ocağı'nda başladığı politik macerası çok hızlı bir yükselişle başladı. CHP'ye üye olmasından üç yıl sonra, 1957 seçimlerinde, henüz 32 yaşındayken milletvekili seçildi. 36 yaşında ise bakan oldu. 1961 ve 1963 İnönü hükümetlerinin çalışma bakanıydı. Ve 50 yıllık siyaset hayatında tam 5 kez iktidara geldi. Ama sanatçı, mütevazı ve dürüst kişiliğine tamamen zıt bir mücadeleye atılmıştı. Büyük ihanetlerle karşılaştı, arkasından bıçaklandı. Son yıllarında yaşlılığı siyaset malzemesi yapıldı. Ancak o, en kirli oyunların döndüğü zamanlarda bile nezaketini bozmadı. İşte bu yüzden sevmeyeni olsa da nefret toplamadı. Görüşlerine karşı olanlar da dürüstlüğünü teslim etti hep. İşte Türk siyasetinin 50 yılına damga vuran Karaoğlan'ın kilometre taşları...

En sadık dostları çay ve şiir
Gözlerini, 28 Mayıs 1925'te İstanbul'da dünyaya açtı. Kastamonulu olan babası Fahri Bey adli tıp doktoru, İstanbullu olan annesi Nazlı Hanım ise ressamdı. Sıkı bir CHP'li olan baba Ecevit, 1942-50 yılları arasında Kastamonu Milletvekilliği yapmıştı. Ailesi Ecevit'i, İstanbul'daki Robert Kolej'e yatılı verdi. Edebiyat dersleri iyiydi ama lise birde az kalsın matematikten tasdikname alıyordu. En büyük tutkusu ise demli çay içerek mum ışığında şiir yazmaktı. Robert Kolej'in 1944 yılı mezuniyet yıllığında sınıf arkadaşı Dimitri Andriadis, Ecevit için şunları yazdı: "Bir bardak çay, bir yaprak kağıt, bir kurşun kalem ve bir şiir kitabı... İşte Bülent'in en sadık arkadaşları..."

Sınıf arkadaşı Rahşan'la evlendi
Ecevit'i tanımlarken akla gelen bir çok sıfat ve slogan var. "Karaoğlan, Halkçı Ecevit, Ak günler, Kıbrıs Fatihi, Ortanın Solu, Ecevit Mavisi, Gazeteci Ecevit, Şair Başbakan..." Ama resmi biyografilerinde, meslek hanesinde daima gazeteci yazdı. Babası Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne yazılmasını istedi. Fakat edebiyatçı olmak isteyen Ecevit, Hukuk Fakültesi'nde üç ay dayanabildi, Basın Yayın Genel Müdürlüğü'nün tercüme bürosunda çalışmaya başladı. 1946'da tam 60 yıl boyunca ayrılmayacağı hayat arkadaşıyla, kolejden sınıf arkadaşı Rahşan Aral'la evlendi.

Ulus'ta başladığı gazetecilik hayatı ise önce CHP liderliğine, oradan da başbakanlığına uzanan politika hayatının da başlangıcı oldu. CHP Çankaya Gençlik Ocağı'na üye olan Ecevit, 1957 seçimlerinde, Ankara Milletvekili olarak Meclis'e girdi. 1961 seçimlerinde oyların yüzde 36.7'sini alan CHP, Adalet Partisi ile koalisyona gitti. İnönü başbakanlığındaki hükümette, Ecevit Çalışma Bakanlığı'na getirildiğinde 36 yaşındaydı.

Barış harekatı Kıbrıs Fatih'i
6 Şubat 1974'te CHP-MSP koalisyonu kuruldu ve Ecevit ilk kez başbakanlık koltuğuna oturdu. 5 ay sonra Kıbrıs'ta bir darbe olmuştu. 20 Temmuz 1974'de harekat başladı. Barış Harekatı, Ecevit'in siyasi pozisyonunu da belirleyici biçimde etkiledi. O artık "Kıbrıs Fatihi Ecevit" ti... 12 Eylül'de siyasi hayatının üçüncü askeri müdahalesiyle karşılaştığında ise, CHP Genel Başkanı ve ana muhalefet partisi lideriydi. Ecevit, Demirel, Erbakan ve Türkeş'e 10 yıl boyunca siyaset yapma yasağı gelmişti. 1987'deki referandumla siyaset yasağı kalktığında ise, Demokratik Sol Parti, Ecevitler tarafından bir anlamda yoktan var edildi ve 1999 seçimlerinde Ecevit yeniden başbakanlık koltuğuna oturacaktı.

Apo'yu yakalayan Başbakan
Ecevit son başbakanlığı döneminde de teröristbaşı Abdullah Öcalan yakalandı ve başarı hanesine bir artı da böylece yazıldı. Ama bu dönem kaderin garip bir cilvesine sahne oldu. 1970'lerde, yaşlı, hasta ve kulağı duymayan İnönü'ye karşı başkaldırısının bir benzerini kendisi yaşadı. Hastalığı nedeniyle yaşadığı sorunlara kuşkular ve iddialar da eklenince yıllarca en yakınındaki Hüsamettin Özkan'la yollarını ayırmasının ardından peş peşe istifalarla partisi parçalandı.

'Bülentimle bir ömür...'

Hep Türkiye için bir şeyler yapmaya çalıştınız. Hayatınızda kendiniz için bir şeyler yaptınız mı?

Biz çok mutlu olduk, o bize yetti. Mutluluğumuz yeter. Hep vatanımız için faydalı olmaya çalıştık. Kimi zaman isyan ettik, kimi zaman mutlu olduk am özel hayatımızda hep mutlu olduk.

Rahşan ve Bülent Ecevit özel hayatında onları mutlu kılacak ne yaptılar?

İşte şu kanepenin üstünde oturduk. Bahçemize bakarken çay içtik.

Bu mu mutluluk?

Evet. En büyük mutluluk bu. Hastanedeyken bana konuş dediler ben de konuşuyorum. Duyuyor mu bilmiyorum. Konuşurken geleceksin mavi kanepemize yine oturacağız. Senle birlikte çay içip bahçemizin yeşilliğine bakacağız diyorum.

Ama siz hep vermişsiniz.

Biz mutlu olduk verirken. Onun için azını çoğunu düşünmedik.

Hep mutlu oldunuz...

Evet, çok özlüyorum onu. Şimdi de çok özlüyorum. Her gün gidiyorum ama gene de özlüyorum.

Şimdi Ecevit şu kapıdan çıksa gelse yanımıza otursa ne yaparsınız?

Mutlu olurum.

Bu kadar mı? Boynuna sarılmaz mısınız?

Onu mu soruyorsunuz. Her gün gidiyorum görüyorum elini tutuyorum okşuyorum.

Bu Bülent Ecevit'in oturduğu sandayle değil mi?

Hastalandığı günden bugüne bu sandalyeye bu evde hiç kimse oturmadı herkes biliyor da oturmuyor.

Peki bu sandalyenin bir özelliği var mı efendim?

O böyle kaykılık oturmayı sevmiyor dik oturmasını sevdiği için oraya oturuyor.

Ve günlerdir bu sandalye böyle boş.

Sahibini bekliyor.

Çalışma odasını hiç derleyip toparladınız mı?

Hayır. Hiçbir şeyi derleyip toplamadım. Hiçbir değişiklik yapmadım. Onu bekliyorum. Masasında hiçbir şeyi ile oynanmadı.

MALVARLIĞIMIZ

Efendim sayın Ecevitlerin nesi var mal olarak?

Bu evimiz (Oran'daki) var. Bunu biz kendimize aldık. Annemin bir evi vardı 100 metrekarelik. Annemin vefatından sonra bana kalmış oldu. Bir de onun annesi bir evde yaşardı. O da İstanbul'da işte. O 100 metrekarelik ev de Bülent'e kaldı.

Yani miras yoluyla gelmiş 100m2'lik iki ev bir de burası?

Bir yerimiz daha var, o da benim babamdan kalmıştı o da 100 metrekarelik.

Miraslar olmasa bir tek burası var varlık olarak?

Evet burası var. O mirasları da kullanmıyoruz başkaları kullanıyor.

Başkaları dediğiniz?

Yani kirasız başka eş dost kullanıyor.

Yani ihtiyacı olanlara mı verdiniz onları da?

Evet.

Kira alıyor musunuz?

Hayır, hayır.

Burası mı efendim bütün cennetiniz?

Evet. Tek bir eksiğimiz var o da tamamlanacak inşallah.

10 MADDEDE KARAOĞLAN

KARAOĞLAN ADINI KİM TAKTI:

1973 seçimleri öncesinde, Sivas'ın Yıldızeli ilçesinde, CHP'nin seçim otobüsüne yanaşan elinde bastonu iki büklüm bir nine, "Karaoğlan nirede ha evlatlar, Karaoğlan'ı görmek istiyom" diye sordu. Yaşlı kadının kullandığı bu sıfat ağızdan ağıza yayılıp benimsendi.. .

ECO LAKABI:
"Eco" lakabı ilk olarak Robert Kolej'deki arkadaşları tarafından takılmıştı. Bu kısaltma, yıllar sonra miting meydanlarında "Karaoğlan"la birlikte tekrar canlanacaktı.

KESTANELİ PASTAYA HAYIR DİYEMEZDİ:
Kestaneli pastaya, madlen çikolataya, tavşan kanı bir bardak çaya asla hayır diyemezdi. Koyu bir tiryaki olduğu dönemlerde önce Bitlis ardından Tekel 2000 sigarası içerdi ancak esas keyfi Dunhill'den alırdı.

İNÖNÜ'NÜN SOFRALARI:
İsmet İnönü'nün evinde yenilen akşam yemeklerine pek katılmazdı. Bir keresinde bununla ilgili olarak kendisine yöneltilen eleştirileri, "Armut dibine düşermiş. Sayın İnönü de Atatürk'ün sofralarına pek katılmayıp daha çok işlerin peşinde koşardı" diye cevaplamıştı.

YALNIZ KOVBOY:
12 Eylül sonrasında DSP kurulurken yanında 1966'da yola çıktığı arkadaşlarından sadece Orhan Birgit kalmıştı.

BİR GECEDE DEĞİŞTİ:
Genel sekreterlik yarışına girdiği kurultaydaki ilk gün konuşması o kadar acemice ve heyecanlıydı ki, kendisini destekleyen ekipte kısa süren bir panik havası doğurmuştu. Ancak ikinci gün o Ecevit gitmiş, yerine yıllarca meydanları dolduran kalabalıkları peşinden sürükleyecek müthiş bir hatip gelmişti.

YASAK AŞK ŞAŞKINLIĞI:
Bakanlarından Hasan Fehmi Güneş'in basının diline düşen gönül macerası patlak verdiğinde hislerini Genel Sekreter Yardımcısı Uğur Alacakaptan' a "Çok şaştığım bir şey var" diye özetleyecekti: "Bu işlere nasıl vakit buluyorlar anlamıyorum. Ben kitap okumaya bile bulamıyorum da..."

TANIMAYAN DA VAR:
Van ve çevresinde yaşanan deprem felaketinden sonra bölgeyi ziyareti sırasında bir köylüyle arasında geçen diyalog, bir anlığına da olsa herkesi gülümsetmişti. Başbakan Ecevit herkes bir ağızdan konuşmasın diye köy meydanında toplanan ahalinin içinden bir sözcü seçmiş, uzunca bir süre de konuşmuştu. Bu sırada köylü elini kaldırarak söz istemiş ve herkesi güldüren sorusunu yöneltmişti: "Hepsi iyi güzel de... Allasen sen kimsin?"

BAŞUCU ŞAİRLERİ:
Ecevit'in gönlünde şiirin yeri bir başkaydı. Nazım Hikmet, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Orhan Veli, Oktay Rifat ve Hintli şair Tagore'un tutkunuydu.

TEK LÜKSÜ BURBERRY PARDÖSÜ:
Giyim kuşamı konusunda her zaman sade bir çizgiyi benimsedi. Adı ile anılan mavi gömlekleri ve düz mokasen ayakkabıları dışında İngiltere yıllarından kalma tek bir lüksü vardı: Burberry pardösüsü.


HAMZAKOY YOLCULUĞU
12 Eylül sabahı tüm Türkiye postal sesleriyle uyandı. Ve tabii Ecevit de. Darbe günü gözaltına alınan Demirel ve Ecevit, Çanakkale-Hamzakoy' daki askeri tesislere, Erbakan ve Türkeş de İzmir-Uzunada' ya gönderildi.


Tarİh 19 Şubat 2001... Ecevit, MHP ve ANAP koalisyonuyla 5'inci kez başbakanlık koltuğunda. MGK'nın Şubat ayı olağan toplantısından önce Cumhurbaşkanı Sezer ile Ecevit arasında yaşanan tartışma Türkiye'yi tarihinin en derin krizine soktu. "Anayasa fırlatma"yla sonuçlanan olay, Ecevit'in de aktif siyasetten çekilmesine yol açan süreci başlattı.


ECEVİT HÜKÜMETLERİ
37. HÜKÜMET: 1. Bülent Ecevit Hükümeti
(26.01.1974- 17.11.1974)
40. HÜKÜMET: 2. Bülent Ecevit Hükümeti
(21.06.1977- 21.07.1977)
42. HÜKÜMET: 3. Bülent Ecevit Hükümeti
(05.01.1978- 12.11.1979)
56. HÜKÜMET: 4. Bülent Ecevit Hükümeti
(11.01.1999- 28.05.1999)
57. HÜKÜMET: 5. Bülent Ecevit Hükümeti
(28.05.1999 - 18.11.2002)
 

____________ _______

 
13:50 06 Kasım 2006 / Pazartesi 

 
Şiirleriyle de gönüllere hitap etti...


     
     Ömer KAYA

     
Siyaset dünyasının Karaoğlan'ı Bülent Ecevit'in yaşamında şiir de politika kadar yer tuttu. Şiirleri 17 yaşında yayımlanmaya başlayan Ecevit, yapıtlarını 3 şiir kitabında topladı.
      1993 yılında yazdığı "Özgeçmiş" adlı şiirinde "bir boşluktan boşluğa/bir
      cam bardağa dolmuşum/cam bardakta su olmuş/sudan içmiş can olmuşum/görünmezden cana/bir kumaş örülmüş/kumaşa bürünmüş/beden olmuşum/bir varmış bir yokmuş/iki boşluk arası/bir rüyalık alemde/sen ben olmuşum" diyen Ecevit'in şiirleri değişik dillere de çevrildi. Doğan Kitap'tan 2005 yılında çıkan ve tüm şiirlerinin bir araya getirildiği "Bir Şeyler Olacak Yarın" adlı kitabında "Önsöz" olarak aynı adlı şiirine yer veren Ecevit, "ozan söze değdi mi/sözün dili çözülür/usun ermediğini/gözün görmediğini/şiir dili duyurur" dizeleriyle bir bakıma "şiir"in tanımını da yapıyordu. Aynı kitabındaki "Niçin Şiir" başlıklı yazısında kendisi için şiir yazmanın, özellikle siyasete girdiğinden itibaren, bir iletişim aracı, bir düşünce açıklama yolu değil, "bir düşünme yöntemi" olduğunu vurgulayan Ecevit'e göre, "düzyazı diliyle düşünülebilenin ötesine geçilebilir bu yöntemle... Başka sanat dallarında da bu olanak vardır. Yeter ki ozan ya da sanatçı şiir dışı ya da sanat dışı bir amaç gözetmesin yaratısında..."
     
     "ŞİİR BENİM ÖZEL EYLEMİM"

      "Topluma bir bildirim olacaksa bunun için şiirden yararlanmam" diyen Ecevit, bu görüşünü şöyle açıyordu:
      "Yine de yazdığım şiirlerde bir bildiri bulunabilir. Ama çoğu kez ben de o bildiriyi şiirden öğrenirim veya çıkarmaya çalışırım. Topluma bildiride bulunmak için şiir yazanları eleştirmiyorum. Kimi ozanların topluma insanlığa büyük katkıları olur o yoldan. Ama şiir ille bunun için yazılmalı diyen olursa ona katılamam. Ben yapabildiğim kadar toplumsal görevimi siyasal eylem yoluyla yapıyorum. Siyasal açıklamalarımla yapıyorum. Doğrudan yapıyorum. Şiir benim özel eylemim."
     
     SİYASET VE ŞİİR...

      Ecevit, "siyaset-şiir" ilişkisini ele alırken, "Siyasete girdim diye şiir yazmayı şiir çevirmeyi bıraksaydım siyasette ben ben olmazdım" saptamasını yapıyor ve şöyle devam ediyordu:
      "Bir siyaset adamının bütün yaşamı ve dünyası siyaset olursa onun siyasette bile yararlı olamayacağına inanırım. Her siyaset adamı ille şiirle veya sanatla ilgilenmelidir anlamı çıkarılmasın bu sözümden... Ama her siyaset adamının siyasetten başka bir dünyası da olmalıdır. Zaman zaman o başka dünyasına geçip siyasete siyasetin dışından da bakabilmelidir. Siyasetin bir soyut uğraş olmadığını siyasetin öz konusunun insan olduğunu öz amacının insan özgürlüğü ve mutluluğu olduğunu unutturmayacak bir uğraşı bir bakış açısı bulunmalıdır siyaset adamının."
     
     DİL VE ŞİİR...

      "Dil"in ortak gözlemleri, duyuları, duyguları, izlenimleri nesnel olarak belirleyip tanımlayan sözcüklerden oluştuğunu, bu sözcüklerin art arda dizilişinin belli kurallara göre olduğuna, bunun da insanı düşüncede büyük ölçüde bağımlı kılacağını işaret eden Ecevit, bu bağımlılıktan bir ölçüde kurtulabilme olanağının en çok şiirde bulunduğunu belirtiyor ve ekliyordu:
      "Anlatma özgürlüğünden ve sorumluluğundan kurtulması dilde özgürlük kazandırır ozana... Dilde özgürlükse düşünmede özgürlüğü arttırır.
      Kuşkusuz kesin bir özgürlük değildir bu... Kesin özgürlük yoktur aslında.
      Göreceli bir özgürlüktür bu... Fakat göreceli de olsa önemli bir özgürlüktür.
      Şiir dışı amaçla yazılan şiir topluma bildiride bulunmak için için yazılan şiir bu özgürlüğü kullanamaz. Çünkü öyle bir şiir iletişim aracıdır." "Bu anlamda şiir kendiniz için yazmak demektir", Ecevit'e göre... "Ama kendiniz için yazarken de insan için yazmış olursunuz. Şiirle kendinizde bulduğunuzu tüm insanlık için bulmuşunuzdur. Bir gerçeği veya doğruyu kendinizde duyamazsanız bulamazsanız dışınızda hiç duyamaz bulamazsınız. O nedenle bencillek değildir şiiri kendisi için yazmak..." Ecevit, bu temellendirmeden sonra kendi şiiriyle ilgili olarak, "Ben de gazeteciliğe hele siyasete girdikten sonra kendim için yazar oldum şiiri. Çünkü artık bir iletişim aracı olarak şiiri kullanmama gerek kalmamıştı" değerlendirmesinde bulunuyordu.
     
     -TOPLUM VE ŞİİR...

      "İnsanlık şiirin sağladığı özgürlüğü bir ölçüde olsun kullanmazsa dil insanın aracı olmaktan çıkar insan dilin aracı olur" Bülent Ecevit'e göre...
      Böyle bir durumda insan özne olmaktan çıkar nesne olur.
      Alman düşünür Hamann'ın "şiir insanlığın ana dilidir" sözüne gönderme yapan Ecevit, şiirsiz kalan toplum bu nedenle insanlığın ana dilinden kopmuş sayar. Öyle bir toplum dile yabancılaşır; o yüzden kendine de yabancılaşır.
      Ecevit'e göre, "Dille düşüncenin ilişkisi gözönünde tutulursa öyle bir toplumda düşünce de giderek bundan etkilenir ve öznelliğini yitirip kişiye yabancılaşır.
      Öyle bir toplumun insanları sloganlarla konuşur artık. Daha kötüsü sloganlarla düşünürler. Daha da doğrusu pek düşünmez olurlar."
     
     TÜRK TOPLUMU VE ŞİİR...

      Ecevit'e göre, "Türk toplumu Türk halkı -dünyanın her yerinde- basmakalıp düşünür olmaktan ve baskılar altında suskunlaşıp veya nesnelleşip benliğini yitirmekten şiirle kurtulmuştur." Şiir, Ecevit'e göre, Türk halkının, özellikle Türk köylüsünün "düşünceye konulan yasakların erişemediği bir özgürlük alanı olagelmiştir."
     
     OZAN VE ŞİİR...

      Ecevit'e göre, ozan bulmak istediğinin ardından koşmasının geçersizliğini bilir; "kafasının duyularının kapılarını camlarını açabildiğince açar ve bekler." Felsefe bilimden, şiir de felsefeden önce gelir "buluculuk"ta; çünkü filozof bilim adamından ozan da filozoftan özgür düşünebilir; çünkü ozan dilde de hepsinden özgürdür, Ecevit'in anlayışına göre...
     
      VİRGÜL VE ŞİİR...

      Şiirlerinde virgül kullanmayan Ecevit, bu duruma açıklık getirirken, "halk şiirinde virgül de nokta da satır da başlarında büyük harf de yoktur ama her dize kolayca anlaşılır ben bunu şiirde kolayca başarabildim. Kolay olmamakla birlikte düz yazıda da uygulamaya başladım" açıklamasına, örneğine yer veriyordu.
     
     AYTMATOV'UN SÖZLERİ...

      Ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov, Ecevit'in Rusça olarak yayımlanan şiir kitabına yazdığı "Sonsöz"de, "Ecevit'in şiirlerinde ulaşılan entellektüel kültür, felsefi düşünme düzeyi, genel Türk şiir yazınının olanaklarını ve dolayısıyla Türk dilinin kaynaklarını yüksek bir soyutlama düzeyine, dünya çapında önemli bir düzeye yükseltiyor; onların kendi emeğiyle kazanılmış yeni kıvraklığını ve teknolojikliğini kanıtlıyor" saptamasını yapıyor.
     
     GENÇ YAŞTA BAŞLAYAN ŞİİR YOLCULUĞU VE EDEBİYAT

      Ecevit'in ilk şiirleri, Vedat Nedim Tör'ün isteğiyle ve "Bu şiirleri, bu toprağın onyedi yaşında bir genci yazdı" tanıtımıyla 1942'de "Hep Bu Topraktan" adlı dergide yayımlandı. 1970'li yıllarda yayımlanan iki şiir kitabında gençlik yıllarında yazdığı şiirlere yer vermeyen Ecevit, Doğan Kitap'tan 2005'te çıkan "Bir Şeyler Olacak Yarın"a bu şiirleri de aldı.
      "Özgür İnsan" (1972-78) ve "Arayış" (1981) dergilerinin başyazarlığını yapan Ecevit, edebiyat çalışmalarına 1941'de Tagore'un "Gitanjali" adlı şiir kitabının çevirisiyle başladı; 1963'te de T.S. Eliot'ın " Kokteyl Parti" adlı oyununu Türkçeye kazandırdı.
      Bazı şiirleri bestelenen Ecevit'in Londra'da basın ataşeliğinde görevliyken yazdığı "Türk-Yunan Şiiri", Muammer Sun tarafından şarkı sözü olarak kullanılarak "Mavi Büyü" adıyla bestelendi. Orkestra eşliğinde soprano ve tenor için yazılan eserin ilk olarak Bursa'daki Türk-Yunan Dostluk Konseri'nde seslendirildi.
     
     ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER...

     TAKA

     takalar geçiyor allı yeşilli

     takalar geçiyor dümenleri lazlı

     takalar geçiyor en nazlı

     yelkenlilerden de güzel

     güvenli sularda işsiz dönenen

     gezi yelkenlilerinden çok duyarak denizi

     takalar geçiyor enginlere

     yamalı göğsünü gere gere

     takalar geçiyor yükle yürekle

     takalar geçiyor emekle dolu

     günlük güneşlik

     kıyılardan kopmuş denizlerde Anadolu kıyılar kadın olmuş

     açılır gider erkeği

     takalar takalar toprağın

     denizde çarpan yüreği (1970)

 

       YARIN

     birşeyler olacak yarın

     duruşundan belli

     kırdaki atların

     bulutların koşusundan belli

     kazışından köstebeklerin toprağı

     karıncaların telaşından belli

     birşeyler olacak yarın

     belki bir tomurcuk

     beİki bir ağacın düşen yaprağı

     belki de bir çocuk

     pek o kadar göremesek de uzağı

     kuşlarin uçuşundan belli

     birşeyler olacak yarin

     öbürgünden önemsiz

     bugünden önemli (1975)

 

     JEOLOG

     avucumda bir buhurdan bu dünya

     çağlar tüter insansız

     sarar beni benden uzağa

     yokolmuş dağlar

     yankılar beni yapayalnız

     toprağın basamaklarından iner

     derin dağlara yükselirim

     eski ırmak izlerinde

     akar yiterim kumlarla

     görmez olur beni gözlerim (1976)

    

      SORU

     Kimbilir

     insanda son kalan gözler

     görür mü dünyayı uzaktan

     kimbilir

     küçülür mü dünya

     büyür mü uzaktan

     kimbilir

     küllenir mi dünya özlenir mi yoksa uzaktan (1975)

    

     MAĞARA

     mağaranın duvarına

     hayvanları taştan oydum

     kükrediler karanlıkta

     türkülerle karşı koydum

     karanlıktı mağara

     ışığı taştan oydum

     üşüyordum

     bir de güneş koydum

     aşk oydum mağaranın duvarına

     aşk oydum

     ağrıdı taşlar

     yarıldı mağara

     ben doğdum (1970)

    

     İNSAN

     elbette senden güzel olacaktı

     çizdiğin resim

     yaptığın heykel

     senden büyük olacaktı

     senden yakışıklı

     elbette senden çok duyacaktı

     söylediğin türkü

     sen olduğundan büyüksün

     sen olduğundan iyisin

     sen olduğundan güzel (1954)

    

     BEN MİSİN

     dirilten misin beni gövdem

     öldüren misin bilmem

     gördüren misin beni

     gözüm körleten misin bilmem

     bildiren misin bana başım

     gizleyen misin bilmem

     bir ben varım benden öte

     ben misin bilmem (1971)

    

     TRENSİZ

     trenler geçmez oldu gözlerinden artık

     sallanmaz oldu ak mendili

     rayların sonu belli

     en uzak yerler bile tanıdık

     trenler geçmez oldu gözlerinden artık

     ayrılan ayrıldı kavuştu kavuşan

     duman tütmez oldu yolcu gelmez

     bir tren sesi kalmış kulağında uzaktan

     trenler geçmez oldu gözlerinden artık

     kampana çalmaz oldu saati

     istasyonda artık o bir başına

     elinde bileti (19)

    

     PROMETE KENTTE

     Promete şimdi kentte

     kayalara bağlı değil

     beton duvarlarla çevrilidir

     kartalların giremiyeceği bir semtte

     kendi kendini kemirir (1976)

    

     AV

     ormanın kuytusunda vurulan geyik

     hayvanlar acınla suskun

     dallar yasınla eğik

     boynuzlarında çizgilerinde gözlerinde

     avcının söndüremediği iyilik (1971)

    

     PÜLÜMÜRÜN YAŞSIZ KADINI

     Pülümürün bir dağ köyünde gördüm onu

     yaşını sordum bir giz gibi güldü

     kimi seksen dedi köylülerden kimi yüz

     yüzüne baktım bir giz gibi güldü

     bir asa vardı elinde

     bir solmuş kırallığın

     kadifeden harmanisi üzerinde

     bir hititliydi o bir Selçukluydu

     bir ermeniydi bir kürttü

     bir türk

     yaşını sordum bir giz gibi güldü

     koluma girdi bir soylu kadınca

     tozlu köy yolunda sürüyerek eteğini

     beni tek gözlü sarayına götürdü

     köy yapısı kulübesinin

     Zamanı onda yitirdim ben

     Yitik zamanlara onda eriştim

     en soylu yoksulluğun

     toprak döşeli sarayında

     bir taç gibi kondu başıma Türkiyeliliğim (1969)

 

     BİR OZAN BİR DEVLET ADAMINI SORGULUYOR

     yıldızlı bir gecede

     göğe bakmıyalı

     kaç ay geçti

     anımsar mısın

     yıldızlı bir gecede

     ya da güpegündüz

     canevinde duymadan

     sonsuzluğunu göğün

     ya da bir sabah

     çiçek açtığını ansızın

     fark etmeden

     bahçendeki ağacın

     hele bir de işitmeden

     işine giderken

     bilmeden ezdiğin

     karıncanın sesini

     nasıl bilesin

     evrendeki yerini de

     nasıl yönetesin

     ülkeni (1994)

    

     ELELE BÜYÜTTÜK SEVGİYİ

     Rahşan'a,

     birlikte öğrendik seninle

     avcumuzda yüreği çarpan

     kuşa sevgiyi

     elele duyduk kumsalda denizin

     milyon yılda yonttuğu

     taşa sevgiyi

     tırtılları tanıdık seninle baharda

     tırtılken daha sevmeyi öğrendik

     sevgiden

     üreyen kelebeği

     toprağı evimiz gibi sevdik seninle

     birlikte sevdik kuru toprakta

     ev küren köstebeği

     köstebeğinden toprağına taşına

     tırtılından kelebeğine kuşuna

     elele sevdik bu dünyayı

     acısıyla sevinciyle sevdik

     yazıyla kışıyla sevdik

     köy-köy ülke-ülke

     gökler gibi sardı dünyayı

     yağmur gibi sızdı dünyaya

     dünya kadar oldu sevgimiz

     elele büyütüp elele derdik

     elele derip insana verdik

     verdikçe çoğalan

     sevgimizi (1980)

 
13:30 06 Kasım 2006 / Pazartesi 
Süleyman Demirel çok üzgün

      Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Rahşan Ecevit'e taziye ziyaretinde bulundu.
      Ecevitlerin Oran'daki evine gelişinde Demirel'in eski grup başkan vekili Emrehan Halıcı karşıladı.
      Özel doktoru Aylin Cesur'la birlikte gelen Demirel, çok kısa süren taziyenin ardından şu açıklamayı yaptı:
      "Siyasal hayatında yarım asırı aşan hizmetlerde bulunmuş eski başbakanlardan değerli devlet adamı sayın Bülent Ecevit'e Allah'tan rahmet diliyorum. Milletimizin başı sağolsun. Ailesine, kendisini sevenlere başsağlığı diliyorum. Allah rahmet eylesin." Rahşan Ecevit'e taziyeler sürerken, eski adalet bakanı Hikmet Sami Türk, MGK Eski genel sekreteri emekli Org. Tuncer Kılınç, eski TBMM Başkanı Ömer İzgi, ASO Başkanı Zafer Çağlayan ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener başsağlığı ziyaretinde bulundu.
      Başbakan Yardımcısı Şener, taziye sonrası Ecevit'in ne zaman ve nereye defnedileceği konusundaki gazetecilerin sorularını yanıtlarken, "Şuanda çalışmaların sürdüğünü, defnedileceği yerin henüz belirlenmediğini ifade ettiler. Bu konuda İçişleri Bakanımız gerekli çalışmaları yapıyorlarö demekle yetindi. Şener Rahşan Ecevit'i nasıl gördüğünün sorulması üzerine de "Zor bir durum. Birbirini sevmiş iki insanın sonunda ayrılıkla baş başa kalmaları, duyguların yoğunlaştığı bir ortamı ortaya çıkarır. Derinden üzüntülü olduğunu gördük" dedi. Şener, eski başbakan Ecevit'i son olarak hastalığından önce havaalanında gördüğünü ve sohbet ettiğini, sonrasında ise kendisine bir şiir kitabını gönderdiğini anlattı.
 
13:15 06 Kasım 2006 / Pazartesi 


 
Evren: 'Ecevit'in 12 Eylül'de tutuklanmasına çok üzüldüm'

      Mustafa SARIİPEK/ MARMARİS(Muğla), (DHA)

BÜLENT Ecevit'in ölümüne çok üzüldüğünü belirten 7'nci Cumhurbaşkanı Kenan Evren "Karaoğlan gerçekten her babayiğidin alamayacağı kararlar alan, son derece dürüst bir insandı. Allah rahmet eylesin'' dedi. Ecevit'in 12 Eylül yönetimiyle mücadele etmek için dergi çıkardığını, dış ülkelerden basın mensuplarına demeçler verdiğini hatırlatan Evren, "O zaman bunlar suç oluyordu. Sıkıyönetim mahkemesi iki ay mahkumiyet verdi. Ben buna da çok üzülmüştüm. Ama yapacak bir şeyim yoktu'' dedi. Bugüne kadar Atatürk dahil tüm cumhurbaşkanları ve başbakanların cenaze törenine katıldığını söyleyen Evren, Ecevit'in cenaze törenine de katılacağını belirterek, "İnşallah bu son olur'' dedi.
      Kenan Evren, Bülent Ecevit'in ölümünün ardından Marmaris'in Armutalan Beldesi Beyaz Sokak'taki evinde basın mensuplarını kabul etti. Konuşmasına Ecevit'in vefatından çok büyük üzüntü duyduğunu belirterek başlayan Evren şunları söyledi:
      "Ecevit'i en eski tanıyan benim. 90 yaşın içindeyim. Dere tepe demeden bütün Türkiye'yi dolaştığı günleri hatırlarım. Rahmetli İnönü ile mücadelesini, İnönü'yü başbakanlıktan indirip kendisinin parti başkanı ve başbakan olmasını bilirim. Sonraki dönemlerini tekrar başbakan oluşunu ve özellikle Kıbrıs Harekatı'nı bilirim. O zaman Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı'ydım. Karaoğlan her babayiğidin alamayacağı kararı cesaretle aldı. İyi ki öyle cesaretli bir başbakan vardı ve böyle bir kararı alarak Kıbrıs'ı zalim Rumlar'ın elinden kurtardı. Ama hayat bu. Kimi geç kimi er nasılsa öteki tarafa göçeceğiz. Vefatından büyük üzüntü duydum. Türk Milleti de çok üzüntü duymuştur.'' Ecevit'in dürüstlüğü, çalışkanlığı, vazife aşkı hakkında hiç kimsenin kötü bir şey söyleyemeyeceğini belirten Evren, "Bu mümkün değil. O kadar dürüsttü ki yani devletin beş kuruşuna tenezzül etmezdi. Bu nedenle de halk tarafından çok sevilirdi. Diyeceksiniz ki madem ki çok seviliyordu, partisi neden seçilemedi? Oluyor, ne yapacaksınız? Bu dürüstlüğü ve çalışkanlığı 72 milyona anlatmanız mümkün değil. Seçim etkenleri değişik. Başkası seçilebiliyor. Allah rahmet eylesin, yaptıkları unutulmayacak' ' dedi.
     
      İNŞALLAH BU SON OLUR

      Genelkurmay Başkanı olması için üçlü kararnameyi Bülent Ecevit'in imzaladığını hatırlatan Kenan Evren "Ben Genelkurmay Başkanı'yken başbakanımdı. Hastalığı çok uzun sürdü. Çok çekti zavallı. Zaten üç aya yakın da ölü ile diri arasında bir hayat yaşadı. Tabii hepimizi üzerek bu dünyadan ayrıldı. Cenazeye ben de katılacağım. O görevimi de yerine getireceğim. Talihsizliğim şu ki şimdiye kadar bütün cumhurbaşkanları ve başkanların Atatürk'ten başlayarak cenazesinde bulundum. Atatürk'ün cenaze merasiminde cenazenin arkasında topçu okulunun çelengini taşıyordum. İnşallah bu son olur'' dedi.
     
      TUTUKLANMASINA ÇOK ÜZÜLDÜM

      Bülent Ecevit'le başbakan olması nedeniyle çok sıkı ilişkilerinin olduğunu belirten Evren, şöyle devam etti:
      "O kadar saygılı, o kadar hassas bir insandı ki anlatamam. Çankaya'da bir makamı vardı. Sonra konut oldu. Buraya gider konuşurduk. Çıkarken beni kapıya kadar, arabaya binene kadar uğurlamaya gelirdi. Üzülürdüm. 'Yapmayın efendim, çok üzülüyorum bundan' derdim. Dinlemezdi yine yapardı. 12 Eylül döneminde biliyorsunuz, o zamanın parti başkanlarıdır diye onları göndermiştik. O ayrı bir şey. Ben ona kırgın veya kızgın olduğum için bunu yapmadım. Ayrı gayrı yapamazdım. Onun için onu Eceabat'taki yere birlikte göndermiştik. Sevinerek yapmadım. Silahlı Kuvvetler'in aldığı bir karardı. Ama 12 Eylül'den sonraki dönemde siyasi çalışmalara bir süre ara verilmesini istedik. Öyle karar çıkardık. Ona rağmen 12 Eylül yönetimiyle mücadele etmek istedi. Bir mecmua çıkarmak istedi. Dış ülkelerden basın mensuplarına beyanat verdi. O zaman bunlar suç oluyordu. Sıkı yönetim mahkemesi iki ay mahkumiyet verdi. Ben buna da çok üzülmüştüm. Ama yapacak bir şeyim yoktu. Rahmetli Ecevit bundan fazla sıkıntı duymamış ki ben emekli olup ayrıldıktan sonra başbakanlığına gittiğim her seferinde ta merdivenlerde karşılayıp yukarı çıkardı, aynı şekilde yolcu etti. Hayat bu her türlü kırgınlıklar yaşanabiliyor. Sonra iyiye dönüyor. Yani aramızda kırgınlık sıkıntı olmadı.'' Basın mensuplarının "Aranızda önemli bir sıkıntı yaşandı mı?'' şeklindeki soruya Kenan Evden "Aramızda hiç anlaşamadığımız mevzu olmadı. Çok önemli kararlar alındı. Onun döneminde elimden gelen tüm desteği vermeye çalıştım. Çünkü ülke çok sıkıntıdaydı. Beş kuruşa muhtaçtık. Döviz yok. Bir çok maddeler bulunamıyordu' ' yanıtını verdi.
 
http://www.milliyet .com.tr/2006/ 11/06/son/ sonsiy27. asp
 
 
13:10 06 Kasım 2006 / Pazartesi 
 
Ecevit'in "dostluk fidanı" büyüdü

     
     Hüseyin Yeşilkavak
     
Türkiye'nin AB'ye aday ülke kabul edildiği 1999 yılındaki Helsinki Zirvesi'nde, dönemin Yunanistan Başbakanı Costas Simitis'in vefat eden eski Başbakan Bülent Ecevit'e hediye ettiği ve Bursa'ya dikilen zeytin fidanı, barışa uzanan bir ağaç oldu.
      Dönemin Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Erdoğan Bilenser'in önerisi üzerine Çekirge Caddesi'ndeki Karagöz-Hacivat heykeli yanına dikilen "dostluk fidanı", Ecevit'in dün gece hayata gözlerini yummasının ardından ayrı bir önem kazandı.
      Sabahın erken saatlerinden itibaren Çekirge Caddesi'nden geçen vatandaşlar, "dostluk fidanı"na bakarak, vefat eden Bülent Ecevit'i yadettiler.
      Ağacın her iki yanında Türkçe ve Yunanca yazılı tabelalarda, Bülent Ecevit'in, Türk-Yunan dostluğu üzerine 1974 yılında İngiltere'nin Başkenti Londra'da kaleme aldığı "Mavi Büyü" şiirinden, "Aramızda bir büyü, sıcak bir deniz, kıyılarında birbirinden güzel iki milletiz" bölümü bulunuyor.
      Tabelada ayrıca Ecevit'in zeytin ağacını kabul ederken, bunun Türk-Yunan ilişkilerinde yeni bir dostluk, barış ve işbirliği döneminin başlangıcının simgesi, bu dostluğun da bir zeytin ağacı gibi uzun ömürlü ve verimli olması yönündeki sözleri bulunuyor.
      -ECEVİT'İN "MAVİ BÜYÜ" ŞİİRİ- Türk siyasetine damgasını vuran Bülent Ecevit'in Türk-Yunan dostluğu üzerine yazdığı "Mavi Büyü" şiiri, Muammer Sun tarafından bestelenmiş ve ilk kez 2000 yılında Bursa Bölge Senfoni Orkestrasının kuruluşu dolayısıyla düzenlenen törende Yunan sanatçılarca seslendirilmişti.
      "Mavi Büyü", 2002 yılında Bursa Büyükşehir Belediyesince CD'ye aktarılmıştı.
      Bursa Bölge Senfoni Orkestrasınca seslendirilen şiir şöyle:
      "Sıla derdine düşünce anlarsın Yunanlıyla kardeş olduğunu, Bir Rum şarkısı duyunca gör Gurbet elde İstanbul çocuğunu, Türkçe'nin ferah gönlünce küfretmişiz, Olmuşuz kanlı bıçaklı, Yine de bir sevgidir içimizde Böyle barış günlerine saklı.
      Bir soyun kanı olmasın varsın Damarlarımızda akan, İçimizde bir deli rüzgar, Bir havadan Bu yağmurla cömert Bu güneşle sıcak Gönlümüzden bahar dolusu kopan İyilikler kucak kucak Bu sudan bu tattandır İkimizde de günah Bütün içkiler gibi Zararı kadar leziz Bir iklimin meyvasından sızdırılmış Bir içkidir kötülüklerimiz Aramızda bir mavi büyü Bir sıcak deniz, Kıyılarında birbirinden güzel İki milletiz.
      Bizimle dirilecek bir gün Egenin altın çağı Yanın yarının ateşinden Eskinin ocağı Önce bir kahkaha çalınır kulağına Sonra Rum şiveli Türkçeler O boğazdan söz eder Sen rakıyı hatırlarsın, Yunanlıyla kardeş olduğunu, Sıla derdine düşünce anlarsın."

____________ _______

 
Ecevit'i kaybettik  
Türk siyasetinin 'Karaoğlan'ı eski Başbakan Bülent Ecevit, yaklaşık 6 aydır tedavi gördüğü Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Hastanesi'nde dün gece vefat etti.
 

Uzun yıllar, siyasetçi kimliğinin yanında şairliğiyle de farklı bir politikacı portresi çizen Ecevit, zarif üslubu ve dürüstlüğüyle en büyük rakiplerinin bile övgüsünü kazandı. Türkiye'nin yakın tarihine damgasını vuran Ecevit'in vefat haberi dün gece yarısı gelirken, Türkiye yasa boğuldu. Başta DSP'liler olmak üzere eski dava arkadaşları ve siyasetçiler vefat haberini büyük üzüntüyle karşıladı. Çok sayıda vatandaş haberi alır almaz hastaneye akın ederken, partililer gözyaşlarına boğuldu. Hastanede gazetecilere açıklama yapan DSP Genel Başkanı Zeki Sezer, "Acımız sonsuz. Büyük devlet adamı, bizim önderimiz, kendisiyle uzun süre çalışma olanağı bulmaktan gurur duyduğum Ecevit'i yitirdik. Ama inanıyorum ki fikirleri sonsuza kadar bize yol göstermeye devam edecek." dedi. Sezer, bir soru üzerine Rahşan Ecevit'in, çok üzgün olduğunu, ancak sağlık problemi bulunmadığını söyledi.

Ecevit, 18 Mayıs'ta Danıştay 2. Daire üyesi Mustafa Yücel Özbilgin'in cenaze törenine katılmış ve aynı günün akşamında fenalaşması sonucu GATA'ya kaldırılmıştı. Tansiyonunun yükselmesi neticesinde beyin kanaması geçirdiği tespit edilen Ecevit, 5 saatlik ameliyatın ardından yoğun bakıma alınmıştı. Eski Başbakan, 172 gündür yaşam destek ünitesine bağlı olarak yaşıyordu. Ecevit'in doktoru Mücahit Pehlivan, dün gece saat 22.40'ta dolaşım ve solunum yetmezliği sonucu Ecevit'in hayatını kaybettiğini açıkladı. Ankara, Zaman

 

Devletin zirvesinden başsağlığı mesajı

Bülent Ecevit'in vefatı üzerine Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Başbakan Tayyip Erdoğan birer mesaj yayınladı. Sezer mesajında "Siyasi tarihimizin simge kişiliklerinden Ecevit, hayatı boyunca etik değerleri ön planda tutarak, istikrarlı çizgisi, demokratik duruşu, nezaketi ve aydın kimliği ile örnek olmuştur." dedi. Başbakan Erdoğan ise, Ecevit'in ülkemize önemli hizmetlerde bulunduğuna dikkat çekti: "Türk siyasi hayatı önemli bir şahsiyetini kaybetmiştir."

1925
28 Mayıs 1925'te İstanbul'da doğdu. Prof. Dr. Mehmet Fahri ve ressam Fatma Nazlı çiftinin tek çocuğuydu. İlköğrenimini Ankara'da tamamladı. 1944'te Amerika Koleji'ni bitirdi.

1946
Sınıf arkadaşı Rahşan Ecevit (Aral) ile 1946'da evlendi. Aynı yıl okulu yarım bırakarak Londra Basın Ataşeliği'nde görev aldı. Ankara'ya 1950'de döndü ve Ulus gazetesinde sanat eleştirmenliği, fıkra yazarlığı ve çevirmenlik yaptı.

1957
27 Ekim 1957'de CHP Ankara milletvekili olarak TBMM'ye girdi. 12 Ocak 1959'da İsmet İnönü'nün listesinden CHP Parti Meclisi'ne seçildi, 1961-1965 arasında Çalışma Bakanı olarak görev yaptı. 18 Ekim 1966'daki Kurultay'da parti genel sekreteri oldu.

1972
5 Mayıs 1972'deki olağanüstü kurultay, İnönü-Ecevit çekişmesine sahne oldu. Ecevit yanlısı Parti Meclisi kurultaydan güvenoyu alınca, İsmet İnönü istifa etti. Ecevit, 14 Mayıs'ta toplanan özel kurultayda, CHP genel başkanlığına seçildi.

1974
CHP, MSP ile koalisyon kurarak iktidara gelirken, Ecevit, 6 Şubat 1974'te ilk kez başbakanlık koltuğuna oturdu. 22 Temmuz'da Kıbrıs Barış Harekatı gerçekleştirildi. 18 Eylül 1974 tarihinde Ecevit'in istifasıyla koalisyon hükümeti bozuldu.

1980
12 Eylül 1980'de TSK yönetime el koydu. Ecevit çifti gece evlerinden alınarak yaklaşık bir ay Hamzakoy'da misafir edildi.

2006
18 Mayıs Danıştay saldırısında öldürülen Mustafa Yücel Özbilgin'in cenaze törenine katıldı. Üzüntü ve yorgunluk sonucu beyin kanaması geçirdi. Aynı gece GATA'da ameliyat edildi. 172 gün süren hayat mücadelesi dün gece 22.40'ta sona erdi.

 
06/11/2006

____________ _______

 Bir devir onunla kapandı

 
 
 

''Karaoğlan'' olarak Türk siyasetinin son yarım asırlık dönemine damgasını vuran simge isimlerden, eski Başbakanlardan Bülent Ecevit, Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastanesi'nde vefat etti.   

Türk siyasetine ''Ak Güvercin'' ve ''Mavi Gömlek'' fenomenlerini kazandıran Ecevit, ''şair'' yanı ve ''zarif üslubuyla'' da siyaset dünyasında farklılığını hep hissettirdi.

Bülent Ecevit, 28 Mayıs 1925 tarihinde İstanbul'da doğdu. İstanbul Amerikan Kolejinden 1944 yılında mezun olan Ecevit, üniversiteye devam ederken bir yandan da Basın-Yayın Genel Müdürlüğünde İngilizce çevirmeni olarak çalışma yaşamına başladı. Sınıf arkadaşı Rahşan Ecevit (Aral) ile 1946 yılında evlenen Bülent Ecevit, aynı yıl okulu yarım bırakarak Londra Basın Ateşeliğinde görev aldı.

Ankara'ya 1950 yılında dönen Ecevit, Ulus gazetesinde sanat eleştirmenliği, fıkra yazarlığı ve çevirmenlik yaptı. Ulus gazetesi kapanınca Yeni Ulus ve Halkçı gazetelerinde yazmayı sürdüren Bülent Ecevit, 1954 yılında ABD'ye giderek 3 ay Winston Salem Journal gazetesinde çalıştı.

Bülent Ecevit, 1957'de Rockefeller bursuyla ikinci kez Amerika'ya gitti. Harvard Üniversitesinde 8 ay Ortadoğu tarihi ve sosyal psikoloji üzerine çalıştı ve aynı yıl yurda döndü. Milliyet gazetesinde de günlük yazılar yazan Ecevit, Forum dergisinin yazı işleri kadrosunda yer aldı.

SİYASETE İLK ADIM
Ulus gazetesinde çalışırken, 1954 yılının Ocak ayında CHP Çankaya Gençlik Ocağı'na üye olarak aktif siyasi yaşama adımını atan Bülent Ecevit, 27 Ekim 1957'de CHP Ankara Milletvekili olarak TBMM'ye girdi.

Ecevit, 12 Ocak 1959'da İsmet İnönü'nün listesinden CHP Parti Meclisi'ne seçildi, 1961-1965 arasında da İnönü hükümetlerinde Çalışma Bakanı olarak görev yaptı. CHP'nin 18 Ekim 1966 tarihinde yapılan 18. Kurultayı'nın ''parlayan yıldızı'' olan Ecevit, önce ''çok genç'' bulduğu için itiraz eden İnönü'nün onayını alarak genel sekreter oldu. Ecevit, artık partinin ikinci adamıydı.

Partide 12 Mart Muhtırası'nın ardından kurulan Nihat Erim'in başbakanlığında kurulan hükümete katılıp katılmamak konusu iç tartışmalara yol açtı ve hükümete girilmemesini isteyen Ecevit, 21 Mart'ta genel sekreterlik görevinden istifa etti.

GENEL BAŞKANLIK DÖNEMİ
CHP'nin 5 Mayıs 1972'de yapılan 5. Olağanüstü Kurultayı, İnönü-Ecevit çekişmesine sahne oldu. Ecevit yanlısı Parti Meclisi, kurultaydan güvenoyu alınca, İsmet İnönü, 8 Mayıs 1972 tarihinde, 33 yılı aşkın bir süre bulunduğu genel başkanlık görevinden istifa etti.

Bu gelişme üzerine 14 Mayıs 1972'de toplanan özel kurultayda, Ecevit, CHP Genel Başkanlığı'na seçildi. Bülent Ecevit, siyaset sahnesinde, 1973 seçimlerinden itibaren ''Karaoğlan'' olarak anılmaya başlandı. Bu seçimlerde CHP, yüzde 33.3'lük oy oranıyla 185 milletvekili çıkardı.

Seçimin ardından CHP, MSP ile koalisyon kurarak iktidara gelirken, Bülent Ecevit, 6 Şubat 1974'te ilk kez başbakanlık koltuğuna oturdu. Bu dönemde Kıbrıs Barış Harekatı gerçekleştirildi. Seçim kampanyası döneminde Ecevit için sık sık kullanılan ''Karaoğlan'' ismi, başbakanlığı döneminde yaşanan Kıbrıs olayıyla pekişirken, Karaoğlan'a bir de ''Kıbrıs Fatihi'' eklendi.

Kuruluşundan yaklaşık 7 ay sonra, 18 Eylül 1974 tarihinde, Ecevit'in istifasıyla koalisyon hükümeti bozuldu. Partisi, 5 Haziran 1977'de yapılan genel seçimlerde 41.4 oy oranı ile 213 milletvekili çıkaran Ecevit, 21 Haziran 1977'de azınlık hükümetini kurdu ancak 3 Temmuz'da TBMM'den güvenoyu alamadı.

Bunun üzerine kurulan 2. Milliyetçi Cephe Hükümetini oluşturan partilerde yerel seçimlerin ardından iç çalkantı doğdu ve milletvekili istifaları yaşandı. Ecevit, cephe hükümetini oluşturan partilerden kopan bağımsız milletvekillerinin de desteğiyle 17 Ocak 1978'de kurulan hükümette 21 ay süreyle yeniden başbakanlık koltuğuna oturdu. İç çatışmalarla boğuşan CHP'nin oyları 14 Ekim 1979'da yapılan ara seçimlerde gerileyince Ecevit, 16 Ekim'de hükümetten istifa etti.

HAMZAKOY'DA ''MİSAFİRLİK''
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ülke yönetimine el koyduğu 12 Eylül 1980'de gece saat 03.00'te evinden alınan Ecevit, Rahşan Ecevit ile birlikte Hamzakoy'a ''TSK'nın misafiri'' olarak götürüldü. Hamzakoy'daki ''misafirliği'' 11 Ekim 1980 tarihinde sona eren Ecevit, 30 Ekim 1980'de CHP Genel Başkanlığı'ndan istifa etti.

Siyasi partiler 15 Eylül 1981'de kapatılırken, Ecevit 21 Şubat 1981 tarihinde kamuoyunun karşısına, ''Arayış'' dergisinin yayın danışmanı olarak çıktı. Bülent Ecevit, 3 Aralık 1981'de konuşma ve yazı yasağı getiren MGK bildirisine muhalefetten girdiği cezaevinde 2 Şubat 1982 tarihine kadar kaldı. Siyasi yasaklı olan Ecevit, sonraki süreçte de yazıları ve demeçleri nedeniyle sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı ve bir süre cezaevinde yattı.

DSP SÜRECİ
Bu dönemde DSP'nin kuruluş çalışmaları sürdürülürken, Bülent Ecevit, siyasi yasağı devam ettiği için partinin kuruluşunda doğrudan görev almadı. Ecevit, 14 Kasım 1985'te kurulan partinin kuruluşunu, 14. yıldönümünde şu sözlerle anlattı:

''12 Eylül döneminde yoğun bir demokrasi mücadelesi verdik. Mücadelenin güçlüklerini göze almayanlarla yollarımız ayrıldı ve DSP'yi kurduk. Ben o sırada yasaklıydım. Partinin kuruluşuna Rahşah Ecevit öncülük etti. Çok zor koşullarda genel başkanlığı üstlendi. Rahşan Ecevit'in, kurucusu olduğu Köylü Derneklerinden gelen örgütlenme deneyimi vardı. O deneyimi DSP'ye aktardı. Paramız yoktu... Fazla bir desteğimiz de yoktu. Ama azmimiz vardı. Rahşan Ecevit, iki odalı bir bodrum katında, bir avuç arkadaşıyla görevi başladı. İğneyle kuyu kazarcasına çalışarak, partinin sağlam bir zeminde güçlenmesine ve doğrultu tutarlılığına ödünsüz özen gösterdi. Bu davranış da giderek DSP'yi halkın güvenini kazandırdı.''

ECEVİT, DSP'NİN GENEL BAŞKANI
Siyasi yasakların 6 Eylül 1987 tarihinde yapılan referandumla kaldırılması üzerine, 13 Eylül'de Bülent Ecevit eşi Rahşan Ecevit'ten DSP Genel Başkanlığını devraldı. Kısa bir süre sonra yapılan genel seçimlerde partisinin iyi sonuç alamaması üzerine görevinden ayrılan Ecevit, 1989 yılında yapılan olağanüstü kurultayda yeniden Genel Başkan seçildi.

Bülent Ecevit, 20 Ekim 1991'de 12 Eylül'den sonra ilk kez Zonguldak Milletvekili olarak TBMM'ye girdi. DSP'nin oyları 24 Aralık 1995 tarihinde yapılan erken genel seçimde yüzde 14.64'e, milletvekili sayısı 76'ya yükselirken; Ecevit, 30 Haziran 1997 tarihinde ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz başkanlığında kurulan koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı. Koalisyon hükümetinin gensoruyla düşürülmesinin ardından, Bülent Ecevit, 11 Ocak 1999'da DSP azınlık hükümetini kurarak 4. kez başbakan oldu.

Partisinin 18 Nisan 1999'da yapılan seçimlerden yüzde 21.71 oy oranıyla birinci parti olarak çıkması üzerine hükümeti kurmakla görevlendirilen Bülent Ecevit, 28 Mayıs 1999'da kurulan DSP-MHP-ANAP koalisyonunda yeniden başbakanlık koltuğuna oturdu.

Bu dönemde sağlık sorunlarıyla ilgili zaman zaman spekülasyonlar yapılan Bülent Ecevit, 4 Mayıs 2002'de rahatsızlanarak hastaneye kaldırıldı. Tedavisi aralıklarla sürdü. Ecevit'in rahatsızlığı sırasında hükümete yönelik tartışmalar ve erken seçim talepleri de siyasi gündeme damgasını vurdu. Bu tartışmalar parti içine de yansıdı.

Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan'ın 8 Temmuz'da görevinden ve partiden istifasını yeni istifalar izledi. İstifalarla koalisyon hükümeti TBMM'deki sayısal desteğini yitirirken, erken seçim kararı alındı ve 3 Kasım 2002'de yapılan erken genel seçimlerde yüzde 1.22 oy alan DSP, parlamento dışında kaldı.

AKTİF SİYASETE SON
Genel başkanlıktan ayrılma kararını 3 Kasım seçimlerinden önce olduğu gibi seçimlerden sonra da zaman zaman dile getiren Bülent Ecevit, 22 Mayıs 2004 tarihinde düzenlediği basın toplantısıyla halefini ilan etti ve görevi Genel Başkan Yardımcısı Zeki Sezer'e devretmek isteğini belirtti.

DSP 6. Olağan Büyük Kurultayı'nda 1954 yılında CHP Çankaya Gençlik Ocağı'na üye olarak başladığı aktif siyasi yaşamına son veren Bülent Ecevit, o tarihten sonra da yaptığı bazı açıklamalarla gündem yarattı. 18 Mayıs 2006 tarihinde geçirdiği beyin kanamasının ardından GATA'ya kaldırılan Bülent Ecevit, uzun süren tedavi sürecinin ardından bugün yaşamını yitirdi.

ŞAİR VE YAZAR ECEVİT
Bülent Ecevit, siyasi yaşamının yanı sıra yazar ve şairliği de birlikte yürüttü. Sanskrit, Bengal ve İngilizce dillerinde çalışma yapmış olan Ecevit Rabindranath Tagore, Ezra Pound, T. S. Eliot, ve Bernard Lewis'in yapıtlarını Türkçe'ye çevirdi.

Kendi yazdığı şiirleri de kitap halinde yayınlayan Ecevit'in şiirleri Almanya, Sovyetler Birliği, Romanya, Yugoslavya, danimarka ve İsveç'te yayınladı. Şair kimliğiyle yazdıklarını Şiirler, Işığı Taştan Oydum, El Ele Büyüttük Sevgiyi adlı üç kitapta toplayan Ecevit'in siyasi kitaplarından bazıları ise şöyle:

Ortanın Solu, Bu Düzen Değişmelidir, Atatürk ve Devrimcilik, Kurultaylar ve Sonrası, Demokratik Sol ve Hükümet Bunalımı, Demokratik Solda Temel Kavramlar ve Sorunlar, Dış Politika, Türkiye/1965- 1975, Umut Yılı: 1977.

''ÖZGÜRLÜĞÜ YİTİRDİK DOSTLAR''
Bülent Ecevit, ''Özgürlüğün ardından bir ağıt söylev'' başlıklı şiirinde, yitirilen bir değerin ardından, kendi yaşamının da temel ögesi olan ''umut'' ve ''sevgi'' ile şöyle seslenir:

''özgürlüğü yitirdik dostlar ardından bir çift sözüm var havaya benzerdi biraz varlığı duyulmazdı özgürlüğün yokluğu dayanılmaz 'saklamayın' derdi özgürlük 'beni kendinize esirgemeyin beni ellerden esirgendikçe tükenirim çünkü paylaşıldıkça çoğalırım ben' oysa kendimize kalsın diye özgürlük ona bahçelerde duvarlar ördük uçup gitti kuş misali bahçelerden ne eller gördü hayrını ne biz gördük 'yurttaşlar' derdi özgürlük 'bu devleti sizler yöneteceksiniz el ele yaşatabilmek için beni yaşayabilmek için benimle' oysa dünyalarımız öylesine küçüktü devlet öylesine büyük yönetilmek öylesine rahattı yönetmek öylesine yük''


06.11.2006 00:05:00
 
 
 
 

İktidardaki Demokrat Parti'nin 1953 yılı sonunda CHP'nin malvarlığına el konulması ve Ulus gazetesinin kapatılmasına ilişkin yasa teklifi, Robert Kolej mezunu genç gazeteci Bülent'i siyasete taşıdı. Tasarıya tepki olarak 1954 yılının Ocak ayında CHP Çankaya Gençlik Ocağı'na üye olan Bülent Ecevit, ne ileride İnönü'ye rakip olacağını, ne de ömrünü siyasete adayacağını hayal etmişti. Siyasetteki 43. yılında "Romantik hayallerimiz vardı. Küçük bir kasabada küçük bir evimiz olacaktı. Rahşan resim yapacaktı, ben şiir yazacaktım" diyecekti.
 


 
 

 
 

 
 

Hürriyet İnternet Haber Merkezi tarafından hazırlanmıştır : http://dosyalar. hurriyet. com.tr/ecevit/ 
Oktay EKŞİ  oeksi@hurriyet. com.tr

Cesur bir devlet adamıydı


Siyaset dünyamızın bir efsanesi 5 Kasım'ın son dakikalarında bitti...

Bülent Ecevit 81 yıllık ömrünün son 49 yılını aktif politika içinde ve ülkesine, ulusuna hizmet yolunda harcadı. Siyasette tertemiz bir isim bıraktı.


En umutsuz koşullarda bile doğrultusundan sapmaksızın mücadele etmenin en muhteşem örneklerini ortaya koydu.

Ve ulusumuzun yetiştirdiği son devlet adamı olarak sıfatını hak ettikten sonra aramızdan ayrıldı.

Bülent Ecevit, bir alçağın 17 Mayıs 2006 tarihinde Danıştay'ın İkinci Dairesini basarak şehit ettiği Yüksek Yargıç Mustafa Yücel Özbilgin'in cenazesinde rahatsızlanmış ve bilinçsiz bir halde Gülhane Askeri Tıp Akademisi hastanesine kaldırılmıştı.

Ecevit'i o gün görenler, Yücel Özbilgin'in şahsında Cumhuriyetin temel değerlerini savunan bir kuruma yapılan saldırı nedeniyle çok büyük üzüntü duyduğunu, sağlık durumu elvermediği halde o nedenle cenaze törenine katıldığını ifade etmişlerdi.

Olayların bu niteliği, Ecevit'in de hayatını, Cumhuriyetin temel değerleri uğruna riske attığının kanıtını oluşturdu.

Aslında Ecevit, inandıkları için her türlü tehlikeyi göze alabildiğini çok defa ortaya koymuş bir siyasetçiydi:

Seçim kampanyası için gittiği İzmir'de ona suikast yapmak isteyenler, yakınındaki Mehmet İsvan'ı yaraladılar. İsvan hayatını bu olay yüzünden kaybetti.

Başbakan sıfatıyla Amerika Birleşik Devletleri'ne yaptığı bir gezide bir fanatik Rum'un onu öldürme teşebbüsü, koruma görevlilerinin uyanıklığı sayesinde önlendi.

CHP Genel Başkanı iken, 1977 Milletvekili seçimi kampanyasında Başbakan Süleyman Demirel kendisine, "Taksim'de miting yaparken suikaste hedef olacağınızı öğrendik" diye bilgi verdi. Mitingi ertelemesini veya iptal etmesini istedi. Ecevit bunlara hiç aldırış etmeden Taksim meydanına yüzbinleri toplayıp kürsüye çıktı. Kimse de birşey yapamadı.

Kıbrıs'a askeri müdahale çok ciddi bir cesaret meselesi iken, bu tarihi kararı alıp uygulayan o idi.

Sadece bu noktalarda değil, medeni cesaretin en seçkin örneklerini de özellikle askeri yönetimlere karşı o ortaya koydu. Örneğin 12 Mart 1971 askeri müdahalesi karşısında, böyle bir yönetimle işbirliği yapmayı reddederek CHP Genel Sekreterliğinden istifa etti.

Daha önemli bir cesaret örneğini 12 Eylül döneminde gösterdi... Askeri yönetimin aşırı şekilde kısıtlayıcı kurallarına açıkça isyan eden tek siyasetçi, tek aydın o idi. Nitekim sesini duyurmak için Arayış isimli bir dergi çıkardı. Hem bu dergideki yazıları nedeniyle hem de Türkiye'deki durumu saklamayan bir demeci nedeniyle iki kere hapse atıldı. Ama çizgisinden ve davasından zerre kadar sapma göstermedi.

Ve... Siyaset yapması yasak olduğu için eşi aracılığıyla, en olumsuz koşullarda kurdurduğu Demokratik Sol Parti'yi, sabırla, çileyle büyüterek 1999-2002 arasında iktidar yaptı.

Ecevit sadece sabır ve cesaret adamı değildi. Sayısız meziyetleri nefsinde toplamış bir değer idi. O nedenle Ecevit'i anlatmaya devam edeceğiz. Bugünlük noktayı, tüm ulusumuza başsağlığı dileyerek ve önünde saygıyla eğilerek koyuyoruz.

 
6 Kasım 2006

 MUSTAFA BÜLENT ECEVİT


Roşan KARAKAŞ
Doğum yeri:
İstanbul

Doğum tarihi: 28 Mayıs 1925

Annesi: Ressam Nazlı Ecevit

Babası: Kastamonu Eski Milletvekili Dr. Fahri Ecevit

EĞİTİM HAYATI:

1936-1938 Ankara Erkek Lisesi
1938-1946 İstanbul Robert Koleji
1944-1946 Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü

EVLİLİK:

1946 yılında, aynı okuldan sınıf arkadaşı Rahşan Ecevit (Aral) ile evlendi.

ÇALIŞMA HAYATI:

1944: Üniversiteye devam ederken bir yandan da Basın-Yayın Genel Müdürlüğü'nde İngilizce çevirmeni olarak çalışma yaşamına girdi.

1946: Evlendiği yıl okulu yarım bırakarak Londra Basın Ateşeliği'nde görev aldı.

1950: Ankara'ya dönerek Ulus Gazetesi'nde sanat eleştirmenliği, fıkra yazarlığı ve çevirmenlik yaptı.

1952: Ulus Gazetesi kapanınca 'Yeni Ulus' ve Halkçı gazetelerinde yazmayı sürdürdü.

1954: ABD'ye giderek 3 ay Winston Salem Journal gazetesinde çalıştı.

1957: Rockefeller bursuyla ikinci kez Amerika'ya gitti. Harvard Üniversitesi' nde 8 ay Ortadoğu tarihi ve sosyal psikoloji üzerine çalıştı ve aynı yıl yurda döndü.

POLİTİKA HAYATI:

1957: İlk kez Ankara Milletvekili olarak Meclis'e girdi. 2,3,4,5 ve 19. dönemde Zonguldak, 11. dönemde Ankara Milletvekili olarak parlamentoda görev yaptı.

1961: Çalışma Bakanı oldu

1966:
CHP'de başlayan Demokratik Sol Harekete önderlik etti ve CHP Genel Sekreterliği'ne seçildi.

1971: Partisinin askeri yönetim tarafından oluşturulan hükümete katkıda bulunmasına karşı çıkarak genel sekreterlikten istifa etti.

1972: 14 Mayıs'taki kurultayda İnönü'nün karşısına aday olarak çıktı ve CHP Genel Başkanlığı'na seçildi.

1973: Genel seçimlerden sonra hükümeti kurmakla görevlendirildi. Milli Selamet Partisi ile koalisyon hükümeti kurarak 1974 yılında Başbakanlık koltuğuna oturdu. Başbakanlık döneminde Kıbrıs Barış Harekatını gerçekleştirdi.

1974-1977: İki parti arasında pürüzler çıktı. Ecevit yeni bir hükümet kuramadı ve siyasi hayatına ana muhalefet partisi lideri olarak devam etti. 1977 yılındaki genel seçimlerden sonra yine hükümeti kurmakla görevlendirildi. Azınlık hükümeti kurdu ancak güvenoyu alamadı.

1978-1979: AP, MSP ve MHP'den oluşan Cephe Hükümeti'nin gensoru ile düşürülmesinden sonra Ecevit bu kez Bağımsızlar ve DP ile ortaklık hükümeti kurdu ancak milletvekili ara seçimlerinde önemli oranda oy kaybına uğrayınca istifa etti.

1980- 1987: 12 Eylül askeri müdahalesiyle milletvekilliği sona erdi ve gözaltına alındı. Süleyman Demirel'le birlikte bir süre Hamzakoy'da kaldı. 1982 yılında yabancı basın-yayın organlarına verdiği demeçler yüzünden iki kez tutuklandı. 82 Anayasası 'yla 10 yıl siyaset yasağı getirildiği için 1983 yılında yerine eşi Rahşan Ecevit DSP Genel Başkanı oldu.

DSP:

1987: Siyaset yasağı kalkınca DSP'nin Genel Başkanlı görevini devraldı. Aynı yıl yapılan genel seçimlerde DSP barajı aşamadı ve milletvekili çıkaramadı. Ecevit DSP Genel Başkanlığı'ndan ve politikadan çekildiğini açıkladı.

1989: Yeniden partisinin başına geçti.

1991-1997: Genel seçimlerde DSP'nin yüzde 11 oy alarak 7 milletvekili kazanmasıyla 11 yıl aradan sonra yeniden Meclis'e girdi. 1995 seçimlerinde partisi bu kez 75 milletvekili ile Meclis'te yerini aldı.

1997- 1999: Ecevit, Necmettin Erbakan'ın 1997 yılında istifa etmesi üzerine hükümeti kurmakla görevlendirilen Mesut Yılmaz'la ANASOL-D hükümetinde Başbakan yardımcılığı yaptı. Koalisyon CHP'nin verdiği gensoruyla 1998 yılında düşürülünce dönemin Cumhurbaşkanı Demirel hükümeti kurma görevini Ecevit'e verdi. Ecevit azınlık hükümeti konusunda DYP'den destek alamayınca görevi iade etti. Hükümeti kurma görevi bu kez Muğla Bağımsız Milletvekili, Sanayi ve Ticaret Bakanı Yalım Erez'e veriliyordu ki Çiller "Ecevit'in vereceği azınlık hükümetine destek verceğini açıkladı. Ecevit, 11 Ocak 1999'da Türkiye Cumhuriyeti' nin 56. hükümetini kurdu.

1999-2002: 18 Nisan 1999'da yapılan erken genel seçimler sonucu oluşturulan DSP-MHP-ANAP'ı n oluşurduğu 57. Hükümette de 5. kez başbakanlık görevini üstlendi. Ecevit'in Başkanlık görevini üstlendiği hükümet, yaklaşık 3,5 yıllık dönemde birçok önemli olay yaşadı: Şubat 2001'deki Anayasa krizi, AB uyum paketleri, özelleştirme operasyonları , bankacılık sektöründeki büyük kriz... Hükümet, Ecevit'in 2002 baharında geçirdiği rahatsızlıkları n ardından krize sürüklendi ve uyumunu kaybetti. Temmuzda hükümet ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli, erken seçim istediklerini açıkladı. 3 Kasım'da erken seçim yapılması kararı alındı.

2002-2006: 3 Kasım'da yapılan erken genel seçimler DSP ve ortakları için tam bir hezimet oldu. Yüzde 1.22 oy alan DSP, parlamento dışında kaldı. Ecevit, bu tarihten sonra aktif siyaset dışında kaldı. Geride ömrünün son aylarında başlattığı 'solda birlik' girişimini miras bırakarak 5 Kasım günü yaşama veda etti.

http://dosyalar. hurriyet. com.tr/ecevit/ kimdir.asp 

 SİYASETTE BİR ÖMÜR (1954 - 2002)
Meral ASLANKAYA


Ocak 1954: Ulus gazetesinde çalışırken, CHP'nin malvarlığına el konulması ve Ulus gazetesinin kapatılmasına ilişkin hazırlanan kanun teklifine tepki duyarak CHP Çankaya Gençlik Ocağı'na üye oldu.

27 Ekim 1957: CHP Ankara Milletvekili olarak Meclis'e girdi.

12 Ocak 1959: İsmet İnönü'nün listesinden CHP Parti Meclisi'ne seçildi.

18 Ekim 1966: CHP'nin 18. Kurultayı toplandı. Kurultay'ın parlayan yıldızı Ecevit'ti. İnönü, çok genç bulduğu için itiraz ettiği Bülent Ecevit'in genel sekreterliğine onay verdi. Ecevit, artık ikinci adamdı.

21 Mart 1971: 12 Mart muhtırasından sonra, İnönü'nün Erim hükümetine destek kararı vermesi üzerine genel sekreterlikten istifa etti. İstifa, aynı zamanda İnönü-Ecevit çatışmasının da başlangıcı olacaktı.

14 Mayıs 1972: İnönü'nün parti içi mücadeleyi kaybedince genel başkanlıktan istifa etmesi üzerine, Bülent Ecevit CHP genel başkanı seçildi.

4 Kasım 1972: Ecevit, Melen hükümetinden çekilme kararını açıkladı.

5 Kasım 1972: İnönü'nün Ecevit'in kararına tepkisi 49 yıllık partisinden istifa şeklinde oldu.

6 Nisan 1973: CHP, Asker cumhurbaşkanı geleneğini kırmak için cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmama kararı almış, CHP ile ordunun karşı karşıya geldiği bu süreç, Fahri Korutürk'ün Çankaya'ya çıkmasıyla sona erdi.

14 Ekim 1973: CHP, yüzde 33.3'lük oy oranıyla 185 milletvekili çıkardı. CHP, tarihinde ilk kez doğrudan halkın oylarıyla iktidar adayı oldu.

6 Şubat 1974: Ecevit'in başbakanlığındaki CHP-MSP koalisyonu kuruldu.

18 Eylül 1974: Ecevit, hükümetten istifa etti.

28 Haziran 1974: Tüzük kurultayında Ecevit'i genel başkanlığa taşıyan 'demokratik sol' kavramı parti programına alındı.

8 Mart 1976: 1. MC hükümetine karşı silik muhalefet yapmakla ve kendi içine dönük olmakla suçlanan CHP'de parti içi mücadele sonucu, Deniz Baykal ve dört arkadaşı yönetim kurulundan istifa etti.

29 Mayıs 1977: Ecevitler seçim gezisi için bulundukları Çiğli Havaalanında suikasta uğrar. Ecevitler'in zarar görmeden atlattığı suikast girişiminde, CHP İzmir İl Başkanı Mehmet İsvan ağır yaralanır. Suikast CHP'li oldukları idida edilen iki gence yüklenmeye çalışılsa da bunun saçmalığı karşısında gençler salıverilir. Ancak, hemen ardından Ecevit iktidara geldiği halde bu olayın üzerindeki esrar perdesini hiç bir zaman aralayamaz.

2 Haziran 1977: Başbakan Süleyman Demirel, Ecevit'i ertesi günkü mitingde suikasta uğrayacağı konusunda mektupla uyardı.

3 Haziran 1977: Ecevit, suikast uyarısına rağmen mitinge katıldı.

5 Haziran 1977: CHP yüzde 41.4 oy oranıyla seçimlerden birinci parti olarak çıktı.

21 Haziran 1977: Ecevit'in kurduğu azınlık hükümeti Meclis'ten güven oyu alamadı. Ardından hızla 2. MC hükümeti kuruldu.

11 Aralık 1977: Referandum niteliğindeki yerel seçimlerde CHP ezici bir üstünlük sağlayarak 1. parti olarak çıktı.

hükümeti 17 Ocak 1978: Üçüncü Ecevit hükümeti Meclis'ten güven oyu aldı.

24 Mayıs 1979: Ecevit son kez CHP genel başkanlığına seçildi. 12 Eylül darbesiyle kapatılacak olan CHP kurultayı bir daha 12 yıl sonra ancak Ecevit'siz toplanabilecekti.

14 Ekim 1979: İç çatışmalarla boğuşan CHP'nin 18 aylık iktidarından sonra yapılan ara seçimlerde, parti geleneksel oy oranına geriledi.

16 Ekim 1979: Ecevit, hükümetten istifa etti.

12 Eylül 1980: Gece saat 03:00'te evinden alınan Ecevit, Rahşan Ecevit'le birlikte Hamzakoy'a 'TSK'nın misafiri' olarak götürüldü.

25 Eylül 1980: Hamzakoy'da bitmeyecek ve yayımlanmayacak olan 'Demokrasi neden yenik düştü' başlıklı kitabını yazmaya başladı.

11 Ekim 1980: Hamzakoy'daki 'zoraki misafirlikleri' sona erdi.

28 Ekim 1980: MGK Genel Sekreteri Orgeneral Haydar Saltık, yabancı gazetecilerle yaptığı toplantıda, siyasilerin zamanı gelince siyaset yapabileceklerine dair mesajlar verdi.

29 Ekim 1980: MGK, yanlış anlamaların önüne geçmek için yayınladığı bildiride "Bay Demirel ve Bay Ecevit bir daha partilerinin başına geçemeyecektir" denilerek Ecevit, Demirel, Erbakan ve Türkeş'e siyasi yasak konulduğu resmen açıklandı.

30 Ekim 1980: CHP genel başkanlığından istifa etti.

15 Eylül 1981: Siyasi partiler kapatıldı.

21 şubat 1981: Sade vatandaş olarak, kamuoyunun karşısına bu kez, 'Arayış' isimli derginin yayın danışmanı olarak çıktı.

3 Aralık 1981: Ecevit'e konuşma ve yazı yasağı getiren MGK'nın 52. numaralı bildirisine muhalefetten cezaevine girdi.

2 Şubat 1982: Cezaevinden çıktı. "Cezaevindeki yalnızlığa içerlemedim de, mahkemelerdeki tenhalık üzücüydü" dedi.

10 Nisan 1982: Danimarkalı gazeteci Jan Stage'nin Ecevit'le görüşmesinedn sonra Politiken gazetesine yazdığı makaleden ötürü Ankara'da Askeri Dil Okulu'nda gözaltına alındı.

12 Nisan 1982: Ankara 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi, Ecevit'i serbest bıraktı. Ancak, Danimarka televizyonuna bir başka demeci nedeniyle yeniden gözaltına alınarak tutuklandı.

3 Haziran 1982: İlk duruşmada beraat etti ve tahliye oldu.

15 Ekim 1982: Hollanda televizyonuna ve Der Spiegel dergisine verdiği demeçlerden ötürü aldığı 3 ay 27 günlük cezasını tamamlayarak cezaevinden çıktı.

27 Ekim 1983: Türk-İş'in eski genel başkanlarından Halil Tunç, Dr. Sedat Akman ve işadamı Murteza Çelikel, kamuoyuna DSP'nin kurulacağını açıkladı.

18 Nisan 1984: Siyasi yasağı süren Ecevit, gariresmi il temsilcileri toplantısında, "Köşeme çekilmeyeceğim, yasaklı olduğum için partinin genel başkanı olamasam da hareketin ve partinin liderliğini üstleniyorum" dedi.

14 Kasım 1985: DSP'nin kuruluş dilekçesi İçişleri Bakanlığı'na verildi.

23 Kasım 1985: 1. Kurucular Kurulu'nda, Rahşan Ecevit genel başkan seçildi.

18 Mayıs 1986: DSP'nin ikinci kurucular kurulu toplantısında 'doğal genel başkanımız' davetiyle ilk kez kürsüden konuştu.

28 Eylül 1986: Milletvekili ara seçimlerinde DSP, seçim sandığındaki ilk sınavında Meclis dışı kaldı.

29 Aralık 1986: SODEP-Halkçı Parti birleşmesinden sonra partiden kopan milletvekillerinin kurduğu 'hülle partisi' HP kendini feshederek DSP'ye katıldı. Böylece DSP, 25 milletvekiliyle Meclis'e girmiş oldu.

6 Eylül 1987: Anayasa'nın geçici 4. maddesi referanduma götürüldü, yüzde 49.74 'evet' oyuyla siyasi yasaklar kaldırıldı.

13 Eylül 1987: 6. DSP Kurucular Kurulu'nda genel başkan seçildi.

29 Kasım 1987: Yasakların hemen ardından yapılan baskın seçimde, DSP Meclis dışı kaldı.

30 Kasım 1987: Siyasetten çekilme kararını açıkladı.

2 Aralık 1987: İstifalarını genel merkeze verdi. Ancak baskılar üzerine kongreye kadar kararını askıya aldı.

7 Mart 1988: 1. Olağan Büyük Kurultay'da genel başkanlıktan ayrıldı. Yerine Necdet Karababa seçildi.

5 Ocak 1989: Bir yıl sonra yeniden DSP'nin başına geçti.

11 Kasım 1989: Erdal İnönü'nün birleşme çağrılarına Ecevit, "Özal'a Çankaya'ya kadar taşıyan SHP'yi ben bile kurtaramam" diye yanıt verdi.

3 Haziran 1990: DSP, yerel ara seçimlerinde yüzde 5 oy aldı.

19 Ağustos 1990: 13 beldede yapılan yere ara seçimin mutlak galibi DSP, yüzde 32.7'lik oranla en yakın rakibinden iki kat fazla oy aldı.

20 Ekim 1991: 12 Eylül'den sonra ilk kez Zonguldak Milletvekili olarak Meclis'e girdi.

9 Eylül 1992: CHP'nin açılış kurultayı yapıldı, Ecevit yoktu...

27 Mart 1994: Seçimlerde Refah Partisi'nin oy patlaması yapması üzerine "Laik cumhuriyet içimize salınan Truva atlarının tehdidi altındadır" diyerek yeni mücadelesinin de hedefini gösterdi.

21 Kasım 1996: Ani bir kararla Danimarka'ya gitti. 'Gecikmiş balayı'ndayız açıklamasına karşın Ecevit'in sağlık sorunları nedeniyle yurt dışına gittiğine inanıldı.

9 Şubat 1997: 4 Şubat'ta Sincan'da tankların yaptığı geçit resminden sonra, RP dışındaki tüm partilere 'güç birliği' çağrısında bulunarak, bir teknokrat hükümeti kurulmasını önerdi.

30 Haziran 1997: CHP'nin dışarıdan desteğiyle ANAP-DSP ve DTP hükümeti kuruldu.

7 Aralık 1997: Ecevit siyasetteki 40. yılını kutladı.

25 Kasım 1998: Mesut Yılmaz'ın Başkanlığındaki ANAP-DSP-DTP hükümeti Çakıcı ve Türkbank kasetleri nedeniyle gensoruyla düşürüldü.

11 Ocak 1999: Ecevit, 56. DSP azınlık hükümetini kurdu.

18 Nisan 1999: DSP, seçimlerden 21.71 oy oranıyla birinci parti olarak çıktı.

2 Mayıs 1999: Milletvekili yemin törenine türbanıyla gelen Refah Partili Merve Kavakçı'nın Meclis'ten atılmasını isteyen Ecevit, kürsüden "Bu hanıma haddini bildirin" çağrısı yaptı.

7 Mayıs 1999: Ecevit, 57. hükümeti kurmakla görevlendirildi.

8 Mayıs 1999: Koalisyon arayışları çerçevesinde MHP lideri olmak üzere tüm liderlerle görüştü.

15 Mayıs 1999: Rahşan Ecevit, koalisyonun en güçlü adayı MHP'ye yönelik sert açıklamalarda bulundu.

17 Mayıs 1999: Bahçeli, Rahşan Ecevit'in açıklamaları için istediği özür gelmeyince ikinci tur görüşmeler için verdiği randevuyu iptal etti.

22 Mayıs 1999:Devreye giren Demirel ve Yılmaz'ın çabalarıyla Bahçeli, koalisyon ortağı olmayı kabul etti.

28 Mayıs 1999: 57. DSP-MHP-ANAP hükümeti kuruldu.

29 Eylül 1999: ABD gezisine çıkmadan önce Esenboğa havaalanıda basın açıklaması yapan Ecevit'in "30 Ağustos Zafer Bayramı'nda yurtdışında olacağım" sözleri şok yarattı.

Nisan 2000: Hindistan gezisi dönüşünde resmi açıklamalara göre ağır gribal bir enfeksiyon nedeniyle beş gün evinden çıkmadı.

2 Temmuz 2001: Başkent Üniversitesi Hastanesi'nde uzun süren bir kontrolden geçti. Kulaklarında bir sorun olduğu ve kulaklığının yenilendiği açıklandı.

5 Temmuz 2001: Öldüğü haberleri kulaktan kulağa yayılınca Ecevit bir TV kanalında canlı yayına katılıp, ekonomiyle ilgili bilgi verdi.

28 Şubat 2002: Ecevit, sağlığıyla ilgili spekülasyonlara, partisinin grup toplantısında yanıt verdi. "Bazı çevreler sağlığımla ilgili spekülasyon yapmaktan özel zevk alıyor" dedi.

4 Mayıs 2002: Partisinin grup toplantısına katılan Ecevit, aniden rahatsızlanarak Başkent Üniversitesi Hastanesi'ne kaldırıldı.

5 Mayıs 2002: 26 saat süren gözetimin ardından hastaneden taburcu edildi ve birkaç gün istirahat edeceği açıklandı.

7 Mayıs 2002: Bahçeli ve Yılmaz, hükümet senaryolarına karşı yaptıkları açıklamalarda 'protokole sadığız' dediler.

8 Mayıs 2002: Sezer'le haftalık olağan görüşmesi bu kez Ecevit'in evinde yapıldı. Sezer, 33 dakika süren ziyaretinin ardından Ecevit'in çok iyi olduğunu açıkladı.

22 Mayıs 2004: Halefini ilan etti ve görevi Genel Başkan Yardımcısı Zeki Sezer'e devretti. Karaoğlan Aktif siyaseti bıraktı.

18 Mayıs 2006: Beyin kanaması geçiren Ecevit, GATA'da tedavi altına alındı.

5 Kasım 2006: Yaklaşık 6 aydır tedavi gören ve yoğun bakım altında tutulan Ecevit, solunum yetersizliğine bağlı olarak hayatını kaybetti.

http://dosyalar. hurriyet. com.tr/ecevit/ siyasette. asp 

Karaoğlan Efsanesi
Hazırlayan: Sevgi ÖZÇELİK

"Ecevit" denilince aklınıza ilk gelen kelimeyi sorsak, ama hiç düşünmeyecek ve hemen, o anda zihninizde beliriveren ilk şeyi söyleyeceksiniz desek, nasıl cevaplar alırdık? Bu, cevabı hem kolay hem de zor, çetrefil bir soru... Bir kere, bu soruyu sorduğunuz zaman dilimi ve kime sorduğunuz önemli... Soruyu 1940'larda Robert Kolej'de okuyan bir öğrenciye sorduğunuzda cevabı "Bizim Eco" olacaktır. Çünkü kolej yıllarında Ecevit okulun ilk zamanlarındaki çekingenliğinden bir parça sıyrılmış, yakın arkadaşları tarafından "Eco" diye çağrılmaya başlamıştır. Peki ya zamanda bir sıçrama yaparak 1940'lardan 2002'ye gelsek, soru yine Ecevit olsa ve bunu bir gazeteciye sorsak? Hiç şüphe yok ki, muhtemel cevaplardan biri "hasta" olacaktır... Ecevit'in zamandaki bu iki nokta arasında yürüdüğü yol boyunca yaşadığı değişimler, zihnimizde yol açtığı çağrışımları da değiştirmiş, çeşitlendirmiştir.

Klasik -belki de klişe- tabirle Türkiye'nin siyasi hayatına damgasını vuran Ecevit, ülkenin kaderinde rol oynayacak aktörlerden biri olarak sahneye çıktığı 1957'den beri toplumun farklı kesimleri tarafından çok çeşitli ifadelerle tanımlandı: "Halkçı Ecevit", "Karaoğlan", "Bir Bölen", "Kıbrıs Fatihi", "Romantik", "Mütevazi"... Bu liste uzayıp gidebilir ancak bu yazının sınırlarını onun "sosyolojik" olarak algılanışı belirlemektedir. Toplum için ne ifade ettiğine bakarken de amacımız siyasi kimliğini değil, kişi olarak ve temsil ettiği değerler bakımından nasıl algılandığını yansıtmak olacaktır.

NEDEN KARAOĞLAN?

Ecevit için kullanılan ve belki de en akılda kalan tanımlamalardan biridir Karaoğlan... 1973 seçimlerinde CHP'nin seçim kampanyası sırasında ortaya çıkan Karaoğlan'ın hikayesi "Ecevit Olayı" kitabında ( yazarı Kayhan Sağlamer) şöyle anlatılır: Sivas'ın Yıldızeli ilçesinde elinde bastonu iki büklüm bir nine CHP'nin seçim otobüsüne yanaşır. Başında beyaz örtüsü, ayağında lastik pabuçları olan yaşlı kadın "Karaoğlan nirede ha evlatlar, Karaoğlan'ı görmek istiyom" diye sorar ama gazeteciler pek yüz vermez, "İşte orada" diye CHP ilçe merkezini gösterirler. Nine, sessiz ve buruk bir şekilde uzaklaşır. Karaoğlan lakabını önce öenmsemeyen gazeteciler sonra kadının Ecevit'i kastettiğini anlar, birbirlerine anlatırlar. CHP'liler de bu lakabı benimser, seçim kampanyalarını n bir parçası olarak kullanmaya başlar. Artık Bülent Ecevit tüm Türkiye'de Karaoğlan olarak anılmaya başlamıştır. Ecevit de kaynağı halk olan bu lakabını çok sever, benimser...

Türkiye'de 1970'lerde siyasette bugünkünden farklı olarak kesin sınırlar vardır. İnsanlar politik görüşlerini tıpkı futbol takımı tutar gibi yansıtır, destekledikleri politikacıları n posterlerini evlerinin, dükkanlarının duvarlarına asarak "sağcı mı solcu mu" olduklarını gösterir. Ecevit'in Karaoğlan posterleri de o dönemde CHP taraftarlarını n duvarlarını süsler. Halk türkülerinde hikayeleri anlatılan kahramanların isimleri andıran "Karaoğlan" lakabıyla Ecevit, halka onlara yakın olduğunu hatta onlardan biri olduğunu bir çırpıda anlatmanın kolay yolunu bulmuş gibidir. Nitekim halk Karaoğlan'ı tuttuğunu sandıkta gösterir ve CHP seçimlerden yüzde 33.3 oy oranıyla birinci parti olarak çıkar. Aslında Ecevit'in halkçı kimliği 1963'te Çalışma Bakanı olarak görev aldığı sıralarda şekillenmeye başlar. Halkın önemli bir bölümünü oluşturan işçilere, özgür sendika hakkı, grevli, toplu sözleşmeli sendikacılık yapma hakkını veren yasalara imza atan Ecevit, halktan yana olduğu mesajını ilk olarak bu icraatlarıyla verir.

KIBRIS FATİHİ

Ecevit'in yaşlı bir kadından aldığı Karaoğlan ismi, bir yıl sonra başbakanlığı döneminde yaşanan Kıbrıs olayıyla pekişir, Karaoğlan'a bir de Kıbrıs Fatihi eklenir. CHP tek başına iktidar olamadığı için Erbakan'lı MSP'yle koalisyon hükümeti kurar ve Karaoğlan başbakan olur. 1974 yılının Temmuz'unda Kıbrıs'ta Enosis idealinin temsilcisi Sampson'un yönetime gelmesi üzerine Ecevit, Türkiye'nin Kıbrıs'taki çıkarlarını korumak için harekete geçeceğini açıklar. Başbakan, ülkenin bu konudaki tutumunu anlatmak için İngiltere'ye gider ancak İngilizler Türkiye'nin ortak müdahale teklifini reddeder.

ABD gelişmeler üzerine devreye girer ve dışişleri bakanlığı temsilcisini Ankara'ya gönderir. Görüşmelerde Türkiye müdahale kararında ısrarlı olduğunu vurgular. Ve sonunda 20 Temmuz 1974'te tarihi Kıbrıs Çıkarması yapılır. Halkın büyük desteğiyle gerçekleşen harekatla ilgili olarak radyoda konuşan Ecevit, amaçlarının savaş değil barış olduğunu söyler ve yalnız Türklere değil Rumlara da barış getirmek üzere Ada'ya gittiklerini belirtir. Harekat sırasında Rumlar Ecevit'i "Sessiz Kurt" olarak tanımlayarak sakin ve barışcıl görünen Ecevit'in kararlılığına adeta övgüyle karışık bir gönderme yaparlar.

İngiltere ve ABD'nin harekat yapmama konusunda ikna edemediği Ecevit, tarihi bir karara imza atarak, artık Karaoğlan'ın yanısıra Kıbrıs Fatihi, Mücahit Ecevit olarak da anılmaya başlar. Bu kez "Ecevitçi" evlerin başköşesinde Türk bayraklı Karaoğlan posterleri vardır. MSP ile anlaşmazlıklar yaşayan Ecevit, Kıbrıs zaferiyle esmeye başlayan olumlu rüzgarı kullanmak için erken seçime gitmek ister ve rakipleri tarafından "Kıbrıs'ı sandığa taşımak"la suçlanır.

KUYRUKLAR VE ECEVİT

"Umudumuz Karaoğlan" sloganlarıyla hükümeti kuran Ecevit, 1974'ün sonbaharında istifa eder. İstifa sonrasında pek çok siyasi gelişme yaşanır ve partiler bir türlü istikrarlı bir hükümet kurmayı beceremez. Artık muhalafette olan Ecevit'in arkasına aldığı Kıbrıs rüzgarı pek de uzun soluklu olmaz. Ecevit muhalefetteyken Demirel'in liderliğinde kurulan 1. Milliyetçi Cephe (MC) hükümetine ağır eleştiriler yöneltir. Demirel'in ve hükümetinin "cephe" ismini seçerek kavgadan yola çıktığını söyler. 1977 seçimlerinde CHP birinci parti olur ama yine hükümeti kuracak sayıya ulaşamaz.

Ecevit sonunda bir azınlık hükümeti kurmayı başarır ama halk huzursuz ve tedirgindir. Ecevit'in ikinci kez başbakan olduğu dönemde sağ-sol gruplar arasında yaşanan çatışmaların artmasının yanısıra ülkede ekonomik sıkıntılar iyiden iyiye kendini göstermeye başlar. Benzin sıkıntısı, bakkalların önünde uzayıp giden yağ, şeker kuyrukları Karaoğlan umudunu boşa çıkarmış gibidir. Halk arasında bugün de zaman zaman dile getirilen "Ecevit ne zaman başa geçse ülke kötüye gidiyor" söylentisi yayılmaya başlar. Şüphesiz o günün kötü koşullarından tek başına Ecevit sorumlu değildir ama bu, vatandaşın Ecevit ile kuyruklar arasında bu türden bir ilişki kurmasına engel olmaz. "Halkçı Ecevit" halkın şikayet ettiği isimlerin başında gelir. Bugün 80 sonrasında doğan kuşaklara masal gibi gelen kuyruklar dönemi Ecevit'le (aslında biraz Demirel'le de...) özdeşleşir.

TEK ADAM

Sonunda 12 Eylül olur. Burada uzun uzun anlatmaya gerek olmayan gelişmelerden sonra Ecevit artık yasaklı bir siyasi figür olarak DSP'nin temellerini atmaya başlar. Tabii eşi Rahşan'la birlikte... Darbe sonrası "misafir edildikleri" Hamzakoy'da Ecevit'ler herşeye sıfırdan başlamaya karar verirler. Ve bugün bile Ecevit'ten sonra neler olacağına dair net bir senaryonun ortaya konamadığı Demokratik Sol Parti'yi kurmak için tek başlarına yola koyulurlar. DSP'nin kuruluş dilekçesi Rahşan Ecevit tarafından 14 Kasım 1985'te verilir. Siyasi yasaklar kalkıp Bülen Ecevit genel başkan olduğunda Rahşan baştan beri yürüttüğü parti işlerine devam eder. Kendi aralarında "hükümet işleri Bülent'in, parti Rahşan'ın" şeklinde yaptıkları işbölümü değişmeden sürüp gider.

Ecevit'ler partinin amblemi olarak gök mavisi zemin üzerinde beyaz güvercini seçerler. Barışın simgesi olan beyaz güvercin, Ecevit'in en başından beri taşıdığı insancıl, barışcıl kişilik özelliklerinin de simgesi olur. 1970'li yıllarda giydiği uçuk mavi gömleğiyle meydanlarda kendisini umut olarak gören halka seslenen Ecevit'in yeni partisinin rengi o günlere özlemin bir ifadesidir sanki... O dönemde halk arasında "Ecevit mavisi" olarak anılan gök mavi, 1980'lerin ortasında Türk siyasetinin yeni renkleri arasına girer.

Ecevit'ler, kuruluşundan bugüne DSP'nin yönetiminde tek söz sahibidir. Ecevit CHP tecrübesinden sonra partideki hakimiyetin eşi ve kendisinde olduğunun altını çizmek için parti kuruluşunda CHP'deki isimlerden uzak durmaya çalışır, yeni isimlerle yola çıkar.

ROMANTİK ŞÖVALYE

DSP Eylül 1986'daki ara seçimlerde ilk sınavını verir. Ecevit o dönemde yaptığı bir konuşmada "Beni tek başına romantik şövalye gibi görenler, gelip de şu meydanda görsünler" diyerek, kendisini solu bölmekle ve hayaller peşinde koşmakla suçlayan çevrelere cevap verir. Ecevit bir yandan da artık eski arkadaşlarıyla yollarını ayırdığının altını çizer.

Ecevit'in o zaman seçtiği yalnızlık onun kişiliğinin de en önemli özelliklerinden biri olur. Etrafında gerçekten yakın kimsenin olmayışı bir yönüyle eleştirilir belki ama ailesine, yakınlarına çıkar sağlayan politikacılardan yakınan halk, "Ecevit yemez, kimseye de yedirmez" diye formüle ettiği dürüstlüğünü hep takdir eder.

BİR BÖLEN ECEVİT

Ecevit 1986'daki ara seçimlerden beklediği sonucu alamaz. Seçim sonrası solu bölmekle suçlanan DSP'nin genel başkanı Rahşan Ecevit, diğer sol partilerle birleşmeyi reddeder. Kamuoyunda aile partisi görüntüsü giderek yerleşen DSP'de bazı muhalif sesler parti içinde demokrasi olmadığından yakınmaya başlar. Muhaliflerden Celal Kürkoğlu "Ecevit tanrı değildir. Tanrısal yetkileri de yoktur. Yaptıkları hatadır, hesabını halkımıza ve yargı organlarına verecektir" diyerek Ecevit'in mutlak hakimiyet surlarında gedikler açmaya çalışır.
Kamuoyunda ses getiren bu çaba Ecevit'leri pek fazla etkilemez. 1987'deki referandumla siyasi yasağı kalkan Ecevit DSP'nin genel başkanı olur.

MÜTEVAZİLİK VE SADELİĞİN SEMBOLÜ

Belki de bu noktada artık Ecevit'in genel başkanlığı döneminde Türkiye'de yaşanan siyasi gelişmeleri, seçimleri, solda birlik tarışmalarını, kurduğu koalisyon hükümetlerini, başbakanlığını bir kenara bırakarak onun bir insan olarak ve temsil ettiği değerler açısından nasıl göründüğüne değinmek yerinde olur.

Ecevit'in eşiyle birlikte sürdürdüğü günlük hayat tek kelimeyle "sade"dir. 1970'li yıllarda seçim kampanyaları için Anadolu'yu gezen Bülent Ecevit'in yanında parti işlerine koşturan sade giyimli, makyajsız kadını görenler, onun bir parti liderinin eşi olduğuna inanmakta güçlük çeker. Başlangıçta şaşırılan hatta yadırganan bu sadelik zamanla onları en sert şekilde eleştirenlerin bile takdir ettiği olumlu bir özellik olarak algılanır. Siyasetçi-yolsuzluk ilişkisine sıkça rastlanan ülkemizde bir parti lideri ve eşinin siyasi yaşama nasıl başladılarsa öyle sürdürmeyi başarmaları sık sık dile getirilen bir farklılık olarak göze çarpar.

Ecevit'in sadeliği giyim tarzında da kendini gösterir. Kışın hiç vazgeçmediği kasketi, tıpkı gök mavisi gömleği gibi Ecevit'in alamet-i farikalarından biri olur. Ecevit kasketi, gençliğini 70'lerde yaşamış kuşağın bir bölümünün gardırobunda yerini alır. Ecevit'in adını verdiği
bir başka şey de bıyık şeklidir. 70'li yıllardan beri değişmeyen "Ecevit bıyığı" stili o dönemde yine pek çok genç tarafından taklit edilir.

Tatillerini Ankara'da geçiren, başbakanlığı sırasında yerli makam arabasına binmekte ısrar eden (bu yüzden de bazen eleştirilen), yazılarını daktilosunda yazmaktan vazgeçmeyen ve bilgisayarla hiç tanışmayan, kendisini en sert şekilde eleştirenlere bile nezaket kuralları dışına çıkmadan yanıt veren biridir Ecevit'tir.. .

Siyasetçiye çoğu zaman yüklenen "baba" imajı Ecevit için geçerli değildir. Bunun çocuk sahibi olmayışıyla da pek ilgisi yoktur, nitekim Demirel de çocuksuz bir liderdir ama yoktur ama "baba" denilince akla ilk onun adı gelir. Ecevit ise daha farklı bir yerde durur vatandaşın gözünde, en çok bağlanıldığı dönem olan 70'lerde aileden biri değil de Karaoğlan kimliğiyle ve bir tür "kahraman" olarak karşımıza çıkar. Tekrar umut olmaya çalıştığı 1980'lerde, 90'larda ise kahramanlıktan uzaktır artık ama aileden biri olmaya da yakın değildir. Hem zaten onun bir ailesi vardır : Rahşan.

Eşi Rahşan, Ecevit'in hayatındaki en önemli isimdir. Uzun bir yolu birlikte yürüyen ikili, her zaman birbirlerini tamamlayan, uyumlu bir çift olarak görünür. Parti ve ev işlerini kimseye bırakmayan Rahşan Hanım'ın Ecevit'in üzerinde çok büyük etkisi olduğu aşikardır hatta bu etki zaman zaman aslında her konuda son kararı Rahşan Hanım'ın verdiği izlenimini bile yaratır. Kendilerini ülkelerine adadıklarını her fırsatta dile getiren çiftin birbirlerine de özel bir düşkünlükleri vardır. Ecevit hapse girdiği yıllarda, umutsuzluğa kapılan Rahşan Hanım'ı mektup ve şiirleriyle cesaretlendirir. Rahşan Hanım da özellikle son bir iki yıldır artan Ecevit'in sağlık durumuyla ilgili eleştirileri göğüsler, "ona çok iyi baktığını" söyler.

HASTA ECEVİT

Ecevit'in siyasi hayatı, son dönemde giderek artan sağlık problemleri nedeniyle tartışılır hale gelir ve "artık çekilmeli" diyen sesler çoğalır. "Ülkenin içinde bulunduğu koşullar gereği çekilemem" diyen Ecevit aslında geçmişte siyaset dışı hayata duyduğu özlemi dile getiren ilginç bir şiire imzasını atmıştır. 1964 tarihli eşi Rahşan'a yazdığı "Yapamadığımız" adlı şiirde, "evrenin derdini kapını dışında bırakmanın, Rahşan Hanım yün örerken karşısında polisiye roman okumanın" özlemini anlatır. O dönemdeki dileği "vaktinde ve rahat uyuyabilmektir" ancak geçen yıllar Ecevit'e bu özlemi unutturmuş, yoğun siyaset gündemi de rahat uykulara pek izin vermemiştir.

*Yararlanılan Kaynak :
Bir Karaoğlan Hikayesi: Bülent Ecevit - Süleyman Kurt (Birey Yayıncılık) 2002

___________ _______

ŞİİR TUTKUSU

Nazan MENGÜ

 
Ecevit'i büyüleyen heykel
 
Romanyalı sanatçı Constantin Brancusi'nin Ecevit'i büyülüyen Boşluktaki Kuş adlı heykeli. Ecevit, Brancusi'yi " Doğanın özüne varmış bir sanatçı "olarak nitelendiriyordu.
"Siyasette güçlü olabilmek, kişiliğini yitirmemek, yengiyle başı dönmeyecek, yenilgiyle de yıkılmayacak kadar az bağımlı olunmalıdır siyasete" diyen Bülent Ecevit, sadece bir siyaset adamı değildi. Yüzlerce şiire imza atmış bir şair. Eliot, Tagore ve Ezra Pound'un eserlerini dilimize kazandıran bir çevirmen. Mozart'tan, klasik Türk müziğine, notaların büyülü dünyasında gezinmekten keyif alıyordu. Bir tabloyu ya da bir yontuyu saatler boyu heyecan duyarak izliyordu. Bütün bu iktidar mücadelelerinin yanı sıra onu yakından tanıyanların deyimiyle "ressam annesi Nazlı Hanım'ın zarif, ince ruhlu oğlu o".




Bu bölüm, Faruk Bildirici'nin "Kuzum Bülent, Ecevit'e Aileden Mektuplar" adlı kitabı, Doğan Hızlan'ın 15 Şubat 1998 tarihli Hürriyet Gazetesi'nde yayınlanan "Rahşan çiçek suluyor ben şiir yazıyorum" başlıklı söyleşisi ve Hürriyet arşivinin yanı sıra internet ortamındaki Bülent Ecevit ile ilgili kaynaklardan derlenmiştir.
 
 
BAŞBAKANDAN ŞAİR OLMAZ

"Bir bardak çay, bir yaprak kağıt, bir kurşun kalem ve şiir kitabı... İşte Bülent'in en sadık arkadaşları... " Robert Kolej'den sınıf arkadaşı Dimitri Andriadis, öğrenci Bülent Ecevit'i işte bu cümlelerle anlatıyor.

Spor ya da matematikle arası pek iyi olmayan bu edebiyat tutkunu, sakin ve zarif genç, belki de siyasete girmemiş olsaydı, ülkenin önde gelen şair ve çevirmenlerinden biri olarak anımsanacaktı. Ama dedesi ve babasının da etkisiyle siyasete yöneldiği hatırlanınca; ister istemez arkadaşı Can Yücel'in o sözünü sakınmayan üslubuyla yaptığı eleştiri geliyor akla: "Başbakandan şair olmaz/ İyi şair başbakan olmaz..."

Genç Ecevit'in, sadece edebiyata değil sanatın diğer dallarına olan tutkusunun kaynağı, Sanayi-i Nefise Mektebi mezunu olan (bugünkü Güzel Sanatlar Fakültesi) annesi ressam Nazlı Ecevit. Tıpkı annesi gibi çocukluğundan beri resim yapan ve şiir yazan Ecevit, eşi Rahşan Hanım'ı da Robert Kolej'de bir resim yarışması sırasında tanır zaten.

Her ne kadar yaşamını siyaset üzerine kursa da sanat tutkusundan asla vazgeçmez. Evlendikten sonra Rahşan Hanım'la birlikte İngiltere'ye giden Bülent Ecevit, Londra Üniversitesi' ne kaydını yaptırır, aynı zamanda Basın Ataşeliği'nde de çalışmaya başlar.
Bu arada da çift, 80 sterlinlik maaşlarının büyük bölümünü müze, galeri, tiyatro, sinema ve kitabevlerine yatırınca ekonomik güçlüklerle karşılaşır.

İLKOKUL'DA ATATÜRK İÇİN ŞİİR YAZDI

Beşiktaş Valideçeşme'deki Pembe Köşk'te 28 Mayıs 1925 günü, ressam Nazlı Ecevit ile Adli Tıp Doktoru Fahri Ecevit'in tek çocuğu olarak doğar Bülent Ecevit.

Küçük Bülent henüz 1 yaşındayken de aile Ankara'ya yerleşir. Baba Ecevit, Ankara Hukuk Fakültesi'nde Adli Tıp Profesörü olur, aynı zamanda Jandarma Meslek Mektebi ile Polis Enstitüsü'nde derslere de girmeye başlar. Politikayla yakından ilgilenen Fahri Ecevit, CHP'ye de üye olur.

Ailenin İstanbul'dan Ankara'ya taşınmasından sonra yıllar geçer. Nazlı ve Fahri Ecevit'in tek çocuğu Bülent, ilkokul çağına gelmiştir. 1931 yılında, Ankara Mimar Sinan İlkokulu'na başlar.

İşte Bülent Ecevit'in edebiyata özellikle de şiire olan ilgisi daha bu yıllarda ortaya çıkar. İlk şiirini henüz ilkokula başladığı yıl yazar Ecevit.

"Atatürk" adını verdiği bu şiiri okul müsamerelerinde, anma törenlerinde okur. Kendi deyimiyle "şiirden sonra aldığı alkışlar çok hoşuna gider" küçük Bülent'in.

En az şiir kadar sevdiği başka bir şey daha vardır Bülent Ecevit'in: Adapazarı'nda Alay Komutanı olan dedesi Albay Mehmet Emin Bey'in yanına gidip ata binmek.

Bülent Ecevit, 1936 yılında ilkokuldan mezun olur. Ailesi onun daha iyi bir okulda öğrenim görmesini ister, ancak mali güçleri Ankara Erkek Lisesi'nin orta bölümüne kaydettirmeye yetecektir o anda.

Genç Bülent, bu okula bir yıl devam eder. Ardından ailesinin ekonomik durumunda bir rahatlama olunca, daha iyi bir eğitim alması için İstanbul'a gönderilir. Robert Kolej'e kaydını yaptırır genç Bülent. İngilizcesi yeterli düzeyde olduğu için iki yıl olan hazırlık sınıfını bir yılda geçer.

BİR BARDAK DEMLİ, ŞEKERSİZ ÇAY

Bu arada ailesinin, doğal olarak da ülkenin ekonomik gerçekleriyle bir kez daha yüzleşir genç Bülent. Yatılı okumak çok pahalıdır. Bu yüzden Madam Lusi'nin evine pansiyoner olarak yerleşir. Kaldığı bu rutubetli küçücük oda için 50 lira kira öder genç Bülent. Daha sonra da edebiyat hocası Feridun Nigar'ın Rumelihisarı sırtlarındaki Boğaz manzaralı üç katlı ahşap yalısına yerleşir, üstelik de 25 lira kirayla.

Bülent Ecevit'in, demli şekersiz çay içme alışkanlığı, mumum titrek ışığında şiirler yazdığı bu yıllara dayanır. Şeker sevmediğinden değil, İkinci Dünya Savaşı'nın zor koşullarında karneyle bile şeker bulmak zor olduğundan bunu tercih eder Ecevit.

Çevresinde, "zarif bir genç" olarak tanınan Bülent Ecevit, bir yandan edebiyat ve resimle uğraşırken bir yandan da okuluna devam eder. Dersleri aksatmaz. Ama öyle dikkati çekecek bir başarısı da yoktur. Öğretmenlerinin deyimiyle "ne iyi, ne kötü bir öğrencidir." Sürekli okur. Edebiyat her zamanki gibi en büyük tutkusudur. Tercüme de ikincisi. Ama, diğer notları, özellikle de matematik ve fizik, pek iyi değildir genç Bülent'in.

Okul yaşamı boyunca tam bir "sanatçı" gibidir Bülent Ecevit. Herhangi biriyle, değil yumruk yumruğa kavga etmek, yüksek sesle tartıştığı bile seyrek görülür.

Çok sinirlendiği zaman sağ gözü iradesi dışında hızla açılıp kapanır. İleriki yıllarda siyaset alanında zorluklarla karşılaşıldığı zaman da görüleceği gibi.

O yıllarda, sigara içmeyen, kızlı erkekli partilerden uzak duran, şiir ve tercümelerle renklendirdiği dünyasında yaşayan bir gençtir Bülent.

Esmerliği nedeniyle önce 'Hacı' sonra da 'Eco' diye çağrılan genç Bülent, 1941 yılında henüz lise öğrencisiyken Tagore'un "Gitanjali" adlı şiirini çevirir. Bu çeviri, Ahmet Sait Basımevi tarafından yayınlanır.

Bundan iki yıl sonra, 1943'te Atatürk büstünün açılışında Mustafa Kemal için yazdığı şiiri okur genç Bülent. Aynı yıl Tagore'un "Avare Kuşları"nı da dilimize çevirir.

Bülent Ecevit edebiyat dünyasına "Hep bu Topraklar" adlı dergideki şiirleriyle girer. Tagore'un yanısıra T.S. Elliot'dan da çeviriler yapar.

Ecevit'in edebiyat tutkusu onu Robert Koleji'nin edebiyat dergisi "İzlerimiz"in baş yazarlığına kadar getirir.

MAVİ İLE BAŞLAYAN AŞK

Bu arada Bülent Ecevit'in babası Fahri Ecevit, CHP'nin milletvekili adayı olarak Kastamonu'dan genel seçimlere girer ve kazanır. Artık milletvekili oğludur genç Bülent.


İşin aslı babasıyla arası çok da iyi değildir Bülent'in. Sürekli içmesine, küfürlü konuşmasına kızar. Hırslı ve tuttuğunu koparmaya alışkın babasının değil, sakin ve dingin sanatçı annesinin oğludur o.

"İzlerimiz" dergisinde başyazarlık yaptığı 1943- 44 yılları genç Bülent'in hayatında bir dönüm noktası olur. Derginin düzenlediği resim yarışmasında Rahşan Aral ile tanışır. Genç Rahşan, Bülent Ecevit'in annesi Nazlı Hanım'ın Ankara Kız Lisesi'nden de öğrencisidir.

Rahşan Aral, derginin düzenlediği yarışmada, "Cebeci" adlı resmiyle birinci seçilir. Bülent'in en sevdiği renk mavidir. Genç Rahşan da birincilik ödülü kazanan resminde maviyi ağırlıklı olarak kullanmıştır. Sözün kısası genç Rahşan, ilk olarak "mavi" renk ile dikkatini çeker Ecevit'in.

"Mavi" renk tutkunu iki genç, Rahşan ve Bülent, Robert Koleji'nin kız bölümü ile ortak olarak sahneye konulacak olan "Doktor Faust" adlı eserin provalarında karşılaşırlar.

Bülent, Rahşan'ı ilk kez yakın arkadaşı Altemur Kılıç'ın yanında görmüştür. Çok heyecanlanır. Altemur'a onunla tanışmak istediğini söyler. Okul arkadaşlarıyla birlikte gittikleri piknikte birbirlerine aşık olduklarını anlarlar.

Genç Rahşan Aral'ın babası Namık Zeki Aral, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde hocadır, aynı zamanda "Ulus", "Yeni Ulus" ve "Halkçı" gazetelerinin de yazarlarından.

1944 yılında Rahşan ile Bülent liseden mezun olup, Ankara'ya ailelerinin yanına dönerler.
Bülent Ecevit babasının isteği üzerine Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne kayıt yaptırır. Ama sadece üç ay okur burada. Daha sonra Basın-Yayın Genel Müdürlüğü'nde tercüman olarak çalışmaya başlar. Bu arada Hukuk Fakültesi'ni bırakıp İngiliz Filolojisi'ne kaydını yaptırır.

MAAŞININ ÇOĞUNU MÜZELERE, TİYATROLARA YATIRDI

Basın-Yayın Genel Müdürlüğü'ndeki Nuri Eren, Londra Basın Ataşeliği'ne tayin edilince kendisiyle birlikte gelmesini teklif eder. Bu arada, Rahşan Aral, Amerikan Haberler Merkezi (USİS)'inde çalışmaya başlar.

Rahşan ve Bülent, 1946 yılının 22 Ağustos'unda saat 16:00'ta çocuk Esirgeme Kurumu Salonu'nda yapılan sade nikahla evlenip Londra'ya giderler.

Bülent Ecevit, Londra Üniversitesi' ne kaydını yaptırır. Londra Basın Ataşeliği'nde göreve başlar. İngiltere günleri ekonomik olarak sıkıntılı geçer Ecevit çiftinin.

O dönemde 80 sterlin maaş alan Bülent Ecevit ve eşi Rahşan Hanım, maaşlarının büyük bölümünü sanat etkinliklerini izlemek için harcarlar. Tate ya da National Art Gallery'ye gidip ünlü tabloları saatlerce seyrederler.

Charring Cross Road'daki kitapçıların müdavimi olurlar. O dönem Londra'da sahnelenen hemen hemen bütün oyunları izlerler. Bu sanat aşkı Ecevit çiftinin bütçesini epey sarsar. Bir süre sonra yiyecek almak için para bulmakta bile zorlanmaya başlarlar. İşte bu dönemde yaşanan sıkıntılar Rahşan Hanım'ın sinirlerinin bozulmasına neden olur. Bu olup bitenler Bülent Ecevit'i de etkiler. Sigara ve içkiye başlar.

Neyse ki Ecevit çiftinin ekonomik krizi uzun sürmez. Bir süre sonra Bülent Ecevit, Londra Üniversitesi' nde önce "Sankskrit ve Bengal" dillerine devam eder daha sonra da sanat tarihi derslerine. Sonuçta iki okulu da bitirmez Ecevit.

GAZETECİ ECEVİT

1949 yılında Ecevit çiftinin yaşamı da değişir. CHP Hükümeti'nin Başbakan Yardımcısı olan Nihat Erim'in yardımıyla Bülent Ecevit partinin yayın organı oyan Ulus Gazetesi'nde çalışmaya başlar.

Ecevit'in gazetecilik mesleğindeki ilk görevi çok sevdiği tercüme işiyle örtüşür. Associated Press Ajansı'ndan gelen haberleri Türkçe'ye çevirir Ecevit.

Ulus gazetesinde; tercümanlığın yanı sıra sekreter yardımcılığı da yapar.

Bir ara CHP'nin sol kanadında bulunan gazeteci Mehmet Barlas'ın babası Sait Barlas'ın, Pazar Postası'nda sanat eleştirileri yazar. Pazar Postası'nın mizah sayfası "Ciddiyet"i o dönemdeki en yakın arkadaşı Çetin Altan'la birlikte hazırlar.

Bu arada Rahşan Hanım'da eşi gibi gazetecilik mesleğine girer. Bülent Bey, "Ulus" gazetesinde çalışırken Rahşan Hanım da Altemur Kılıç'ın çıkardığı haftalık siyasi dergi "Devir"de çalışır.

Gazeteci Bülent Ecevit, Türkiye'ye döndükten 9 ay sonra, İngiltere Dışişleri Bakanlığı'ndan davet alarak tekrar bu ülkeye gider ve 12 gün kalır. Bu gezisinde "Avrupa Sosyalizmi"ni inceler.

Bülent Ecevit bu arada Balgat'ta Genelkurmay Haber Başkanlığı Protokol Şubesi'nde 32. Dönem Asteğmen olarak vatani görevini yapar.

Bu arada Bülent Ecevit'in gazetecilik mesleğine profesyonel olarak adım attığı "Ulus" gazetesi kapanır. Ecevit bu kez Halkçı gazetesinde dış politika ağırlıklı yazılar yazmaya başlar.

Bülent Ecevit bütün bu sanat tutkusuna ve gazeteciliği de çok sevmesine karşın, aile geleneğini bozmayıp politikayla ilgilenmeye başlar.

Babasının yaşama veda ettiği 1954 yılında, Amerikan Haberler Merkezi (USİS) in davetlisi olarak Amerika'ya gider Ecevit. Halkçı gazetesine buradan da yazılar göndermeye başlar. "Amerika Mektupları" adlı köşede yazılarını sürdürür. ABD'de aldığı 3 aylık gazetecilik kursundan sonra da Boston'a gider Ecevit. Harvard Üniversitesi' nin Ortadoğu Enstitüsü'nde Ortadoğu bölgesi üzerine çalışmalar yapar. Bu dönemde Bülent Ecevit vaktinin çoğunu kütüphanelerde geçirir.

Türkiye'ye döndükten sonra da değişen yönetimle birlikte isimleri de değişen "Yeni Ulus", "Halkçı" gibi gazeteleri çıkarır. Ecevit artık yazı işleri müdürüdür.

1955 yılında NATO'nun davetlisi olarak Kanada'ya gider Ecevit. Bu arada da sürekli açılıp kapanan "Ulus" gazetesinde yazılarını sürdürür.

İki yıl sonra Rockefeller Vakfı'nın bursuyla yeniden Amerika'ya gider Ecevit. Massachusetts eyaletinin üniversite kasabası Cambridge'de, Harvard Üniversitesi' nde "Osmanlı Siyasi Tarihi" üzerine inceleme yapar.

Uluslararası Basın Enstitüsü (UPİ)'nin New York'da "Birleşmiş Milletler" konulu seminerine Türk temsilcisi olarak katılır Ecevit. Türkiye'de seçim atmosferi vardır artık.

İşte bu sırada Ecevit'in belki de hayatının akışını değiştiren olay meydana geldi. Kaldığı pansiyona gelen telgraf, CHP'nin, Bülent Ecevit'i Ankara'dan milletvekili adayı göstermiştir.

Seçime 1 aydan az bir zaman kala Ecevit Türkiye'ye döner. Zaten seçimlere 27 gün kala gelmişti. 27 Ekim 1957 yılında Ankara'dan CHP adayı olarak seçimlere katılır. Ecevit artık milletvekilidir.
 
ŞİİR BENİM KİŞİSEL EYLEMİM

"Benim için şiir yazmak- özellikle siyasete girdiğimden beri- bir iletişim aracı, bir düşünce açıklama yolu değil, bir düşünme yöntemidir." Başbakan Bülent Ecevit, 1976 yılında yayınlanan Şiirler adlı kitabının önsözünde ye alan 'Niçin Şiir' başlıklı yazısına böyle başlıyor.

Ecevit için şiir " topluma mesaj vermek için kullandığı bir yöntem değil." İngiliz şair A.E. Houseman 'ın "şiir söylenen şey değildir" sözünden yola çıkarak şiiri " düşünülen şey değil düşünüş biçimi " olarak tanımlıyor Ecevit. Ve devam ediyor: " Topluma bir bildirim olacaksa bunun için şiirden yararlanmam. Yine de yazdığım şiirlerde bir bildiri bulunabilir. Ama çoğu kez ben de o bildiriyi şiirden öğrenirim veya çıkarmaya çalışırım. Topluma bildiride bulunmak için şiir yazanları eleştirmiyorum. Kimi ozanların topluma insanlığa büyük katkıları olur o yoldan. Ama şiir ille bunun için yazılmalı diyen olursa buna katılamam. Ben yapabildiğim kadar toplumsal görevimi siyasal eylem yoluyla yapıyorum. Siyasal açıklamalarımla yapıyorum. Doğrudan yapıyorum. Şiir benim özel eylemim."

Bülent Ecevit, "insanın iç özgürlüğe kavuşmasını sağlayan etkili yollardan biri" olarak tanımladığı şiirle ilişkisini, siyaset yaşamının bütün yoğunluğuna karşın kesmedi. Her zaman Türkiye'nin "şair siyasetçisi' olarak kaldı.

Ecevit 1998 yılında henüz Başbakan Yardımcısı olduğu dönemde El ele Büyüttük Sevgiyi adlı kitabı yayınlandı.

Bu dönemde yaptığı bir söyleşide de şiirle ilişkisini, hangi şairlerden etkilendiğini anlattı. İşte bu söyleşiden bazı bölümler:

Beni en çok etkileyenler genellikle Türk halk şairleri oldu. Bir kere Osmanlı'ya karşın, Osmanlı dönemine karşın, Türk dilini yaşatmışlar, Türk dilinin olanaklarını çok iyi değerlendirmişler. Osmanlı'da felsefe yok. Fatih'ten sonra İslam'da, İslam aleminde maalesef bir felsefe yok. Bizim özellikle Tasavvuf ağırlıklı Halk Şiiri'nde bir felsefi temel var. Bugün Divan Şiiri'ni sık sık sözlüğe bakmadan anlayabilme olanağımız yok, fakat 12'inci, 13'üncü, 14'üncü yüzyılda üretilmiş halk şiirlerini ister Yunus Emre olsun, ister Hatayi olsun, ister Aşık Paşa olsun bugün yazılmış gibi aşağı yukarı anlayabiliyoruz. Fakat en çok Türkçe'yi kullanış biçimleri beni etkiledi.

Halk şairleri, halkın zevkinin gelişmesine ve bilinçlenmesine çok büyük katkıda bulunmuşlar. Onun dışında, bu yüzyılın başlarında Türk şiirinin gelişmesine çok büyük katkıda bulunmuş ozanlar var. En başta tabii Nazım Hikmet, Fazıl Hüsnü Dağlarca. Bir de epik şiir, epik denebilecek şiir yazmaya başladığımdan beri Homeros'tan yararlandım.

Yeni şiir kitabınızda sizi etkileyen Brancusi'nin Altın Kuş, Sonsuz Sütun heykelinin, Monet'nin Buzların Çözülüşü tablosunun fotoğrafları ve şiiri var.


Heykeltıraş Brancusi'nin Boşluktaki Kuş ve ressam Monet'nin Buzların Çözülüşü adlı tabloları beni çok etkiledi. Brancusi'nin beni en çok etkileyen özelliği, heykelde, yani yontuda soyutlamayı en son sınırlarına götürmesine rağmen, özünde doğadan hiçbir zaman kopmamış olması. Romanya'da yaşadığı şehirden sonra, Paris'e gitmiş. Son heykellerinin esin kaynağı olarak yüzyıllardır ırmağın, suyun yonttuğu taşlardan esinlenmiş. O taşları toplamış, doğayı soyutlarken, doğanın özüne varmış. Ve bir de bir mistik tarafı var, deyim yerinde ise bizim tasavvuf anlayışımıza varan her şeyi tekliğe indirgemiş. Monet de soyut doğa resminin sınırlarını aşmış.

Ben Rahşan'ın zevkine çok güvenirim, o bir nevi halktır benim için. Şiirlerimi bitirince ona gösteririm, o bana, burası oturmamış gibi yorumlar yapar, ben de bazen aylarca düzeltmek için uğraşırım.

Tagore'un yanısıra T.S. Eliot'un Kokteyl Parti ve Four Quartet adlı şiirlerinden bazı bölümleri de Türkçe'ye çevirdim. Eliot, Dylan Thomas ile birlikte en sevdiğim yabancı şiirlerden.

 
Tagore ile tanışma

Bülent Ecevit'in Hint edebiyatına gençlik yıllarından beri büyük ilgisi vardı. Bu ülkenin ilgi çekici edebiyatı ile ilk olarak 16 yaşındayken babasının elinde gördüğü Rabindranath Tagore'un "Bahçıvan" adlı kitabı sayesinde tanıştı.

Kitabı okuyan Ecevit'in dünyaya bakışı bir anda değişti ve Hint felsefesinin büyüsüne kapıldı. Ardından Tagore'un "Postane" adlı oyununu okuyan Ecevit, Hint kültürüne daha da yakınlaştı.

Ecevit, 1946'da Londra Büyükelçiliği'nin Basın Ateşeliği'nde mahalli katip olarak çalışırken, Bengalce ve Sanskritçe öğrenmek için London School Of Oriental and African Studies'de ders almaya başladı.

Tagore'un Gitanjali (Nefesler) ve Avare Kuşlar adlı eserlerini Türkçe'ye çeviren Ecevit, bu mistik Hint ozan ve filozofu ile "tanışmasını" şöyle anlatıyordu :

"Henüz onaltı yaşında bir lise öğrencisiyken, bir gün anne ve babamı bir kitabı büyük bir dikkatle okurlarken gördüm ve kitabın konusunu sordum. Bana, bir Hint ozanının şiir demetinin Türkçe çevirisi olduğunu söylediler. Şiire olan ilgimi bildiklerinden benim de okumamı önerdiler. Kıtap, Rabindranath Tagore'un "Bahçıvan" adlı eseriydi..


Kendi deyşimiyle "okuduklarından büyülenmiş halde Tagore'un diğer eserlerini de aramaya başladı Ecevit. Önce Gitanjali'nin İngilizcesini buldu. Bu eseri okudu ve birkaç hafta sonra da Türkçe'ye çevirdi. Ardından da Avare Kuşlar'ı.
Sonra da Tagore'un ana dilini Sanskritce ve Bengalce'yi öğrenmeye karar verdi.

Ecevıt, Tagore ve onun sayesinde tanıdığı Hint kültürüne olan sevgisini anlatmayı şöyle sürdürüyor: "Çalışmalarım nedeniyle çok istediğim halde bu dili istediğim biçimde öğrenmeyi sürdüremedim. Ama kısa zaman zarfında, Sanskrit'in mükemmel estetiğini hayranlıkla izlemek ve Tagore'un şiirlerinin orijinal Bengal dilindeki tadını almak fırsatını da bulmuş oldum.

Ecevit, soylu bir ailenin 14 çocuğundan biri olan Tagore, 1913'de Nobel Edebiyat Ödülü'ne değer görülen iki yıl sonra da İngiltere tarafından verilen 'Sir' unvanını reddeden bu Hintli ozanın en çok Tanrı ve doğa sevgisinden etkilendiğini söylüyor. aldı. 1915 yılında İngiltere kendisine "sir" unvanı verildi ancak Tagore bunu reddetti.

"Onun şiiri aynı zamanda Tanrı sevgisinin ve Tanrı önünde duyulan tevazuun içten ifadelerini oluştururken, Tanrı'nın da bu sevgi ve başeğmeye, Yaradan'ın her şeye kadir gücüne yaraşır bir yüksek gönüllülükle karşılık vereceğine olan inancı yansıtmaktadır. "


Bülent Ecevit'in çevirisiyle Rabindranath Tagore'un Avare Kuşlar'ından bölümler

"Avare yaz kuşları şarkılarını söylemek ve uçup gitmek üzere pencereme konarlar.
Ve şarkısı olmayan güz yaprakları çırpınırlar ve bir iç çekişle oracığa düşerler.

"Kadın, sen ev işlerini görürken kolların yücelerde ve çakıl taşları arasında akan bir ırmak gibi şarkı söyler."

"Bugün güneş içindeki dünya banha unutulmuş bir dilden eski yşarkıları yün eğiren bir kadın gibi mırıldanıyor,"

"Karanlık gece! Senin güzelliğini, ışığı söndürdüğü zaman sevgili kadının güzelliğini duyduğum gibi duyarım"

"Senin gülümsemen kendi bahçelerinin çiçeğiydi, konuşman, kendi dağ çamlarının hışırtısıydı, fakat kalbin hepimizin bildiği kadın"

"Zirveye tırmandım ve şöhretin tatsız ve çıplak yüksekliğinde bir barınacak yer bulamadım. Yol gösterenim sen henüz aydınlık sona ermeden beni hayat hasadının "altından akıl" haline geldiği sessizlik vadisine götür. "

Rabindranath Tagore'un 1961 yılında Bülent Ecevit çevirisiyle Hilmi Kitabevi tarafından yayınlanan Avare Kuşlar adlı kitabından alınmıştır.
 

Uçan Daire ve Aydaki Adam Arnavutça'da

Başbakan Bülent Ecevit'in bazı şiirleri çeşitli yabancı dillere de çevrildi. Ecevit'in Makedonca'ya aktarılan 13 şiiri Arnavut şair Resul Şabani tarafından Arnavutça'ya çevrilerek ''Yankı-Yehona' ' adlı dergide yayınladı.

Bunlar arasında Ecevit'in 1953 yılında yazdığı Uçan Daireler ile 1975 yılında kaleme aldığı Aydaki Adam da bulunuyor.

Uçan Daire

Bu sonsuz gök
Bizden midir değil midir
Bu yıldızlar
Canlı mıdır cansız mı

Dostlar olmalıdır
Bu göğün içinde
Düşman olmalı

Canlıysa bu yıldızlar
Toprağında can olmalı
Nefes alınmalıdır
Yaşanıp ölünmeli

İnsan bu göğün boşluğuna dayanmaz
Bir koca göğün içinde
Bir ufacık dünyada yapayalnız
Bir avuç insanla yaşanmaz

Can olmalıdır göğün
Yıldızlarında can
Bize benzer veya benzemez
Dost veya düşman

Gelmeliler dünyamıza
İçmeliler suyumuzdan''

1975 tarihli Aydaki Adam da ise şöyle sesleniyor Ecevit:

Aya giden adamlar
Kovdular aydaki adamı
Aya giden adamların ayak izinden
Aydaki adam gelecek yine bir gün
İnecek yine geceleyin aydan
Aydınlatacak yine uykumu
 

Beyaz Derililer

Kızıldan sarıdan siyahtan
kadınlar daha da mahzun beyaz derili
neslinden uzak kalan aşklara
tenleri anten gibi gerili

neon lambalarından kararmış dünya
kadın aydan alır biz ondan güneyi
rahminde kurur yeşerir toprak
dönen mevsimler eşi

caz dinler dertlenirler bazen
dünya kalır Afrikalardan ibaret
ağır kopan köklerinde
balta girmemiş ormanlara hasret

teni narin vücudu uçun
beyaz derili kadınlar
serer yataya bir avuç toprak
çarşaf gibi mahzun

Akar tenlerinden bir tertemiz su
çeker bizi vücudun pınarına
hatırlar da çıplak olduğumu
dalarız aşkın sularına


Bach Sonatı

ne ben sorayım seni
ne sen beni sor
soyunmuş seslerimiz tenden
boşlukta bir ask örüyor

ses olmuş duygular
yaklaşır dalga dalga zamansız
kavuşsa da seslerimiz birbirine
biz kavuşamayız

ne kollarımız var saracak
ne öpecek dudaklar
ne görülecek yüzümüz var
ne görecek göz

bir aşk örüyoruz boşlukta
çizgiden soyut
zerreden öz


Yargı

öldürenle katiliz çalanla hırsız
tümümüz sanığız tümümüz savcı
tümümüz suçlu tümümüz yargıç

kimi aklar kimi suçlarız
kimi bağışlar kimi asarız
kendimizi başkasında

hergün bıçak saplı
birinin arkasında
vurulan da biziz vuran da


Çağ Başında

bir görünmez duvar indi
bilmeden astığımız çizgiye
öncesi dumanlar içinde
bir efsane şimdi

avucumuza soğuk çarpan
duvarın ardında gördüğümüz
değil miydi dün yürüdüğümüz çayır
şimdi bir yeşil pan
eski ormanlara kaçmadadır

bize doğru koşan tunç yüzlü kahramanlar
yansıyınca görünmeyen duvardan
günbatışında güneşlenir
batar yüce dağlardan
tunç yüzlü kahramanlar
daha dün biz değil miydik onlar

ve duaya başlarken son umutla biz
yıkılır tapınaklar ardarda
dönerler dağlarına tanrılar
kırılır dualar duvarda

çekilen sular gibi çekilmis
saydam duvar ardına dün
bir çorak dünya kalmış bize
boşlukta bir gün

korkuyla döndük duvardan
bir umutla baktık yarına
yarın yaratılmamıştı yarın
kaldırdık başımızı kapanan göğe
izi yok tanrıların

ne yaratmak gelir elimizden
ne ölmek gelir gönlümüzden

içimizde bir ürküntü bir yalnızlık
sulardan ve çayırdan son kalan
kadınlarımıza sarıldık

tekerleği dönüyordu çağların
yaklaşıyordu bize doğru
bir yaratılmamış yarın

ne ölmek gelir gönlümüzden
ne yaratmak gelir elimizden


Göçmen

sevdiklerimin başında bir bilmedigim
görmediğim özlemediğim özlediklerimin başında

yurdum olmadan sıladayım
kimsem ölmeden yasta
yollarda gözlediğim ne
mektuplarda beklediğim ne
nereden sürmüşler beni buralar nere
buralar nere, buralar nere
bir bildiğim olmalı, bilmez olmuşum
bir derdim olmalı, gülmez olmuşum
buralara konmuş göçmen olmuşum
bir derdim olmalı, gülmez olmuşum


Jeolog

"Doğuşumdan öncelere doğmuşum
Bekleyedursun geleceklerde ölüm... ben
Eskiden yaşıyorum
Avucumda birer esrarlı kísedir çağlar
Her birinden başka bir gök dağılıp sarar
beni
Haykırsam
Kaybolmuş dağlar
Geri yollar sesimi
Nedir bu aşinalık
Kömürler alevlenince?
Otlarım vardır
Ağaçtan büyük
Çiçekten ince
Billur taslarda dudaklarım
Çağlara kanmış
- Ey nesin sen
Beyaz şalımın eteklerine değen?
İnsanmış..."


Promete Kentte

promete şimdi kentte
kayalara bağlı değil
beton duvarlarla çevrilidir
kartalların giremiyeceği bir semtte
kendi kendini kemirir


Pülümür'ün yaşsız kadını

Pülümürün bir dağ köyünde gördüm onu
yaşını sordum bir giz gibi güldü
kimi seksen dedi köylülerden kimi yüz
yüzüne baktım bir giz gibi güldü

bir asa vardı elinde
bir solmuş kırallığın
kadifeden harmanisi üzerinde
bir hititliydi o bir selçukluydu
bir ermeniydi bir kürttü
bir türk

yaşını sordum bir giz gibi güldü
koluma girdi bir soylu kadınca
tozlu köy yolunda sürüyerek eteğini
beni tek gözlü sarayına götürdü
köy yapısı kulübesinin

zamanı onda yitirdim ben
yitik zamanlara onda eriştim
en soylu yoksulluğun toprak döşeli sarayında
bir taç gibi kondu başıma Türkiyeliliğim


Elele Büyüttük Sevgiyi

birlikte öğrendik seninle
avucumuzda yüreği çarpan
kuşa sevgiyi
elele duyduk kumsalda denizin
milyon yılda yonttuğu
taşa sevgiyi
tırtılları tanıdık seninle baharda
tırtılken daha sevmeyi öğrendik
sevgiden üreyen kelebeği
toprağı evimiz gibi sevdik seninle
birlikte sevdik kuru toprakta
ev kuran köstebeği
köstebeğinden toprağına taşına
tırtılından kelebeğine kuşuna
elele sevdik bu dünyayı
acısıyla sevinciyle sevdik
yazıyla kışıyla sevdik
köy - köy ülke - ülke
gökler gibi sardı dünyayı
yağmur gibi sızdı dünyaya
dünya kadar oldu sevgimiz
elele büyütüp elele derdik
elele derip insana verdik
verdikçe çoğalan sevgimizi


Yapamadığımız

Rahşan'a


akşam kapı eşiğinde bir terli giysi gibi
soyunmak vardı derdinden evrenin
bir entari serinliğini giyinmek
kendi derdini tespih gibi çekmek elinde

yün örmen vardı akşamları koltuğa gömülü
karşında polisiye roman okumak vardı
sorgusuz bakışmak yoruldukça gözlerimiz
sevinçsiz gülmek üzüntüsüz ağlamak

oturmağa konuklar gelmesi bazen
çevresinde bir masanın kaygısız
sıcacık konularda bir demli çay gibi
bilmedik komşularla konuşmak

dünyamızla uyuşmak vardı
oyunda sonunu görmeden oynamak
sevinebilmek kazandığına
yitirdiğine yerinebilmek

düşünmiyebilmek yoruldukça düşünmekten
kamaştıkça örtebilmek gözlerini
düşlerde bile ışıktan sakınarak kendini
uyayabilmek vardı vaktinde rahat


Yarın

bir seyler olacak yarın
duruşundan belli
kırdaki atların
bulutların koşuşundan belli
kazısından köstebeklerin

karıncaların telaşından belli
bir şeyler olacak yarın
belki bir tomurcuk
belki bir ağacın duşen yaprağı
belki de bir çocuk

pek o kadar göremesek de uzağı
kuşların uçuşundan belli
birseyler olacak yarın
öbürgünden önemsiz
bugünden önemli


Uyum

Boşluğa bulut, buluta yağmur
Yağmura toprak ne güzel uymuş.
Gündüze güneş, güneşe tarla,
Tarlaya başak ne güzel uymuş.
Başağa buğday, buğdaya insan,
İnsana emek ne güzel uymuş.
Emeğe eylem, eyleme yürek,
Yüreğe sevgi ne güzel uymuş.
 

Ecevit'in dizeleri Binyılın Şiiri'nde


Başbakan Bülent Ecevit, Hürriyet Gösteri Dergisi'nin Ocak- Şubat 2000 sayısı için gerçekleştirilen Binyıl Şiiri projesine de dizeleriyle katkıda bulundu.

Hikmet Altınkaynak'ın koordinatörlüğünde gerçekleşen bu projeye aralarında Melih Cevdet Anday, Arif Damar, Talat Halman, Hilmi Yavuz, Ataol Behramoğlu, İlhan Berk, Kemal Özer, Ataol Behramoğlu, Bülent Ecevit, Mehmet Başaran, Ahmet Oktay gibi Türk şiirinin önde gelen isimlerinin de olduğu 42 şair sırayla yeni binyılı dizelerinde yorumladılar.

İŞTE ECEVİT'İN DİZELERİ

Usta şair Melih Cevdet Anday'ın "Yarın günlerden ağustosböceği" dizesiyle başlayan şiirde Ecevit'in de şu dizeleri yeralıyor:

"Bir görünmez duvar indi
Bilmeden aştığımız çizgiye
Öncesi dumanlar içinde"

 

Ecevit'in şiiri anıtlaştı


Başbakan Ecevit'in Çanakkale Destanı'nı anlatan duygusal mısraları, artık Kabatepe Müzesi'nin girişindeki granit panolarda yaşayacak.

Orman Bakanlığı, Başbakan Bülent Ecevit'in Çanakkale Destanı'nı anlatan şiirini, Kabatepe Müzesi'nin girişindeki granit panolara asarak, ölümsüzleştirdi.

Başbakan Ecevit'in kaleme aldığı 'Bir Savaş Ardı Destanı' adlı şiiri, granit üzerine serigrafi baskı kullanılarak pano haline getirildi. Türkçe ve İngilizce olarak hazırlanan bu panolar, Kabatepe Müzesi ve Simge Anıtı'nın bulunduğu yerin sağ ve sol kısmına asıldı.

Milli Parklar ve Av Yaban Hayatı Genel Müdürlüğü tarafından 33 milli parkın tanıtımı için hazırlanan CD'de de Başbakan Ecevit'in şiiri kendi sesinden verildi. Bu CD'de ayrıca Ruhi Su'nun kendi sesinden Çanakkale Destanı'nı anlatan 'Çanakkale içinde aynalı çarşı' adlı anonim türkü de bulunuyor.

Bir Savaş Ardı Destanı

'Söyle arkadaşım' dedi Anadolulu Mehmet
yanıbaşındaki Anzak erine,
'Nerelerden kopup gelmişsin
Neden çökmüş bu mahzunluk üzerine?'
'Dünyanın öbür ucundan' dedi gencecik Anzak,
'Öyle yazmışlar mezar taşıma
doğduğum yerler öylesine uzak,
örtündüğüm topraksa gurbet bana.'
'Dert edinme arkadaşım' dedi Mehmet.
'Değil mi ki bizlerle birleşti kaderin,
değil mi ki yurdumuzun koynundasın ilelebet
sen de artık bizdensin.
Sen de bencileyin bir Mehmet.'
 

Aramızda bir 'Mavi Büyü'

Başbakan Bülent Ecevit'in 52 yıl önce Londra'da basın ataşeliğinde görevliyken yazdığı "Türk-Yunan Şiiri", çağdaş besteci Muammer Sun tarafından şarkı sözü olarak kullanılarak "Mavi Büyü" adıyla bestelendi. Orkestra eşliğinde soprano ve tenor için yazılan eserin ilk olarak Bursa'daki Türk-Yunan Dostluk Konseri'nde seslendirildi.


İşte Ecevit'in bestelenen Türk- Yunan Şiiri

Sıla derdine düşünce anlarsın
Yunanlıyla kardeş olduğunu
Bir Rum şarkısı duyunca gör
Gurbet elde İstanbul çocuğunu
Türkçenin ferah gönlünce küfretmişiz
Olmuşuz kanlı bıçaklı
Yine de bir sevgidir içimizde
Böyle barış günlerine saklı
Bir soyun kanı olmasın varsın
Damarlarımızda akan
Içimizde şu deli rüzgár
Bir havadan
Bu yağmurla cömert
Bu güneşle sıcak
Gönlümüzden bahar dolusu kopan
Iyilikler kucak kucak
Bu sudan bu tattandır ikimizde de günah
Bütün içkiler gibi zararı kadar leziz
Bir iklimin meyvesinden sızdırılmış
Bir içkidir kötülüklerimiz
Aramızda bir mavi büyü
Bir sıcak deniz
Kıyılarımızda birbirinden güzel
Iki milletiz
Bizimle dirilecek bir gün
Egenin altın çağı
Yanıp yarının ateşinden
Eskinin ocağı
Önce bir kahkaha çalınır kulağına
Sonra rum şiveli Türkçeler
O Boğaz'dan söz eder
Sen rakıyı hatırlarsın
Yunanlıyla kardeş olduğunu
Sıla derdine düşünce anlarsın.

1947 Londra
 

MECLİS TUTANAKLARINDAKİ DİZELER

Demokratik Sol Partili milletvekilleri Bülent Ecevit'e hayranlıklarını her fırsatta dile getiriyor. Milletvekilleri Ecevit'in Uyum adlı şiirini TBMM tutanaklarına da geçirdiler.

İşte Bülent Ecevit'in TBMM tutanaklarına geçen şiiri

Uyum

Boşluğa bulut, buluta yağmur
Yağmura toprak, ne güzel uymuş
Gündüze güneş, güneşe tarla
Tarlaya başak ne güzel uymuş
Başağa buğday, buğdaya insan
İnsana emek ne güzel uymuş
Emeğe eylem, eyleme ürek
Yüreğe sevgi ne güzel uymuş

 

TAKALAR GEÇİYOR ALLI YEŞİLLİ

Bülent Ecevit'in Takalar adlı şiiri de Modern Folk Üçlüsü tarafından bestelenmişti. Ecevit henüz DSP Genel Başkanı olduğu dönemde bu şiirini, Fuat Saka'nın "Lazutlar 2" albümünde yer alan "Alaca Katu Mota" parçasının müziği eşliğinde 'okumuştu'. Bu albümde Ecevit'in adı 'konuk sanatçı' olarak geçiyordu.

İşte, özellikle 1970'li yıllarda dillerden düşmeyen şiir:

takalar geçiyor allı yeşilli
takalar geçiyor dümenleri lazlı
takalar geçiyor en nazlı
yelkenlilerden de güzel
güvenli sularda işsiz dönenen
gezi yelkenlilerinden çok duyarak denizi
takalar geçiyor enginlere
yamalı göğsünü gere gere
takalar geçiyor yükle yürekle
takalar geçiyor emekle dolu
günlük güneşlik kıyılardan kopmuş
denizlerde anadolu
kıyılar kadın olmuş
açılır gider erkeği
takalar takalar
toprağın denizde çarpan yüreği
 

Ecevit'in gazetecilik serüveninden

Bülent Ecevit'in ilk imzalı yazısı 4 Mart 1951'de Ulus gazetesinde yayınlandı. Ecevit "Ferdiyetçilik ve Liberalizm" başlıklı bu yazıda liberalizmin bireycilik anlayışını eleştiriyordu.

Bülent Ecevit'in 12 Ağustos 1951 tarihli Pazar Postası'nda yayınlanan yazısı "İnkılaplar ve Dış Siyaset" başlığını taşıyordu. Ecevit bu yazıda Türkiye'nin NATO'ya girişiyle ilgili tartışmaları irdeliyordu. NATO'ya girmekten yanaydı. NATO'yu sadece askeri bir pakt olarak değil Batıyla aramızdaki uygarlık ve kültür farkını ortadan kaldıracak bir araç olarak da görüyordu.

" Bugün Batılı aydınlarla aramızdaki medeniyet ve kültür ayrılığını süratle kapatmaktayız diyebilir miyiz? Dersek bize sormazlar mı "halka mal olmamış inkılaplardan vazgeçmeyi göze aldığınızı kendi devlet adamlarınız söylüyorlar ya vazgeçilecek bu halka mal olmamış inkılaplar aramızda kurulmakta olan köprünün başlıca desteklerindense. . Ezanınız Türkçe okunurken Arapça'ya çevirmek bize mi yaklaşmaktır, Şark'a mı...

(...)

Böyle de bizi Atlantik Paktı'na almazlar mı. Alırlar elbette. Ama paktın gayesine iştirak ettirmek için değil vasıtalığında kullanmak için yani harcanacak top tüfek gibi alırlar."

Aslında o dönemde paktta askeri işbirliği çoktan başlamış, Türkiye Kore'ye asker göndermişti bile. Gazeteler "Kızıllar ricat ediyor" haberleriyle çalkalanıyor, sinemalarda "Mehmetçik Kore"de filmleri gösteriliyordu.

Bülent Ecevit, yakın arkadaşı Çetin Altan ile birlikte Ciddiyet adlı mizah ağırlıklı bir sayfa hazırlıyordu. Babası Fahri Bey, Ecevit'e yazdığı mektupta Ciddiyet ile ilgili görüşlerini şöyle açıklıyordu: " Senin Ciddiyet'e bayıldım. Elbet pek iyi etmişsin. Mizah, alay, hiciv, humoristique (nükteli) ironique (alaycı) yazılan ve satirique (yergili), sarcastique (acı alaylı) nükte ve cinaslar zekayı kılağılar (biler demektir malum ya..)"

Ciddiyet'e bayılan sadece Fahri Bey değildi. Mizah sayfası okurlar tarafından da beğeniliyordu. Hatta zor beğenen bir yazar olan Nurullah Ataç bile büyük bölümü Bülent Ecevit'in elinden çıkan Ciddiyet'i sevmişti.

Babasının tavsiyelerine uymuş olmasından mı yoksa kendi üslubu mu öyle gelişti bilinmez ama Bülent Ecevit (ih kili yazılarındaki dili Bedii Faik'in pazar yazılarındaki bıçak ve yumuşak üslubu çağrıştırıyordu.


Ulus'ta yazdığı Londra gözlemleri okuyucuyu içine çeken, sarıveren üslubun en güzel örnekleriydi. Bülent Ecevit "Öyle keman, öyle güzel saksofon dinlendiği olur ki sokaklarda derken içten duygularını yansıtıyordu yazısında.

"Londra'nın en iyi lokantaları Soho'da bulunur. İşte o gece öyle bir Soho lokantasından çıkmış, kapısında taksi bekliyorduk. Bir de baktık karşı kaldırımda çizgi çizgi kazaklı boynu kırmızı eşarplı, başında yana eğik kasket, pazuları şişmiş bir İtalyan gitar çalıp İtalyanca şarkılar söylüyor.

Bir kısmımızın uykusu gelmişti, taksiye binip gittiler ama Mümtaz Faik Fenik, Agah Bartu. İngiltere'yle bizimle beraber giden İstanbul Konsolosluğu'ndan Mr Knock bir de ben oradan ayrılamadık. Taksiyi savıp uzun uzun İtalyan şarkıcıyı dinledik. Derken şarkıcı, uzaktan gözlediği bu zaferinden memnun yanımıza yaklaştı, baktım hepsi ceplerinden avuçlarına ne kadar para gelmişse saymadan, büyülenmiş gibi adama atıyorlar. "
 
Anasayfa
 
I. BÖLÜM

ECEVİT'İN YÜKSELİŞİ

Derleyen: Meral ASLANKAYA

Ecevit, CHP'ye kaydolduktan kısa bir süre sonra ABD'ye uçmaya hazırlanıyordu. Yerel bir gazete 'misafir kalem' olarak Ecevit'i davet etmişti. Orada bulunduğu sürede ırkçılık karşıtı yazılarını bin bir güçlükle yayınlatmış, Türkiye üzerine konferanslar vermişti. Dönüşünde Ulus'un vefat eden yazı işleri müdürü Cemal Sağlam'ın koltuğuna oturdu. 1957 yılının başında bir kez daha ABD'ye gitti. Rockefeller Bursu ile Harvard Üniversitesi' nin Sosyal Psikoloji ve Ortadoğu Tarihi kurslarına devam ediyordu. Eşi Rahşan bu kez yanındaydı.

KİMDİR BU BÜLENT, HELE BİR DURSUN

Türkiye'deki gelişmeleri yakından izleyen Ecevit, erken seçimin ilan edilmesiyle, "gazeteme daha faydalı olabilirim umuduyla" Türkiye'ye dönmeye karar vermişti. Ancak, ABD'deyken CHP Genel Sekreteri Kamil Kırıkoğlu'na gönderdiği kart sayesinde, vekil olacağını ise henüz hesaplamıyordu. Kamil Kırıkoğlu, Bülent'in kartını eşine teslim etmiş ve "Seçim sırasında hatırlat" demişti.

Kırıkoğlu'nun önerisini, CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek de destekleyince İsmet Paşa'nın "Kimdir bu Bülent, hele bir dursun" itirazlarına rağmen, Ecevit milletvekili listesine girmişti. DP'nin gerileyerek de olsa zaferle çıktığı 1957 seçimlerinde, Ecevit de Ankara Milletvekili olarak Meclis'e girdi.

Bir yandan da Ulus gazetesindeki yazılarını sürdüren Ecevit, 1958 yılı başında kurulan Partide genel sekreterliğe bağlı araştırmalar yapacak büroda görev aldı.

12 Ocak 1959 günü toplanan CHP 14. Olağan Kurultayı'nda Parti Meclisi'ne giren isimler arasında Bülent Ecevit de vardı.

DARBE SONRASI KURUCU MECLİS'TE

27 Mayıs 1960 sabahı Türkiye tank sesleriyle uyandı. Ecevit, o sabah İsmet İnönü'nün evindeydi. Kendi ifadesine göre Paşa, o sabah olan bitenden huzursuzdu. Ecevit ise 27 Mayıs'ı bir 'halk hareketi' olarak görüyordu.

İlerleyen günlerde darbenin ardından ülkeyi yönetin Milli Birlik komitesi ile CHP arasında "ülke ve kültür birliği projesi" nedeniyle bir tartışma yaşandı. MBK, projenin uygulanmasını istiyordu, CHP Parti Meclisi ise buna karşı bir kampanya açmaya karar verdi. Ulus gazetesi de kampanyada yer aldı, görev Ecevit'indi.

Kampanya meyvesini verdi, 13 Kasım'da Milli Birlik Komitesi'nin dağıtıldığını ve yeni bir komitenin oluşturulduğunu duyuruyordu. Ecevit'in eleştirdiği aralarında Alpaslan Türkeş'in de bulunduğu "radikal kanat" görevlerinden uzaklaştırılmıştı.

Yeniden şekillenen MBK, Meclis'in oluşturulmasına karar verdi. İlk toplantısını 6 Ocak 1961'de yapan Kurucu Meclis'in görevi yeni Anayasa'yı yapmaktı. Ecevit de aralarındaydı. Anayasa, darbenin birinci yıldönümünde kabul edildi. 12 Haziran'da da siyasi partilerin yeniden kurulmasına izin verildi. Seçimler 15 Ekim 1961'de yapılacaktı.

EN GENÇ BAKAN

Siyasi parti liderleri 31 Ağustos'ta askerlerin gözetiminde biraya geldiler ve 27 Mayıs'ın amaçlarını sorgulamayacakları , Atatürk reformlarını koruyacakları , İslam'ı siyasi amaçlarla istismar etmeyecekleri ve Yassıada Mahkemeleri' nin kararlarını seçim propagandası yapmayacakları na söz verdiler.

15 Eylül'de Yassıada Mahkemesi kararları açıklandı: Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan idam edilecekti. Karar, 16 ve 17 Eylül'de infaz edildi.

Böylesi bir ortamda girilen 1961 milletvekili seçimlerinde hiçbir parti tek başına iktidar olacak kadar oy alamadı. Oyların yüzde 36.7'sini alan CHP, Adalet Partisi ile koalisyon kurdu. İnönü başbakanlığındaki hükümette, Ecevit Çalışma Bakanlığı'na getirildi. Bakanlık koltuğundaki Ecevit, 36 yaşındaydı.

20 Kasım 1961'de kurulan koalisyon hükümeti, 1 Haziran 1962'ye kadar işbaşında kaldı. Yaklaşık bir ay süren kriz döneminde, aralarında Ecevit'in de olduğu çoğunluk, CHP'nin hükümette yer almasına karşı çıkıyordu. Ancak İnönü, 25 Haziran'da CKMP ve YTP'yle birlikte hükümeti kurdu. Ecevit yine Çalışma Bakanı koltuğuna oturdu.

16 Kasım 1963'te yapılan ara seçimlerden Adalet Partisi birinci parti olarak çıktı. Seçimde oy kaybına uğrayan CKMP ve YTP hükümetten çekildi. Bu gelişmeler sırasında Başkan J.F. Kenedy'nin ölümü nedeniyle ABD'de bulunan İnönü, yurda döndükten sonra 2 Aralık'ta istifasını verdi. AP hükümeti kuramayınca görev yeniden İnönü'nün oldu. Diğer partilerle yaptığı görüşmeler sonuçsuz kalınca İnönü, bağımsızların desteğiyle 25 Aralık'ta üçüncü koalisyon hükümetin kurdu. Ecevit üçüncü kez Çalışma Bakanı'ydı.

CHP ARTIK SOSYAL DEMOKRAT

Parti içindeki muhalefetin güçlenmesine neden olan bu gelişmeler, aynı zamanda CHP'nin 1960'lar Türkiyesi'nde sarsılarak değişmesinin de zeminini oluşturuyordu. Değişim, parti içinde muhalefet, giderek hizip hareketleri, ihraçlar, toplu istifalar olarak baş gösteririyordu.
Dışarıda ise 1961 Anayası'nın sağladığı 'özgürlük' ortamının da etkisiyle yoksul kesimlerin ekonomik ve sosyal hak talepleri; TİP'in somut önerilerinin yaygın bir şekilde taban bulması; Amerika'ya duyulan güvenin sarsılması, CHP'yi saf belirlemeye zorluyordu.

1965'lere gelindiğinde CHP ile 'sosyal demokrat' kavramı yan yana ifade edilir olmuştu. 1965 genel seçimlerinin hemen öncesinde 29 Temmuz 1965'te Genel Başkan İsmet İnönü, CHP'nin çizgisinin 'ortanın solu' olduğunu ilk kez dillendiriyordu. İnönü, "CHP, bünyesi itibariyle devletçi bir partidir ve bu sıfatla elbette ortanın solunda bir anlayıştadır. 1923'deki harap ülkede devletçilik nasıl tek, eşi ve yardımcısı olmayan bir kalkınma çaresi idiyse, bugün de ekonomik hayatımızın temel bir unsurudur" diyordu. Artık CHP'li yöneticiler, 'sosyal adalet', 'devrimcilik' , 'devletçilik' kavramlarını sıkça kullanır olmuşlardı. Bir dönemeci geçen ve artık 'ortanın solu' olan CHP, 1965 seçimleri için hazırlanan bildirgelerde, "ekonomik bağımsızlık, dış ticaret, petrol, madenler, yabancı sermaye" konularında beklenmedik cesarette politikalar savunmaktadır.

ORTANIN SOLU MOSKOVA YOLU

Ancak muhalefet CHP'deki değişimi sessizce izlemekle yetinmeyecektir. Sağ partiler, CHP'nin aşırı solcu, komünist olduğu yolundaki propagandalar ve 'ortanın solu Moskova yolu' gibi sloganlarla bir kampanyaya girişmiş, İnönü de 'ortanın solu'nu anlattığı konuşmalarında dolaylı olarak bunlara yanıt vermiştir:

"Devlet de, Anayasa da, CHP de ortanın solundadır... Okuduğum CHP seçim bildirgesi değildir, Anayasa'dır."

CHP, ürkek, çekingen 'ortanın solu' anlayışıyla girdiği 1965 seçimlerinde tam anlamıyla hezimete uğradı. DP'nin mirasını sahiplenen AP, seçimlerden açık ara bir zaferle çıkıyor, Türkiye'de yeni bir dönem başlıyordu. Batı basının manşetleri durumu çok iyi özetliyordu: "Menderes hayaletinin zaferi", "Millet hala DP'ye sadık".

'ORTANIN SOLU' GÜNAH KEÇİSİ

'Ortanın solu' kavramı parti içinde günah keçisi ilan edildi. İnönü ve Ecevit farklı yorumlarla bu kavramı dillendirmekte ısrar etseler de sistemli saldırılar karşısında, partide Ecevit dışında hiçbir parti yöneticisi bu kavramı ağzına alamaz oldu. 'Ortanın solu'nu savunmakta ısrar eden Bülent Ecevit, saldırıların boy hedefiydi artık. Ciddi fikir çatışmalarına, ayrılıklarına sahne olan CHP'de ilk kez 'ortanın solunda olanlar, olmayanlar", "sağcılar-solcular" ayrımı yapılır olmuştu. Bu dönem, Ecevit'i Genel Sekreterliğe götürecek yolu da açan gelişmelere gebeydi.

18 Ekim 1966'da toplanan Kurultay, tekmeli, yumruklu, kıyasıya bir söz düellosuna sahne olmuş, alkışlanan adam ise Ecevit olmuştu.

YA HEP YA HİÇ

Genel Sekreterliğin en güçlü adayı Bülent Ecevit'tir. Ancak, İnönü bu fikre sıcak bakmıyordu. Ecevit, yıllar sonra Cumhuriyet gazetesinde şöyle anlatacaktı:

"Çetin bir mücadeleden sonra, küçük bir farkla da olsa 18. Kurultay'ı kazandık, 1966 güzünde... Fakat İnönü ona rağmen, bu mücadeleyi kazanan ekibin adayı olarak, benim Genel Sekreterliğimi erken buluyordu. Sayın Kemal Satır'ın Genel Sekreter olmasını istiyordu. Ben, gerçi, bu hareketin önderliği mücadelesine kendime rağmen sürüklenmiştim. Fakat, bir kez görevi kabul ettikten sonra, onun bütün sorumluluğunu yüklenmek ve o görevi sonuna kadar götürmek isterim. Bu durumda, bana güvenen, umut bağlayan arkadaşlarımın, beni uyarmalarına, bana ısrarda bulunmalarına gerek kalmadan yeni Parti Meclisi toplantısından önceki gece yarısı, Rahmetli İnönü'ye gittim. Ve, kendisine Genel Sekreterlikten başka görev kabul edemeyeceğimi söyledim. Öyle zannediyorum ki, İnönü, benden ilk defa karşılaştığı bu davranış karşısında itiraz edemedi. "

ECEVİT İKİNCİ ADAM

Ecevit'in CHP'de ikinci adamlığının tescillenmesi, parti içindeki ideolojik mücadelenin de alttan alta yürütülmesini beraberinde getirdi. 1969 seçimlerinde yüzde 46.6 oy oranıyla galip gelen AP'nin karşısında, yüzde 27.4 oy oranıyla CHP yine hezimete uğramıştı. Seçim sonuçları artık, parti içindeki mücadelenin iyice su yüzüne çıkmasına neden oldu. Artık parti içi mücadele alevlenmiş ve açıktan yürütülür olmuştu. Demirel hükümeti yönetimindeki ülke ise hızla 12 Mart'a doğru yol alıyordu. Bir yandan parti içi muhalefetle mücadele yürüten Ecevit, bir yandan da yaklaşan darbeyi sezmiş ve 20. Kurultay'ı izleyen günlerde 1970 Ağustosu'nda şunları söylemişti:

12 MART YANILGISI

"Türkiye'de bir dikta tehlikesi vardır ve bu ancak ordudan gelebilir. Bu, örneğin Yunanistan'daki gibi, yabancıların oyunu olur. Demokratik rejimde bile çok güçlü olan ekonomik çevreler, askeri diktada, daha da güçlenirler. Bir askeri müdahale mümkün gözükmektedir. Fakat, bu, ancak egemen zümrelerin yararına olur. "

Ecevit'in öngördüğü darbe 12 Mart 1971'de gelir. Toplumun çoğunluğu tarafından Demirel hükümetine karşı, dolayısıyla solcu-ilerici olarak algılanan Muhtıra, pek çok yanılgıyı aynı zamanda da ayrışmayı beraberinde getirecekti. Muhtıranın ardından Demirel Hükümeti istifa etmiş, darbeden birkaç gün sonra istifa ettirilerek 'tarafsızlaştırılan' Nihat Erim, asker tarafından yeni hükümeti kurmakla görevlendirilmişti. Bu, parti içi çatışmalarda bardağı taşıran son damlaydı.

GENEL SEKRETER KALAMAM

21 Mart'taki CHP grubunda hükümete katılıp katılmama konusu konuşulacaktır. Daha 10 yıl önce, "Nihat, müşkül anında ülkeyi terk edecek karakterdedir" diyen İnönü, Erim hükümetine katılmak ve desteklemek gerektiğini savunuyordu, Ecevit ise böyle bir karar alınırsa istifa edeceğini duyurmuştu. Ecevit, yönetiminde bir gün önce yapılan MYK toplantısında hükümete katılmama, güven oylamasında CHP'li parlamenterleri serbest bırakma kararı alınmıştı ama İnönü, hükümete destek için gruptan bağlayıcı karar istiyordu. Artık ipler kopmuştu. Ecevit, İnönü'ye istifa mektubunu gönderdi.

"Sayın İsmet İnönü
CHP Genel Başkanı
Sayın Genel Başkanım,
Demokratik rejim için ve CHP için çok hayati saydığım bir konuda görüş ayrılığına düşmüş bulunuyoruz.
Bu kadar önemli bir konuda sizin görüşünüze katılmadan Genel Sekreterlik görevini yürütmeye hakkım olamazdı.
Onun için CHP Genel Sekreterliği'nden ayrılıyorum.
Bugüne kadar, eşsiz önderliğinizle bana yol gösterdiniz, değeri biçilmez desteğinizle bana güç kattınız.
Size sonsuz şükran ve minnet duygularımı yaşadıkça içimde taşıyacağım.
Yürekten saygılarımı sunarım.


Bülent Ecevit"

Ecevit ve Merkez Yönetim Kurulu'nun gerekçeli istifasından sonra İnönü, 21 Mart akşamı toplanan CHP ortak grubunda Erim'i öven ve hükümete bakan verileceğini duyuran bir konuşma yaptı. İnönü'nün "Aksi halde kumandanlar idareye el koyacaklarını söylüyorlar..." diye biten konuşması beklenen etkiyi yapmış, gruptan Erim hükümetine destek kararı çıkmıştı. Ancak Parti Meclisi'nde Ecevit'in tartışmasız üstünlüğü sürüyordu.

BIRAKIN GİTSİN

İnönü, Ecevit'in 'ruhi ve hissi nedenlerle istifa ettiğini' iddia etmiş, 'bırakın gitsin' demişti. 25 Mart 1971'de örgüte gönderdiği bir genelgede de "Parti içindeki bunalımın bittiğini ilan ediyorum" diyordu.

Nitekim Ecevit de "Paşam ben sizin karşınıza çıkmak için değil, sizin karşınızdan çekilmek için istifa ettim" demişti ama, Ecevit'e rağmen 'Milli Şef'e karşı gemiler yakılmıştı bir kere, geri dönüş yoktu...

Erim Hükümeti'nin kuruluşundan itibaren yapılan CHP kongrelerinin çoğunluğunu Ecevitçiler kazanmıştı. Bunun anlamı, Parti Meclisi'nde kaba hesapla en az 230 Ecevitçi delegenin oy kullanması demekti. İnönü'ye ise Ecevitçilerin politikalarını n parti politikasına dönüşmesine seyirci kalmak düşüyordu. Ama İnönü, bunun yerine tüzük dışına çıkmayı göze aldı. Nüfuzunu kullanarak bu il örgütlerini feshettirmeyi ve partilerin kadın ve gençlik kollarının oy hakkını kaldıran yasa değişikliğine destek vermeyi tercih etti.

İnönü'ye yanıt parti içinden geldi; Ecevit'in istifasından sonra, İnönü'ye rağmen Genel Sekreterlik görevine getirilen ve Ecevitçiliğiyle tanınan Şeref Bakşık'ın istifası 'parti içi savaş'ın da resmi ilanı gibiydi.

GEÇİCİ ATEŞKES...

Artık mücadelenin açıktan yürütülmesi gereken günler gelmiştir. İnönü'ye göre, "İnönü'ye saygı perdesi oyunların üzerine düşürülmüştür. Ecevit'in ihtilafı İnönü'yledir. Bu perdenin kaldırılması ve oyunun örtüsüz oynanması zamanı gelmiştir." İnönü'nü bu çağrısından sonra Ecevit, "Perdeyi Kaldırıyorum" başlıklı bir broşür yazmaya girişir.

Ancak bu sırada dışarıdan CHP'ye yönelen bir tehdit, bir süre için kılıçların kınlarına sokulmasına neden olacaktır. Ankara sıkıyönetim savcısı Baki Tuğ, DEV-GENÇ iddianamesinde CHP'yi ağır bir dille suçlamış, parti için soruşturma açılması için girişim başlatmıştır. İddianamede, "solun üçüncü sızma yolu da CHP'nin araladığı ortanın solu kapısıdır" denilmektedir.

Bir süreliğine tek yumruk olan CHP'den bu iddialara çok sert yanıt gelecek, savcıların bu tavrı "tecavüz" olarak nitelenecektir.

İnönü ile Ecevit'i yakınlaştıran bir diğer olay ise Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idamlarıdır. İdamların önlenmesi için Anayasa Mahkemesi'ne başvurmak isteyen İnönü, ret cevabı alınca Parti Meclisi'nden medet umar. İnönü, bu sırada Ecevit'e "Yanımda olacaksın, bu meseleyi birlikte çözeceğiz, aramızdaki bütün anlaşmazlık ve dargınlıkları kaldırıyorum" diyecektir. Ecevitçilerin ağırlığındaki PM, İnönü'ye 'evet' der ve idamların önlenmesi için Anayasa Mahkemesi'ne CHP olarak başvurulur.

ECEVİT'İN ELİNDE OYUNCAK OLDUNUZ

İnönü sözünü tutar, "Merkez Yönetim Kurulu'yla olan anlaşmazlığımı çözümlenmiş sayıyorum" diyerek bu durumu partiye de deklare eder. Ancak bu yumuşama havası kısa sürecektir.

O güne kadar il ve ilçe kongrelerini her türlü engellemeye karşın birer birer kazanan Ecevitçiler giderek güçlenmektedir, eğer Hazirandaki olağan kongre beklenecek olursa, Ecevitçiler partiyi kesin ve tartışmasız ele geçirecektir. İnönü, "5. Olağanüstü Kurultay'ın, 5 Mayıs 1972 günü ve 20. Kurultay delegeleriyle toplanacağını" ilan eder. İnönü, "Kurultay'ı tüzüğe göre toplayacağım. Kurultay'ı kimlerin yöneteceğini de tek tek kendim belirleyeceğim. Amacınızı seziyorum. Ecevit'in elinde oyuncak haline geldiniz. Size güvenim olmadığını daha önce söylemiştim. Bu Kurultay'da çıkacağım, eski yeni bütün şikayetlerimi anlatacağım. Siz genel başkanınıza karşısınız. Bu meseleyi burada kapanmış sayıyorum dediğim zaman herşeyi bitti zannettiniz. Neler yaptığınızı teker teker Kurultay'da söyleceğim. Yumuşak olmaya çalıştım ama, size anlatamadım" diyordu.

İNÖNÜ ELDEN GİDİYOR...

CHP'li delegeler, 5 Mayıs 1972 sabahına büyük bir gerilim içinde uyanmıştır. Beş gün önce Kızıldere baskını yapılmış, arkasından bir uçak Sofya'ya kaçırılmış, bir gün önce de Jandarma Genel Komutanı bir suikast sonucu yaralanmıştır. Ordu teyakkuzdadır. Deniz, Yusuf ve Hüseyin'in idamı an meselesidir. Ülkedeki gerilim, Kurultay salonundaki delegeleri de etkilemişti...

İnönü'nün kalp krizi geçirdiği haberi bomba gibi düşer Kongre salonuna... Kurultay bir gün ertelenmiştir...

Öğleye doğru büyük bir gazetenin birinci sayfasında İnönü'nün hasta yatağındaki fotoğrafı sekiz sütuna manşettir. 'İnönü elden gidiyor' havasını besleyen son vuruş, ertesi günü İnönü'nün doktor ve hemşireler arasında kurultay salonuna girmesiyle sahnelenir. Sonradan ortaya çıkar ki İnönü'nün o fotoğrafı çok önceleri, uyurken çekilmiştir...

YA BEN YA BÜLENT

Açılış konuşması için kürsüye gelen İnönü, son kozunu oynuyordu, açıkça "ya ben ya Bülent" demekten çekinmeyecekti.

Karşılıklı tehditlerle, meydan okumalarla süren Kongre'de söz, en çok tartışılan adama, Ecevit'te geldiğinde soluklar tutulur. Eski Genel Sekreter'in İnönü'ye yanıtı şöyledir:

"Aslında sorun, CHP'yi eski yörüngesine veya yeni yörüngesine oturtma sorunun da ötesindedir. Hatta sorun 'ya ben, ya Bülent' sorununun da ötesindedir. Tekrar söylüyorum, asıl öncelikle ölçülmesi gereken şudur: CHP'de buyruk mu işleyecek, hukuk mu işleyecektir? Buna karar vereceğiz. (...) Daha açık söylüyorum, vereceğiniz karar şudur: Demokratik bir partinin kanunlara saygılı özgür üyeleri mi olacağız, kapıkulları mı olacağız. Karar sizindir. "

Parti Meclisi, 507'ye karşı 709 oyla Kurultay'dan güvenoyu alacaktır. Tercih, Bülent Ecevit'ten yanadır.

İNÖNÜ DÖNEMİNİN SONU

İnönü'ye istifa yolu görünmüştür. İstifa mektubu son derece soğuk ve kısadır:

"CHP Merkez Yönetim Kurulu Başkanlığı'na,

CHP Beşinci Olağanüstü Kurultayı'nın 7 Mayıs 1972 toplantısında verdiği karar sonucu olarak, CHP Genel Başkanlığından çekildim.

Tüzüğün 28. maddesinin gerektirdiği işlemin kurulunuzca yapılması için saygılarımla arz ederim.


İsmet İnönü"

Bu satırlar, CHP'de 33 yıl, 4 ay, 11 gün süren İnönü döneminin sona erişini yeni bir dönemin Ecevit döneminin başladığını ilan ediyordu.

ŞEF PARTİSİ'NDEN HALK PARTİSİ'NE

İnönü, Yalova'da dinlenmeye çekilmiştir. Ancak İnönücüler iktidarı kolay teslim etmek niyetinde değildir. İnönü'nün genel başkanlık teklifini kabul etmeyeceği konusunda herkes hemfikir olduğu halde, İnönücüler, hiç olmazsa Ecevit'in başkanlığını töhmet altında bırakmanın yollarını arar. İnönü taraftarları, Ecevit'in genel başkanlığına engel olmak için 'ihtiyati tedbir' için mahkemeye dahi başvurur. Ancak çabaları sonuçsuz kalacak, 14 Mayıs'ta genel başkanlık seçimi için toplanan Kurultay'dan Ecevit Genel Başkan olarak çıkacaktır. 51 il başkanınca ortak aday gösterilen Ecevit, 913 delegeden 826'sının oyuyla Atatürk ve İnönü'den sonra CHP'nin üçüncü genel başkanıdır artık.

Ertesi günkü gazete manşetleri CHP'de Ecevit dönemini şu başlıkla duyuruyordu:

"Şef Partisi'nden Halk Partisi'ne.. ."
 

 II. BÖLÜM

CHP'DE ECEVİT DÖNEMİ

Ecevit'in genel başkan seçilmesinden sonra istifalar birbirini izliyordu. Ecevit ise bir yandan kırgınlıkları unutma çağrısı yapıyordu, bir yandan da "Partiden gitsem mi gitmesem mi diyenleri partili saymam" diyerek kapıyı gösteriyordu. İnönü'nün cihat açmasını umut edenleri ise bizzat İnönü hayal kırıklığına uğratıyordu. Malatya Kongresi'ne katılan İnönü, siyaseti bırakmayacağını ancak CHP'nin genel başkanının Ecevit olduğunu söylüyordu. İnönü, artık tarihi bir kişilik halini alan İnönü, 21. Kurultay'da da, "Yeni Genel Başkana başarılı olması için elbirliğiyle yardım etmemiz gerekir" diyecekti.

HALK İÇİN DEĞİL HALKLA BİRLİKTE DEVRİM

21. Kurultay'ın en belirleyici özelliği ise, içtüzükte yapılan değişikliklerle Parti Meclisi'nin yetkilerini artırmanın yanı sıra partinin yeni politikalarını n daha net bir şekilde ortaya konulmasıydı. Petrollerin ve yer altı kaynaklarının devletleştirilmesiyle ilgili bir önerge kabul edilmişti. 1085 delegeden 1032'sinin oyunu alarak yeniden genel başkan seçilen Bülent Ecevit ise partinin yeni yönelimini şu sözlerle özetleyecekti:

"Devrimin halka değil, halkın dışında ve üstünde ilerici aydın kadrolara dayanarak yürütüleceğine inananlar bizimle beraber olamazlar. Aydınların devrimin yürütülmesinde elbette önderlik görevleri vardır. Bu görev halka rağmen halk için devrim yapmaya kalkışarak değil, halktan hiçbir zaman kopmadan, devrimi halkla birlikte oluşturarak yerine getirilebilir. Devrimcilikleri bu halkçı anlayışa dayanmayanlar, bugünün CHP'sine yabancı kalan bürokratik devrimcilerdir. "

21. Kurultay'da parti politikalarını n daha net ortaya konulması yeni istifaları da beraberinde getirdi. İstifacılar, "CHP, Atatürk ve İnönü'nün kurduğu Parti olmaktan çıktı" diyordu.

CHP KAPATILACAK. ..

Parti içinde bu gelişmeler sürerken, Ecevit liderliğindeki CHP, Melen Hükümeti'ne bakan vermeyi kararlaştırmış ve güven oylamasında olumlu oy kullanmıştır. Ancak hükümete giren 5 CHP'li bakan, Ecevit'in karşı çıktığı üçüncü beş yıllık plana destek verince CHP'de yine sular ısınmaya başlar. Hükümetin anayasayı değiştirme girişimi ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri kurma girişimleri, hükümetten çekilme isteklerini daha da artırır. Tabandan, hükümetten çekilme yönündeki güçlü tazyike rağmen, Ecevit seçim hesabındadır. Tabandan gelen desteğe uzun bir süre direnir Ecevit. Ancak tabanın tepkisi ayyuka çıkmıştır ve Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve Başbakan Ferit Melen Ecevit'le görüşerek, CHP'nin hükümetten çekilmemesi için aba altından sopa gösterirler. Ortalıkta 'CHP'nin kapatılacağı' söylentileri dolaşmaya başlamıştır bile.

27 Ekim-3 Kasım 1972'de toplanan Parti Meclisi'nin tek gündemi hükümetten çekilmektir. Ecevit'e CHP'li Bakanları hükümetten çekme yetkisi verilir.

Ecevit 4 Kasım'da "Yeraltı kaynaklarının yabancı sömürüsüne açılması ve ulusal ekonominin AET karşısında korunamaması, seçimlerin zamanında yapılması, Melen Hükümeti'nin fiilen bir AP-MGP hükümeti olduğu ve CHP'nin varlığının bir anlam taşımadığı, CHP'nin görüşlerine itibar edilmediği" gerekçeleriyle CHP'nin hükümetten çekildiğini açıklar.

49 YIL 1 AY 24 GÜN SONRA...

5 Kasım'da İsmet İnönü, CHP'den istifa eder. 'Ölünceye kadar CHP'li kalacağım' diyen İnönü'nün istifa gerekçesi ise kısa ama çok nettir:

"CHP Genel başkanlığına,
12 Mart şartlarının nazik mahiyetini ciddiyetle muhafaza ettiği bir zamanda, Parti politikasının memleket için sakıncalı gördüğüm şekil ve istikamette değiştirilmesi sebebiyle CHP'den ayrılmış olduğumu bilgilerinize saygılarımla sunarım.

İsmet İnönü"

CHP ile İnönü yolları, tam 49 yıl 1 ay 24 gün sonra ayrılmıştı. 6 ay önce zaten bitmiş olan bir dönem noktalanmış, CHP'de 'Milli Şef' dönemi kesin olarak kapanmıştı.

ORDU İLE CHP KARŞI KARŞIYA

Cumhurbaşkanlığı seçimleri, CHP'de yeni bir dönemecin işaretini veriyordu. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın görev süresi 28 Mart 1973'te sona eriyordu. Yeni cumhurbaşkanının 15 gün önce yani, 13 Mart 1973'te seçilmiş olması gerekiyordu. Meclis'te hiçbir parti kendi adayını seçtirebilecek aritmetiğe sahip değildir. Ortalıkta ise Orgeneral Faruk Gürler'in ismi dolaşmaktadır. 27 Mayıs'tan sonraki cumhurbaşkanlarının hep asker olması, "Genelkurmay Başkanları Cumhurbaşkanı olur" inancının kanıksanmasına yol açmıştır. Üstelik 12 Mart kabusunun sürdüğü günlerde Genelkurmay Başkanı'nın cumhurbaşkanlığına karşı çıkmak cesaret işidir...

Ancak hem AP, hem de CHP asker cumhurbaşkanı geleneğinin yerleşmesine karşı çıkarlar. CHP'deki görüş ayrılıkları ise bir kez daha su yüzüne çıkar. Bir grup CHP'li Gürler'in desteklenmesini ve böylece ordu ile CHP arasındaki buzların eritilmesini ister. Ecevit'in önerisiyle Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmama kararına karşın, CHP Genel Sekreteri Kamil Kırıkoğlu ve 32 CHP'li parlamenterin Faruk Gürler'e oy verdiği açığa çıkar. Cumhurbaşkanlığı krizi 6 Nisan 1973'te 6. Cumhurbaşkanlığına Fahri Korutürk'ün seçilmesiyle son bulur. Ancak, CHP'de yine bir yol ayrımına gelinmiştir. Genel Sekreter ve arkadaşları partiden istifa eder...

KARAOĞLAN EFSANESİ

14 Ekim 1973 seçimleri kapıya dayanmıştır. CHP, yeni kimliğiyle ilk kez halkın karşısında sınav verecektir. Ecevit'in daktilosundan çıkan 'ak günlere' adını taşıyan seçim bildirgesi, CHP'nin yeni politikalarını n da özetidir:

CHP "Geniş halk topluluklarını yoksullaştırmak ve sömürmek yoluyla sermaye birikimini hızlandırma ve tekelci sermaye gruplarının elinde yoğunlaştırma amacını güden bu çağdışı ekonomi anlayışı" yerine kalkınma modeli olarak, " Köylü kooperatiflerinin, sosyal güvenlik ve yardımlaşma kurumlarının, sendikaların, yurtdışındaki işçi ortaklıklarının ve benzeri halk ortaklıklarının girişimlerinden oluşan sektör" öneriyordu. Yabancı sermayeye sınırlama getirileceği vaat ediliyordu.

Demokratik alandaki vaatler ise şöyleydi: "DGM'lerin işçi haklarını ve sendikacılığını tehdit etmesinin önlenmesi, memur sendikalarının yeniden kurulması, tarım iş kanunun derhal çıkarılması, kıdem tazminatının bir yıla yarım aylık yerine, bir yıla bir aylık düzenden hesaplanması, işsizlik sigortasının kurulması, toplu sözleşme yetkisi için işçi referandumu uygulanması, KİT'leri doğrudan doğruya çalışanların yönetmesi, sosyal güvenlikten yoksun ev kadınlarının sosyal sigortadan yararlandırılması , kadınların daha erken yaşta emekli olabilmesi.. . "

"Ak Günlere" bildirgesinde CHP'nin klasikleşmiş "dinsel konulardan kaçınma" eğiliminin terk edildiği de açıkça beyan ediliyordu. "CHP Türk halkının dinsel inançlarının, dine bağlılığının, demokratik yoldan ve sosyal adaletle kalkınma için bir engel değil, tersine kolaylaştırıcı bir etken olduğu kanısındadır " ifadeleri dikkat çekiyordu.

Yoksulların koruyucusu Ecevit, artık 'Karaoğlan'dı. CHP ise Karaoğlan'ın partisi...

CHP İLK KEZ HALKIN OYLARIYLA İKTİDAR ADAYI

14 Ekim 1973 seçimlerinde yüzde 33.3'lük oy oranıyla 185 milletvekili çıkaran CHP, tarihinde ilk kez doğrudan halkın oylarıyla iktidar adayı oluyordu. Bir önceki seçime göre CHP oylarını yüzde 5.9 artırmış, kırsal alanda gerilerken kentlerde adeta oy patlaması sağlamıştır. Gerçi CHP, seçimlerden birinci parti olarak çıkmıştı ama aldığı oylar tek başına iktidar olmasına da yetmeyecekti.

Ecevit'in 27 Ekim'de hükümeti kurmakla görevlendirilmesinde n sonra, MSP ile ortaklık için sürdürülen çalışmalar sonuçsuz kalmıştır. Böylece Ecevit'in uzun mücadelelerden sonra kazandığı ilk başbakanlığı daha parlamentonun onayına varamadan sona ermiştir.

CHP-MSP KOALİSYONU

Ardından hükümeti kurmakla görevlendirilen AP lideri Demirel'in de benzer bir başarısızlığa uğramasıyla bu kez gündeme CHP-MSP koalisyonu gelir. Koalisyonun uzlaşı programında dikkat çeken belli başlı maddeler şunlardır:

"Düşünce ve inanç suçlarını düzenleyen TCK'nın 141, 142 ve 163. maddelerini de kapsayan genel af, 18 yaşa oy hakkı, tarım kredisi, kooperatifçilik hareketinin desteklenmesi ve kooperatif bankasının kurulması, küçük ve orta boy sanayi işletmeleri güçlendirecek bir politika gütmek, stratejik madenlerin hukuk kuralları içinde devletleştirilmesi, Köykentlerin kurulması, ilk ve orta okullara zorunlu ahlak dersleri konulması... "

Ecevit, MSP ile ortaklığın; dindarlıkla laikliğin ve dindarlıkla 'özellikle ekonomik alandaki ilericiliğin' çeliştiği yolundaki 'tarihsel yanılgı'yı gidereceği iddiasındadır. ..

Kağıt üzerinde birbirine yaklaşmak için ödün verilmesine karşın daha ilk aylardan itibaren anlaşmazlıklar patlak vermeye başlar. TCK'nın 163. maddesini kaldırmakta ısrar eden MSP, Meclis'te 141 ve 142'nin kapsam dışında tutulması için oy kullanır. Çatışma ancak Anayasa Mahkemesi'nce çözülür. MSP, protokolde yer alan 18 yaşa oy hakkı için de benzer bir tutum içine girer ve bunu seçim yasasında yapılmasını istediği bütün değişikliklerin gerçekleşmesi koşuluna bağlar.

KIBRIS'I OYA ÇEVİRMEK..

CHP ile MSP arasındaki çatışma sürerken 15 Temmuz 1974'te Kıbrıs'ta Atina'daki askeri cunta tarafından desteklenen Milli Muhafızlar, Kıbrıs'ta Makarios'u devirdi. Hemen ardından Ecevit, Türkiye'nin Ada'daki çıkarlarını korumak için harekete geçeceğini duyurdu. 17 Temmuz'da Türkiye'nin tutumunu anlatmak için Londra'ya gitti. İngiltere, Türkiye'nin ortak müdahale önerisini reddetti. 20 Temmuz'da Türkiye Kıbrıs Barış Harekatı'na girişti. Artık gündem uzun bir süre için Kıbrıs sorununa kilitlenmiştir.

Ancak MSP'nin son gelişmeleri dikkate almadan, hükümet içindeki çatışma noktalarını körüklemesi karşısında Ecevit, 18 Eylül 1974'te hükümetten istifa eder. Kıbrıs Barış Harekatı'nı 'oya dönüştürmek' için 'bunalım politikası' izlemekle suçlanır.

Ecevit, MSP ile ortaklığın sona ermesiyle, erken seçim kampanyası başlattı. Hükümet bunalımının ancak erken seçimle çözülebileceğini savunuyordu. Ancak Türkiye, bütün sağ partilerin parlamento çoğunluğuna dayalı bir hükümet kurarak Milliyetçi Cephe dönemini başlatacağı günlere giriyordu...

DEMOKRATİK SOL, YERLİ SOL

CHP ise MSP ile koalisyonun bozulmasının ardından kendi içine dönmüş ve 28 Haziran 1974'te toplanan Tüzük Kurultayı ile gündemine, Ecevit'i genel başkanlığa taşıyan parti politikalarını kurumsallaştıracak düzenlemeleri almıştı. 1974 Tüzüğü'nün amaçlar bölümünün 2. maddesine, Ecevit'in deyişiyle "Marksizmden kaynaklanmayan, yerli" bir kavram olan 'Demokratik Sol' ilkesinin benimsendiği eklenmişti.

CHP'de ortanın solu akımıyla başlayan sola dönüş hareketi, toplumsal dürtülerin de etkisiyle her geçen gün yeniden biçimlenmişti. 'Ortanın solu' kavramı yerini giderek 'Demokratik Sol' kavramına terk etmiş, tüzük kurultayında da bu belgelenmişti.

SESSİZ SEDASIZ, SİLİK MUHALEFET

1975 yılının ortalarına gelindiğinde Birinci Milliyetçi Cephe (MC) hükümeti idaresindeki ülke de bunalım içindedir. Ekonomik bunalım doruğa ulaşmış, siyasi cinayetlere her gün bir yenisi eklenmektedir. Böylesi bir ortamda yapılan 12 Ekim Kısmi Senato ve Milletvekili Ara Seçimleri'nde AP birinci parti olmuş ancak ikinci parti durumundaki CHP de oylarını yüzde 8 arttırmıştır.

CHP içi çatışmalar ise artık nedeni, amacı ve bağlantıları iyice silikleşmiş bir halde ama büyük bir hızla sürmektedir. Çatışmaların tarafları da, aktörleri de sürekli yer değiştirmekte; kişisel kırgınlara parti yönetimi anlayışı, muhalefet biçimine yönelik eleştirilere ekonomik ve sosyal düşünce ayrımları karışmaktadır.

Parti içi çatışmalar derinleşirken dışarıya yansıyan CHP ise 'sessiz sedasız ve silik muhalefet' partisi görünümündedir. CHP yanlısı gazeteler veryansın etmektedir:

"Sokakları genç insanların kanlarıyla sulanan bir ülkede, iktidar ölçüsünde olmasa bile, muhalefet de sorumludur. (...) CHP, üzerindeki ölü toprağını silkmeli ve Cephe sorumlularından kanlı mezar taşlarının hesabını sormalıdır. "

HİZİPLER ÜSTÜ

CHP'ye yönelik tepkilere Ecevit de suskun kalamaz, "CHP'nin bugünkü muhalefetini yeterli bulmayan halk çoğunluğuna hak veriyorum" der. Ancak 8 Mart 1976'da, aralarında Deniz Baykal'ın da bulunduğu 5 Yönetim Kurulu üyesinin istifası, parti içi soğuk savaşı iyice su yüzüne çıkaracaktır. Baykal ve Eyüboğlu gruplarının 'Parti'nin temel düşüncelerinde birleştiklerini" savunan Ecevit, çatışmanın dışında kalmaya özen gösterir.

"Kimse bir yerlere gelebilmek için bana ve genel merkeze yakınlığına güvenmesin" diyerek bağımsızlığını ilan eden Ecevit, parti içindeki bu çatışmaları durduramıyordu. Ecevit, Kurultay'dan hemen önce gruplara Sivas'tan mesaj yolluyordu:

"CHP içindeki çekişmeler konusunda benim gösterebileceğim hoşgörü sınırı, halkın göstereceği hoşgörüsüdür, hoşgörümü onun ötesinde sürdürme hakkına sahip olmadığımı bilerek hareket edeceğim."

TAŞLI SOPALI KONGRE

Ancak Ecevit'in bu çıkışı da kar etmez, CHP yine tarihinde ilk kez, taşlı sopalı kongrelere sahne olacaktır. Ecevit, artık patlar:

"Yurtta herkes CHP'de neyin kavgasının yapıldığını bilmek istiyor, ancak anlayamıyor (...) Son olarak Çankaya Kongresi'nde düzenlenen saldırı, bardağı taşıran son damladır. Ülkede zorbalığa karşı mücadele eden CHP kendi içinde böyle zorbalıklara göz yumamaz (...) Benim tahammülüm geniştir. Parti içi konularda fazla tahammüllüyüm diye zaman zaman eleştirilmişimdir. Fakat bu sırada, CHP'nin yıpratılmasına, rejimin tahammülü yoktur, halkın tahammülü yoktur. "

BU PARTİYE ACIYIN

Ecevit'in bu çıkışı tansiyonu düşürmek şöyle dursun büsbütün sertleştirir. Ecevit, grup toplantısında şunları söyler: "Buraya hep dedikodularla geliyorsunuz. Bu partiye vurmayın, acıyın..."

Ecevit'in "Halk, CHP'yi iktidara getirmeye kararlıdır, gelmezsek bizim kabahatimizdir" ekseninde yaptığı konuşma, 'hizipler üstü' karma liste önerisiyle birleşince, Deniz Baykal'ın öneriyi reddetmesine karşın, Kurultay sağ salim atlatılır.

ECEVİT'E SUİKAST

CHP'de parti içi çatışmalar sürerken 'Milliyetçi Cephe' yönetimindeki ülkede, planlı saldırı ve cinayetlere her geçen gün bir yenisi eklenmektedir. Saldırılar, ana muhalefet partisinin liderini, Ecevit'i hedef alacak kadar ileri gitmiştir. Faili meçhul cinayetler, işgaller, boykotlar, yolsuzluk, rüşvet artık günlük yaşamın bir parçasıdır. Bunalım 1977'nin ortalarına gelindiğinde genel seçimi gündeme getirir. CHP'nin Taksim mitinginde Ecevit'e suikast yapılacağı ortaya çıkar. Bunu da bizzat Başbakan Demirel, Ecevit'e mektupla
(1) bildirir. Ecevit, mitinge katılmaktan vazgeçmez (2). Mitingde şöyle konuşur:

"Halk, düzeni değiştirme kararını verdi. Dursam beni aşar..."

5 Haziran 1977 seçimlerinden CHP yüzde 41.4 oy oranı 213 milletvekiliyle birinci parti olarak çıkar ancak tek başına iktidar olmak için aldığı oylar yine kısa kalmıştır.

İKİNCİ MC, ÜÇÜNCÜ ECEVİT HÜKÜMETİ

Hükümeti kurmakla görevlendirilen Ecevit'in önünde azınlık hükümeti kurmak dışında bir seçenek yoktur. Ancak, AP Genel başkanı Demirel, CHP hükümetinin "Kurulmasına, onaylanmasına ve icraatına karşı mücadele edeceklerini" açıkça ilan etmiştir. Demirel, Erbakan ve Türkeş'e göre "CHP, hükümeti işgal etmiştir, Cumhurbaşkanı Korutürk de bu duruma göz yummuştur". Birinci MC hükümetini oluşturan partiler, CHP hükümetine karşı iç çelişkilerini bir tarafa bırakmış, yeniden cephe ruhuna bürünmüştü. 21 Haziran 1977'de Ecevit tarafından kurulan CHP azınlık hükümeti, Meclis'te 3 Temmuz'da yapılan güven oylamasında 217 evet oyuna karşılık, 229 ret oyu almıştı. Ecevit hemen istifasını sunmuş, ardından da hızla ikinci MC hükümeti kurulmuştu.

Ülkede ikinci MC dönemi başlarken, seçimlerden birinci parti çıkmasına karşın hükümet olamayan CHP'de ise tartışmalar başgöstermekte gecikmez. Antalya Milletvekili Deniz Baykal öncülüğündeki bir grup, bu durumdan Ecevit'i sorumlu tutmakta ve olağanüstü kurultay önermektedir. Ecevit, partililerle gruplar halinde varolan tartışma toplantıları düzenleyerek, kısa sürede tepkileri sönümlendirir.

Nitekim 11 Aralık 1977 günü yapılan ve referandum niteliğindeki yerel seçimlerde CHP, 42 belediyeyi alarak ezici bir üstünlük sağlar. İkinci parti olarak çıkan AP ise sadece 15 belediyeyi alabilmiştir. Kamuoyu desteğini büyük ölçüde yitirdikleri ortaya çıkan İkinci MC hükümetini oluşturan partiler iç çatışmalara sürüklenmiş, Ecevit hükümetinin desteklenmesini savunan bazı vekiller partilerinden kopmuştu.

İkinci MC Hükümeti'nin istifasıyla, başını CHP'nin çektiği CGP, DP ve AP'den kopan bağımsızların oluşturduğu Üçüncü Ecevit hükümeti 17 Ocak 1978'de Meclis'ten güven oyu aldı.

HİZİPLERE AÇIK SAVAŞ

Ecevit, tarihi boyunca genel merkez-hükümet ve gruplar üçgeninde çatışmalara sahne olan CHP'de yeni bir dönem başlatmaya kararlıdır. Hükümette görev alanların parti yönetiminden ayrılmalarını ister. Ecevit, parti içi hizipleşmeleri ortadan kaldırmaya yönelik bu manevrayla yetinmeyecektir; "Kurultay'a tek liste halinde gireceğiz."

Hazırlıklar yetişmeyince Anayasa Mahkemesi'nden uyarı alan CHP, olağanüstü kurultaya gitmek zorunda kaldı. Sorunlar olağan Kurultay'a ertelenmişti.

Hemen sonra toplanan 24. Olağan Kurultay'a ise Ecevit'in istediği gibi 'tek liste' ile girilemedi. Çatışma, gruplaşma ve kadrolaşma hareketlerinin her zamankinden daha güçlü olduğu görüldü. Çatışmalar gücünü, hükümetin başarısızlığından alıyordu...

YALNIZ ADAM

Üçüncü Ecevit hükümetinin kurulduğu 1978'in başlarında, ülke ekonomik bunalım ve giderek tırmanan anarşiyle boğuşuyordu. Aradan geçen bir yıl içinde, tablo daha kötülemiş, hükümet ise çaresiz kalmış, kontrolü kaybetmişti. Günlük yaşamın parası haline gelen silahlı saldırı ve çatışmalar, Sivas, Çorum ve Kahramanmaraş'ta olduğu gibi toplu katliamlara dönüşmüştü. Korku içindeki halk bir yandan da yokluk, uzun kuyruklar ve zam yükü altında eziliyordu.

Dışarıdan ve hükümetin içinden eleştiri oklarına hedef olan Ecevit, partisinde de yalnızlığa itilmişti. Parti içi muhalefetin yelpazesi genişlemiş, hükümette bakan olanlar dahi bir muhalefet grubunun başını çeker olmuşlardı... "Sorunları iletmek için Ecevit'i ulaşamıyoruz", "Parti içindeki tek organ genel başkanlık" diyorlar ve Parti Meclisi'nin yeniden oluşturulmasını istiyorlardı.

İKTİDARSIZ HÜKÜMET

CHP'nin son olağan kurultayı ilkinden tam 60 yıl sonra Ankara'da toplandı. Ecevit, son kurultay olduğunu bilmeden yaptığı konuşmasında, " İktidar olma uğraşı derken, yalnızca 1981 seçimlerinde CHP'nin Millet Meclisi'nde tek başına salt çoğunluğu sağlamasını belirtiyor değilim. Bu anlamda, yani siyasal anlamda iktidar olmanın yanı sıra, toplumsal anlamda iktidar olmak da, özellikle bir demokratik sol parti için yaşamsal önem taşır.
Önümüzdeki ilk hedeflerden birisi de, bu yıl Ekim ayında yapılacak olan Cumhuriyet Senatosu ve milletvekili ara seçimlerini kazanmaktır.. .
" diyordu. 24. kurultay, Ecevit'in muhaliflerini tüm ağırlığını koyarak alt etmesiyle sonuçlanmıştı ancak, Üçüncü Ecevit hükümetinin yönetimindeki ülkede iktidar boşluğu her geçen gün büyüyordu. "1981'de kesin iktidar olacağız" diyen Ecevit de bu gerçeği itiraf ediyordu.

Bir yanda hükümetteki bakanlara yönelik yolsuzluk iddiaları, öte yandan ülkenin içinde bulunduğu ekonomik bunalım ve anarşi... TÜSİAD, tarihte ilk kez hükümeti peş peşe gazete ilanlarıyla uyarıyordu. Ticaret ve Sanayi Odaları Meclisi de hükümeti kamuoyu önünde uyarınca, Ecevit, " Bu devlet, işadamlarının muhtırası ile hükümet kurmaz, hükümet düşürmez, bu ülkede halkın dediği olur, halkı sömürenlerin değil... TÖB-DER ve POL-DER siyaset yaparsa suç, sanayici kuruluşlar siyaset yaparsa suç değil, olmaz öyle şey. Hepsini savcılığa vereceğim... " diyecekti. Ancak, ilanlar durmadı. Üstelik esnaf da kepenk indirerek, kontak kapatarak bu halkaya eklendi.

Mecliste ise Ecevit hükümetinin bakanlarından Hilmi İşgüzar ve Tuncay Mataracı hakkında gensoru verilmişti. İşgüzar istifa etti. Hükümet dört bir yandan kuşatılmıştı.

12 EYLÜL'ÜN AYAK SESLERİ

1 Mayıs'ta İstanbul'da uygulanan sokağa çıkma yasağı, tüm bunların üzerine tuz biber ekti. Tepkiler çığ gibi büyüyordu. Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, "ordunun çıkar çekişmelerine alet edilmemesini" istedi.

Hükümet içinde de istifalar birbirini izlemeye başladı... 4 bakan arka arkaya hükümetten ayrıldı. 18 aylık iktidarın sonunda Ecevit, yenilgisini kabul etmek için son bir darbe bekler gibiydi... O da 14 Ekim 1979 ara seçimleriyle geldi. CHP son seçimlerde yakaladığı yüzde 41.4'lük oy oranından yüzde 29.1'e düşmüştü... 'Geleneksel oy oranı'na...

İki gün sonra 16 Ekim 1979'da Ecevit, istifa etti.

Hezimetin hesabı 4 Kasım 1979'da toplanan 8. Olağanüstü Kurultay'da görülecekti. Hiç kimse bunun CHP'nin son kurultayı olduğunun farkında değildi.

İNÖNÜ'NÜN İZİNDEN: YA BEN YA ONLAR

'Genel merkezciler' , 'Topuzcular' , 'Baykalcılar' , 'Sol muhalifler' ve tek başına Bülent Ecevit... Gruplar, acımasızca eleştirdikleri Ecevit'in genel başkanlığında hemfikirdi, asıl çekişme parti yönetimi için yaşanıyordu. Ecevit'in buna izin vermeye niyeti yoktu. Son kozunu oynadı, " Bir yanda katı hizipçiliği hak olarak gören liste, bir yanda da katı hizipçiliği reddeden bir anlayış bulunmaktadır. Ben katı hizipçiliği reddeden bir ekiple görev yapabilirim. Eğer Kurultay bana bu olanağı verirse Genel Başkan olarak görevimi sürdürürüm. Şayet Kurultay bu olanağı vermezse, görevimi genel başkan olmadan da Partimde sürdürebilirim. "

Ecevit, "Ya ben, ya onlar" diyordu. Kurultay, Ecevit'siz CHP'yi göze alamamıştı...

Ancak 12 Eylül 1980'de ülke yönetimine el koyan askerler CHP'li delegeler gibi düşünmüyordu. Onlar, Ecevit, Demirel, Erbakan, Türkeş gibi siyasilerin siyasetten el çekmesinden yanaydı. Ecevit 13 Eylül sabahı, siyasi rakipleriyle birlikte Hamzakoy'a gönderildi. Yaklaşık bir ay süreyle Hamzakoy'da TSK'nın gözetiminde tutuldu ve siyasi rakipleriyle birlikte siyasetten yasaklandı. Atatürk'ün kurduğu CHP'nin üçüncü genel başkanı, 15 Eylül 1981'de de partisinin kapısına kilit vurulduğuna da tanık olacaktı.


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: YASAKLI YILLAR

III. BÖLÜM

YASAKLI YILLAR

Hamzakoy'da bir aylık 'zoraki misafirlik' dönemi sona eren Ecevit, siyasetten de yasaklanmıştı. Ancak, asker kışlasına dönünce yeniden siyaset yapacağına dair umutları, henüz tükenmemişti. Nitekim, Orgeneral Haydar Saltık'ın 28 Ekim 1980'de yabancı gazetecilerle yaptığı basın toplantısındaki esnek yaklaşımı, bu konudaki umutları beslemişti. Ancak asker, derhal bu türden yanlış anlamaların önüne geçecekti. (3) MGK Genel Sekreterliği'nce 29 Ekim'de yayımlanan ve özetle "Bay Demirel ve Bay Ecevit bir daha partilerinin başına geçemeyecekler" diyen bildiri, Ecevit'in CHP'den istifa etmesine yol açacaktı. (4)

Görünürde CHP ile Ecevit'in yolları, askerin baskısıyla ayrılmıştı. Ancak, daha Hamzakoy'dayken kaleme aldığı bir yazıda, 12 Eylül koşullarında siyaset yapabilmesinin yolunun CHP genel başkanlığından ayrılmak olduğunu düşündüğünü ortaya koyuyordu (5).

CHP'lilerse Ecevit'in 12 Mart'tan sonra yaptığı gibi istifa etmesinden korkuyordu. Ecevit, Hamzakoy'dan Ankara'ya döner dönmez soluğu Or-an'da aldılar. Neyseki Ecevit de onlar gibi düşünüyordu:

"Evet. Durum farklıdır. 12 Eylül, Osmanlı dönemi dahil en radikal müdahaledir. Bunlar partileri de kapatacaklar. Sanılıyor ki, film koptu, koptuğu yerden bağlanacak ve devam edecek. Hayır, film devam etmeyecek. Vizyona yeni film sürecekler. "

ECEVİT BİR YANA, CHP BİR YANA

Ancak hesaplar alt-üst olmuş, Ecevit ve CHP'nin yolları ayrılmıştı. Ecevit, resmi sıfatlarından sıyrılıp mücadeleye karar verdiğinde CHP yönetimi ise İnönü'nün ünlü "Asker başarılı olduğu zaman kışlaya döner" sözünün gereğini yerine getirmeyi bunu çabuklaştırmak için 12 Eylül yönetimine yardımcı olmayı benimsiyordu.

Ecevit bir yöne CHP başka bir yöne çoktan yönelmişti, istifa sadece bu süreci hızlandıracaktı .

SİYASİ PARTİLER KAPATILIYOR

15 Eylül 1981'de Milli Güvenlik Konseyi, 9 maddelik bir yasayla siyasi partileri kapatmıştı. CHP'nin mallarına da diğer partiler gibi el konulmuştu. Ecevit buna sessiz kalamazdı, Devlet Başkanı Kenan Evren'in kararı açıklamasından sonra 'yanıt hakkı'nı kullanarak bir yazı kaleme almış ancak bildirisi, ne TRT'de ne de basında yayınlanmamıştı. Ecevit, CHP'li arkadaşlarından da benzer tepkiler göstermelerini istedi. 'Sizinki dahi yayımlanmadı' gerekçesiyle kabul edilmedi. "Anayasa Mahkemesi'ne başvurun" dedi, "Tüzel kişi değiliz" dediler. Ecevit ısrar etti, "Siz dava açın, onlar geri çevirsin." Dinletemedi. Ve yollar bir daha kesişmemek üzere ayrıldı...

ARAYIŞ

Ecevit, siyaset yapmanın yollarını arıyordu. Bunu, 'Arayış' adını verdiği dergi aracılığıyla yapacaktı. 21 Şubat 1981'de yayın hayatına başlayan Arayış, bir yandan yeniden toparlanmanın aracıydı, bir yandan da 12 Eylül rejimine muhalefetin.

Ecevit'in Arayış'ın 7. sayısında kaleme aldığı ve 12 Eylül yönetimini işkence yapmakla suçlayan 'işkence' başlıklı yazısı, derginin kapatılmasına neden olacaktı. 30 Mayıs 1981'de çıkan 15. sayısında ise Ecevit, muhalefetin dozunu daha da yükseltecekti. 'Adalete Karşı Adaletsizlik' başlıklı yazıda Ecevit şunları söylüyordu:

"İnsanlar bir ölçüye kadar özgürlük kısıntılarına, baskıya, zulme katlanabilirler, ama haksızlığa, adaletsizliğe katlanamazlar. En zayıf, en ürkek insan bile haksızlık, adaletsizlik karşısında tepki duyar ve tepkisini hiç beklenmedik ve ölçüde açığa vurabilir. "

Milli Güvenlik Kurulu'nun yanıtı ünlü 52 numaralı bildiriyle geldi, Ecevit'e 'yazı yasağı' konuldu.

CEZAEVİ GÜNLERİ...

52 numaralı bildiri aynı zamanda Ecevit'i cezaevine göndermenin de zemini olacaktı. CHP'nin kapatılmasından sonra Evren'in bu kararı savunmak için yaptığı konuşmaya yanıtını TRT'ye gönderen Ecevit, yayımlanmayan yazısı için 52 numaralı bildiriye aykırı davranmak suçlamasıyla cezaevine gönderilecekti. (6)

3 Aralık 1981'de cezaevine giren Ecevit, "Cezaevine, oradaki yalnızlığa içerlemedim de" diyordu, "Mahkemelerdeki tenhalık üzücüydü".

2 Şubat 1982'de, yaklaşık iki ay sonra cezaevinden çıkan Ecevit'in, birkaç gün sonra Hollanda televizyonu NCRV'ye verdiği demeç de 52 numaralı bildiriye aykırı bulunmuştu. Bir de Alman Der Spiegel dergisine "Atatürk'ün mirası ve Türk demokrasisinin Hali" başlıklı bir yazı yazmıştı. Hakkında dava açıldı. Mahkeme sürerken Danimarkalı gazeteci Jan Stage'nin Politiken gazetesine yazdığı makaleden ötürü 10 Nisan 1982'de Ankara'da Askeri Dil Okulu'nda gözaltına alındı. Ecevit, Danimarkalı gazeteciye demeç vermekle suçlanıyordu. Ecevit'in gazeteciyi kabul ettiği doğruydu, ancak 52 numaralı bildiri nedeniyle demeç veremeyeceğini söylemişti. Gözaltına alındıktan iki gün sonra Ankara 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi, savcılığın iddiasını yerinde görmemiş ve Ecevit'in tutuklanmasına mahal olmadığına karar vermişti. Ecevit'in Askeri Dil Okulu'ndan çıkması bekleniyordu ki, bu kez Hollanda televizyonuna verdiği bir başka demeç nedeniyle yeniden gözaltına alındı. Ecevit gözaltındayken, Sıkıyönetim Komutanlığı, Ecevit'in tutuklanmasına mahal olmadığı yönündeki mahkeme kararına itiraz etti ve bir kez daha tutuklanmasını talep etti. Ecevit bu kez tutuklandı. Danimarkalı gazetecinin de tanıklığıyla Ecevit 3 Haziran 1982'deki ilk duruşmada beraat etti.

Ancak Hollanda televizyonuna verdiği demeç ve Der Spiegel'e yazdığı yazının davası sürüyordu. Ecevit, 'Türkiye hakkında görüş bildirdiği' gerekçesiyle 2 ay 27 gün hapis cezasına çarptırıldı. Ancak ilk mahkumiyetinde tahliye süresi dolmadan ikinci kez suç işlediği için cezası bir ay artırıldı.

İCAZET PEŞİNDE

Milli Güvenlik Konseyi ve Devlet Başkanı Kenan Evren'in 1982 ortalarında Çorum'da halka hitap ederken, bir yıl sonra siyasi partilerin kuruluşuna izin verileceğini açıklamasıyla birlikte, mahkemelerdeki yalnızlıktan ötürü kırgınlık duyan Ecevit'in evi türbeye döner. Gelenler, yeni bir parti kurmak için Ecevit'ten CHP'nin mührünü istiyorlardı. Ecevit ise parti için onayını isteyenlere, "Parti icazetle kurulmaz. Ne beş kişilik Güvenlik Konseyi'nden alınacak icazetle ne de genel başkanlardan alınacak icazetle parti kurulur. Hele bir sol parti, böyle bir yöntemle hiç kurulamaz. Ben, bana soranlara parti kurun veya kurmayın demem, sadece düşüncelerimi ifade ediyorum, bir de ben de mühür olmadığını ifade ediyorum" diyor, 12 Eylül koşullarında bu yolla parti kurulamayacağını, 30 yıl dahi sürse tabandan örgütlenilmesini, yani demokrasi mücadelesiyle parti kurulabileceğini vurguluyordu.

Mühür istemeye gelenlerin ardı arkası kesilmiyordu. 12 Eylül'ün başbakanı, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Başbakan Bülent Ulusu'nun müsteşarı ve İsmet İnönü'nün Özel Kalem Müdürü Necdet Calp de mühür istemek için Ecevit'in kapısını çaldı. Ecevit ona da aynı cevabı verdi. Ancak, Calp bu cevabı 'mührü aldım' şeklinde yorumladı. Diğer cebinde de Evren'in mührü vardı; Halkçı Parti'yi kurdu.

Parti için onay istedikleri Ecevit'e rağmen parti kurmakta kararlı olan CHP'den kalan, 'Sosyal Demokrat Güç', 'Lordlar', 'Dokuzlar hareketi' gibi irili ufaklı pek çok grup Ecevit'e rağmen, Ecevit'siz SODEP'i kurmaya girişmişti. Başlarında, yoğun ısrarlara daha fazla karşı koyamayan Erdal İnönü vardı.

Halkçı Parti'ye de SODEP'e de destek vermeyen Ecevit'in ne yapacağı ise merak ediliyordu.

ÇİLE ÇİÇEKLERİNDEN DSP'YE

1983 yılının baharıydı. Güneşli bir Pazar günü Bülent Ecevit ve Rahşan Ecevit, Türk-İş eski genel başkanı Halil Tunç'un Kazan'daki çiftliğine gittiler. Gazeteciler de peşlerinde... Gazeteciler ziyaretin amacını sordu, Ecevit güldü ve Tunç'un bahçesindeki çiçekleri gösterdi: " Sayın Tunç'un bahçesine geldim. Gezdim. Bahçesinde çok güzel çiçekler var. Saksı çiçekleri sağlıklı olmuyor. Ama tarlada, bahçede yetişen, çilesi çekilen çiçek, çile çekilerek yetişen çiçek daha sağlıklı, daha güzel oluyor. Saksıda, dört duvar arasında yetişen çiçek bir ölçüde gelişebiliyor ama tarladaki çok rahat gelişip boy atıyor. "

O tarihte konuşması ve yazması yasak olan Ecevit'in Halil Tunç'un çiçekleri hakkındaki yorumu, sol kesimde 'beklenen mesaj' olarak algılandı ve siyasi literatüre yeni bir kavram girdi: Çile çiçekleri...

DEMOKRATİK SOL HAREKETİN LİDERLİĞİNİ ÜSTLENİYORUM

Kazan'a yapılan ziyaret, elbette 'bahçe ziyareti' değildi. Partiyi tabandan kurmaya özen gösteren Ecevitler, işçi kesiminin sevip saydığı, Türk-İş'in en güçlü liderlerinden Halil Tunç'u kuruluş çalışmalarına davet ettiler. Ankara dışına gitmesini işçilerle temasa geçmesini istediler. SODEP ve Halkçı Parti'nin önerisini geri çeviren Halil Tunç, Ecevitlerin önerisini kabul etti. Nitekim 28 Ekim 1983'te, seçimlerden hemen sonra DSP'nin kurulacağını kamuoyuna açıklayan Ecevitler'in yanındaki üç kişiden biri de Halil Tunç olacaktı.

Demokratik Sol Parti'nin kurucularına ve kuruluş biçimine ilişkin Ecevitler'in mesajı şöyleydi:

"Particiliğe kişisel çıkar amacıyla bulaşmamış, profesyonel politikacı olmayan, partiyi sıçrama tahtası olarak kullanmayacak, ideolojik takıntısı olmayan, çalışan, dar ve orta gelirli halk kesimleriyle mahallede, köyde, beldede başlayacak bir parti örgütlenişi... "

Ecevit'in deyimiyle 'çile çiçekleri' 1984 Nisan'ına gelindiğinde Demokratik Sol Parti'yi kuracak duruma gelmişti. Yasaklı Ecevit, 18 Nisan 1984'teki il temsilcileriyle yapılan ilk gayri resmi toplantıda şu mesajları verecekti: " Hukuken değilse bile fiilen Demokratik Sol Parti kurulmuştur, köşeme çekilmeyeceğim, yasaklı olduğum için partinin genel başkanı olamasam da hareketin ve partinin liderliğini üstleniyorum."

Ecevit'in 'sosyal demokrasi' yerine 'demokratik sol' kavramını kullanması dikkat çekiyordu. Gerçi bu yeni bir şey değildi, Ecevit 1965 sonrasında CHP içinde sürekli 'demokratik sol' (7) kavramını kullanmış ve programa, tüzüğe geçmesini sağlamıştı.

RAHŞAN ECEVİT EMANETÇİ BAŞKAN

Takvimler 1985 yılını gösterdiğinde soldaki Halkçı Parti, 'Sosyal Demokrat Halkçı Parti' (SHP) olmuş, SODEP ise kendini feshederek SHP'ye katılmıştı. DSP hala resmi olarak siyaset sahnesine çıkmamıştı.

Nihayet 14 Kasım 1985'te, DSP'nin kuruluş dilekçesi, 25 bin kurucu adayından 612'sinin imzasıyla İçişleri Bakanlığı'na verildi. Beklentilerin aksine Rahşan Ecevit, kurucular arasında değildi. Rahşan Hanım, zorunluluklar nedeniyle 25 bin adayın ikna edilerek, temsili 612 kişiye indirilmesi karşısında kendisinin kurucu üye olmayı içine sindiremeyeceğini söylüyordu. 23 Kasım 1985'te toplanan DSP kurucular kurulu, Rahşan Ecevit'i genel başkan seçti. Bülent Ecevit'in siyasi yasağı kalkana kadar DSP Rahşan Hanım'a emanetti.

Nitekim, Bülent Ecevit, 18 Mayıs 1986'daki 2. Kurucular Kurulu toplantısında, ilk kez kürsüden konuşmaya "doğal genel başkanımız" sözleriyle davet ediliyordu.

Toplantıya ve Ecevit'in konuşmasına 1982 Anayasası ve siyasi yasaklar damgasını vuruyor, 'Demokratik solun doğal lideri', 'Demokratik sağın doğal lideri' Demirel'e ve SHP'ye Anayasa'nın değiştirilmesi konusunda çağrıda bulunuyordu.

DUDAKLARIM VAR OLDUKÇA...

Savcılık hemen harekete geçmiş ve Ecevit hakkında, siyasi yasakları düzenleyen Anayasa'nın geçici 4. maddesine muhalefet etmekten dava açıyordu. Ecevit bu davadan beraat edecek, Rahşan Ecevit'in yanında 'konuk' sıfatıyla tüm yurtta parti toplantılarına katılmayı sürdürecekti. "Cezaevine girmeyi göze aldıktan sonra istediğim gibi konuşurum" diyordu, konuşuyordu da... Her konuşmasından sonra hakkında dava açılıyordu, ancak Ecevit meydanlara ısınmış, davalara alışmıştı. "Dudaklarım var oldukça konuşacağım" diyordu...

DSP, sandıktaki ilk sınavını, 28 Eylül 1986'da, 10 ilde yapılan Milletvekili ara seçimlerinde verecekti. Kuruluşundan sekiz ay sonra, seçimlere giren DSP, yüzde 10 barajını aşamayacak ve yüzde 8.5'a yakın oy oranıyla Meclis dışında kalacaktı. Bu seçimin galibi görünürde ANAP'tı, ancak yasaklı Demirel'in doğal lideri olduğu DYP büyük bir sürprizle oy oranını yüzde 24.6'ya yükseltmişti. SHP ise 22.1 oy oranıyla üçüncü parti konumundaydı.

BİR BÖLEN

Ara seçimin hemen ardından DSP'ye eleştiri bombardımanı başladı: "DSP, seçimlerde SHP'nin oylarını bölmüş, SHP'nin milletvekilliklerin e engel olmuştu." Ecevit, yine 'bir bölen' olmakla suçlanıyordu.

Ancak araseçim sonuçları SHP içinde de kazanların kaynamasına neden oldu. İnönü ve genel merkez yönetimini başarısız olmakla suçlayan bir grup HP kökenli milletvekili, istifa ederek DSP'ye katılma hazırlığındaydı. SODEP-Halkçı Parti birleşmesinden bu yana süren huzursuzluk artık çatlağa dönüşmüş ve 20 milletvekili istifa ederek Halk Partisi'ni kurmuştu. Ancak Anayasal engellerden ötürü 'hülle partisi' olarak kurulan Halk Partisi'nin ömrü sadece 76 saat sürmüştü. 29 Aralık 1986'da Halk Partili milletvekilleri partiyi feshederek DSP'ye katılma kararı aldılar. Beş istifacının da katılımıyla DSP'ye, 25 milletvekiliyle Meclis'in kapıları açıldı.

DSP KIŞLA, ECEVİT DE TANRI DEĞİL

1986'nın yazında DSP'de CHP'yi aratmayacak gelişmeler yaşanıyordu. MKYK üyesi Celal Kürkoğlu, ihraç istemiyle disiplin kuruluna sevk edilmişti. Kürkoğlu, bölge toplantıları düzenledi ve parti içinde mücadele kararı aldı. "Çoğunluk muhalefettedir. Ancak doğal lidere olan aşırı saygı, bütün arkadaşların susmasına neden olmaktadır" diyen Kürkoğlu, ihraç kararını tanımayacağını söylüyordu. Kürkoğlu, parti içi demokrasi olmadığını savunuyor, Ecevitler'in partiyi kışla gibi yönetmeye çalıştığını iddia ediyordu. Muhalif 230 üye, Kurucular kurulu'nun 14 Haziran'da toplanması çağrısında bulundu. Genel merkez, 'siyasi yasakların kaldırılması' konusunda 'ivedi' bir biçimde 31 Mayıs'ta toplanacağını duyurdu. Muhalifler ise alternatif toplantı için hazırlanıyordu. Rahşan Ecevit, bunun yasal olmadığını açıkladı. Celal Kürkoğlu ve arkadaşları 14 Haziran'da toplandılar ve kendilerini DSP'nin yasal yöneticileri ilan ettiler. Genel Başkan seçilen Kürkoğlu, "Sayın Ecevit'in aklından geçti diye 233 parti kurucusunun kaydı silinemez. İhraç edilemez. Ecevit tanrı değildir. Yaptıkları hatadır, yaptıkları suçtur."

Ertesi günkü gazete manşetleri şöyleydi:
Üç liderli parti: DSP
Bülent Ecevit: Doğal Lider, Rahşan Ecevit: Atanmış Lider, Celal Kürkoğlu: Seçilmiş Lider

Birkaç ay süren tartışma süresince Kürkoğlu ikinci kez genel başkan ilan edildi. Tartışma, mahkeme salonlarına taşındı, alternatif yönetim adli makamlarca geçersiz sayıldı. 2001'deki kurultayı geçersiz olduğu iddiasıyla bir kez daha çıkacak olan Kürkoğlu, 1957'de Ecevit'in milletvekili olmasını sağlayan Kamil Kırıkoğlu'nun yeğeniydi...

SİYASİ YASAKLAR 'KILPAYI' KALKIYOR

Ara seçimin bir başka sonucu daha vardı. DYP'nin ikinci parti konumuna gelmesi, SHP lideri Erdal İnönü'nün yasakların kaldırılması konusundaki ısrarlı talebi ve kamuoyu baskısı karşısında Özal giderek köşeye sıkışmıştı. Halkın, eski siyasileri ebediyen siyaset sahnesinden sileceğine inanıyordu. Siyasi yasakları düzenleyen Anayasa'nın geçici 4. maddesini referanduma götürmek için değişiklik önerisi hazırladı. Liderler konuyu enine boyuna tartışmak için arka arkaya zirvede buluştu. Özal'ın tek şartı vardı, değişikliği referanduma götürmek. İnönü'nün 'Meclis değişikliği yeterli' şeklindeki önerisini görmezden gelen Özal, 193 arkadaşıyla birlikte Anayasa değişikliği önerisini Meclis'e verdi. Görüşme ve oylama sonucunda, Meclis geçici 4. maddeyi kaldırmış ancak yürürlüğe girmesini, Özal'ın isteği gibi referandum koşuluna bağlamıştı. Ecevit'in ve diğer yasaklı liderlerin kaderi 6 Eylül 1987'de belirlenecekti. Sonuç kılpayı 'evet'ti... 'Evet' oyu kullananların oranı yüzde 50.26, 'hayır' oyu kullananların oranı ise yüzde 49.74'tü. Türkiye'nin nefesini tutarak izlediği referandum sonucunda liderlerin yasakları, 88 bin 251 oy farkla kaldırılmıştı.

13 Eylül 1987'de toplanan 6. DSP Kurucular Kurulu'nda Ecevit genel başkan seçildi. Ecevit'in 6 yıl 10 ay süren yasaklı dönemi geride kalmıştı.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: YENİDEN DOĞUŞ
 

IV. BÖLÜM

YENİDEN DOĞUŞ


Özal, hesaplarını doğru yapmış, referandumdan hemen önce erken seçim tarihini açıklayarak, Ecevit ve Demirel'in toparlanmasına fırsat vermeden sandık başına gitmeye karar vermişti.

DYP ve DSP 'baskın seçim'i boykottan yanaydı, SHP ise bunu doğru bulmamıştı. Ecevit ve Demirel, yasaklarının kalkmasından sadece iki ay sonra 29 Kasım 1987'de seçim sınavına zorlanmıştı. Sonuçlar, Özal'ın hesapladığı gibi oldu:

ANAP- yüzde 36.1 oy, 292 milletvekili,
SHP- yüzde 24.7 oy, 99 milletvekili,
DYP- yüzde 19 oy, 59 milletvekili,
DSP - yüzde 8.5 oy oranıyla yüzde 10 barajının altında kalmış ve Meclis'e giremişti.

AKTİF SİYASETTEN ÇEKİLİYOR...

Seçimin ertesi günü, DSP genel merkezinde, Ecevitler TRT kameraları ve basının karşısında "Partimizin ilk genel Başkanı ve şimdi Genel başkan yardımcısı olan eşim Rahşan Ecevit'le birlikte aktif siyasetten ayrılmaya karar verdik" diyordu. Ecevit kararlıydı... Çekildi...

Ecevit'in siyasetten çekilmesi dost-düşman her kesimde şok etkisi yaratmıştı. Kamuoyu Erdal İnönü'nün, babasıyla çekişmeleri sırasında arkadaşı Bülent'i desteklediğini bu vesileyle öğreniyordu. Demirel, Ecevit'in siyasetten çekilmesini 'büyük kayıp' sayıyordu. Erbakan ise bir adım daha ileri gidiyor ve "Kararınızı gözden geçiriniz, geri dönünüz" diyordu.

İstifa açıklamasının ertesi günü İstanbul'dan gelen 60 kadar DSP'li genel merkez önünde 'ölüm orucu'na başlıyordu. Ecevit'ler ne kadar dil dökseler partilileri bu kararlarından vazgeçiremiyorlardı . 2 Aralık'ta istifalarını sunmak üzere genel merkeze gelen Ecevitleri, mahşeri bir kalabalık karşıladı. Sokakta geceleyen partililer 'geri dön' diyorlardı. Ecevit, partililere, " Hep aranızdayım. Hep aranızda kalacağım. Aktif siyasetten ayrılmak, siyaseti bırakmak değildir. Perikles, 'Hiçbir şeye karışmayan yurttaş zararsız yurttaş değil, yararsız yurttaştır' demiştir. Allah beni yararsız yurttaş olmaktan korusun. Perikles, demokrasi uğruna ölen arkadaşlarına ağıt yakmadı. Artık yeterince ağladınız, şimdi demokrasi için görev başına. Ağlamak yok, ölüm orucu yok. Şimdi görev halkın " diye seslendi. İstifasını verdi, artık sloganlar "Yurttaş Ecevit, aramıza hoş geldin" şeklindeydi.. .

YURTTAŞ ECEVİT

Ancak yönetim istifaları kabul etmedi. Gerek yönetim, gerekse Anadolu'dan gelen heyetler, Ecevit'in başkanlık görevini Birinci Olağan Kurultay'a kadar sürdürmesini istiyorlardı. Ecevit, 'kararım değişmeyecek' diyerek, ısrarlara boyun eğdi ve istifasını iki ay sonra toplanacak kongreye kadar askıya aldı.

Gözyaşları arasında toplanan 7 Mart 1988'deki 1. Olağan büyük Kurultay'da Ecevit, güvercin uçurarak genel başkanlık görevinden ayrıldı.

MEVZİ DEĞİŞİKLİĞİ

Ecevitsiz DSP dönemi başlamıştı. Herkes, DSP'nin dağılmasını bekliyor, SHP'den 'kendini feshet bize katıl' çağrıları yapılıyordu. DSP'liler ise Ecevit'in dönmesini istiyorlardı. Ecevit sonrası genel başkan seçilen Necdet Karababa, on ay sonra istifa etti. İstifanın Ecevit'e yer açmak için yapıldığı kanısı yaygındı. Ancak Ecevit, hemen dönmedi. 5 Ocak 1989'daki kongreyi bekledi. Tam bir yıl ayrıldığı DSP'ye yeniden genel başkan seçilen Ecevit, 'Neden çekildiniz, neden döndünüz?" sorusuna " Aktif politikayı bırakmak politikadan tümüyle ayrılmak değildir. Ben mevzi değiştiriyorum. Benzetmek haddim değil ama Atatürk Kurtuluş Savaşı'nda Polatlı'ya kadar çekildi ama sonuçta savaşı kazandı..."

YEREL SEÇİM MUHAREBESİ

Ecevit'i bu kez 26 Mart 1989 Yerel Seçim muharebesi bekliyordu.. . SHP, 'Ecevit oyları bölecek' kampanyasına başlamıştı bile. Seçim yaklaştıkça üslubunu daha da sertleştiren SHP, Genel Başkan İnönü'nün ağzından Ecevit'i 'öç alma' (8) duygusuyla suçladı. Ecevit de aynı sertlikle yanıt verdi. (9)

26 mart 1989'da yapılan yerel seçimin galibi SHP, mağlubu ise ANAP oldu. Ecevit'in partisi, yerel seçimlerde kaybetmişti ama ülke barajına yakın oy oranı alması, genel seçimler için umut yaratmıştı. Ancak, 3 Haziran 1990'da 51 beldede yapılan Yerel Ara Seçimlerinde yüzde 5'te kalan DSP ilk gerçek zaferini yaklaşık üç ay sonra görecekti.

19 Ağustos'ta 13 beldede yapılan seçimlerin mutlak galibi ise DSP'ydi. İstanbul-Bayrampaşa ve Ankara Etimesgut'un odak olduğu seçimlerde, DSP en yakın rakibinin iki katı oy alarak büyük moral bulmuştu. Oysa, aynı seçim sonuçları SHP'de İnönü-Baykal mücadelesinin başlangıcı olacaktı.

YAKAMIZI BIRAKIN

Ortadoğu'da suların ısındığı ve gündemin Körfez Krizi'ne kilitlendiği günlerde SHP, içine kapanmış, parti içi iktidar kavgalarına sahne oluyordu. Yarışı Erdal İnönü kazandı. İnönü, yeniden genel başkan seçilince DSP'ye birleşme çağrısında bulundu. Ecevit yanıtını geciktirmedi:

"DSP koltuk değneği değil. Sayın İnönü benden yanıt bekliyormuş. Yanıtım şu: DSP'nin ve benim yakamı bırakın. Ve ANAP'la seçim ortaklığınızı bozup, demokrasiyi düşürdüğünüz çukurdan çıkarmaya bakın."

Ecevit, İnönü'nün Baykal'a karşı kazanmasının SHP'nin sağlıklı bir yapıya kavuştuğu anlamına gelmediğini, SHP'nin ve DSP'nin iki ayrı parti olduğunun artık kabul edilmesini vurgulayarak tartışmayı kapattı.

1991 yazında ANAP'ın genel başkanlığını ve başbakanlığı Yıldırım Akbulut'tan devralan Mesut Yılmaz, liderliğini pekiştirmek için erken genel seçim kararı alınca, birleşme çağrısı, SHP'nin seçim politikasının da ana motifi olacaktı. Ancak, SHP'nin seçimlerde HEP'le işbirliği yapması iki partinin yollarını geri dönülmez biçimde ayıracaktı.

20 Ekim 1991 seçimleri, 'soldan ödünç oy' isteyen Demirel'e 12 Eylül'den sonra ilk kez başbakanlık yolunu açarken Ecevit de ilk kez Zonguldak Milletvekili olarak Meclis'e girecekti. Türkiye'de Demirel-İnönü dönemi başlamıştı. Solda ise CHP'nin yeniden açılması tartışmaları...

DSP EVLADIM, CHP BABA OCAĞIM

Ecevit 'DSP evladım, CHP baba ocağım' diyen Ecevit, CHP'nin yeniden açılması tartışmalarına uzak duramamıştı. Ancak, SHP ve DSP'nin CHP'de birleşmeleri önerisine karşılık, CHP'nin DSP'ye katılmasını şart koşuyordu. (10) Ecevit'le CHP heyeti arasında yapılan beş görüşme sonuçsuz kalmış, CHP Deniz Baykal'ın genel başkanlık aradığı bir parti olarak şekillenmiş ve kurulmasının ardından da SHP'li milletvekillerinin katılımıyla Meclis'te grup kurmuştu. '94 seçimlerinde solun hezimeti bu iki partiyi CHP'nin çatısı altında toplayacaktı. Ecevit için ise 'baba ocağı'na dönüş gündemden kalkacak, siyasete 'evladı'yla devam edecekti.

17 Nisan 1993'te Özal'ın ölümü, siyasetteki bütün taşları yerinden oynatacaktı. Demirel'in Köşk'e çıkmasıyla DYP-SHP hükümeti dağılacak, siyaseti de bırakan İnönü, parti liderliğini Murat Karayalçın'a devredecekti. Yeni lider, yeniden birlik tartışmalarını açacak, Ecevit'in mesafeli tutumuyla süreç, SHP-CHP birleşmesiyle sonuçlanacaktı .

TRUVA ATI

Soldaki bu gelişmelerin ardından seçim sandığında girilen ilk sınav ise Türkiye'de yeni bir politik yön çiziyordu. 27 Mart 1994'teki yerel seçimlerden DYP ve ANAP ilk iki parti olarak çıkmış görünse de seçimin asıl galibi, yüzde 19.8 oranında oya ulaşan Refah partisi olacaktı. Solu hüsrana uğratan seçim sonuçlarını 'Sola gölge düştü' diye yorumlayan Ecevit, "Laik cumhuriyet içimize salınan Truva atlarının tehdidi altındadır" diyerek yeni mücadelesinin de hedefini gösteriyordu.

Nitekim, Ecevit'in 'truva atı' olarak nitelediği RP, 24 Aralık 1995 genel seçimlerinden galip çıkacaktı. Seçimler öncesi, ANAP lideri Yılmaz'ın koalisyon ihtimali karşısında ilk tercihinin DSP olacağı yönündeki mesajlarına ve DSP'yle yakınlaşmalarına karşın, Ecevit, muhalefette kalmayı tercih edecekti. Niyet Anasol'du, RP lideri Erbakan'ın hükümet kurma girişimleri de sonuçsuz kalınca, kısmette Anayol çıkmıştı. Ancak, bu hükümetin ömrü, Ecevit'in RP'nin iktidarını önlemek için verdiği bütün desteğe karşın, örtülü ödenek, yolsuzluk iddiaları ve nihayetinde karşılıklı olarak gensoru önergeleri karşısında muhalefetle hareket etme gibi nedenlerle çok kısa sürdü. Türkiye Refahyol dönemine dümen kırmıştı... Ecevit son bir hamle yaparak, DYP'lilere çağrı yaptı ve Refahyol Hükümeti'ne güvenoyu vermemelerini istedi. (11) Ecevit'in çağrısı RP ile ortaklıktan rahatsız olan DYP'lilerce desteklense de 8 Temmuz 1996'da Refahyol Hükümeti kuruldu.

SİNCAN'DA DARBE PROVASI

Libya gezisi sırasında Kaddafi'nin 'Kürt devleti kurulmalıdır' sözleri karşısında yumuşak bir üslup kullanan Erbakan, yurda dönüşünde topa tutuldu. Sular ısınmaya başlamıştı. Konu, DSP'nin önderliğinde bir gensoruyla Meclis'e taşındı, Refahyol hükümeti düşürülmekten kılpayı kurtuldu. Erbakan'ın 11 Ocak'ta Başbakanlık'ta tarikat şeyhlerine 'gayri resmi' yemek vermesi ise kadın örgütlerinin 'Türkiye laiktir, laik kalacak' sloganlarıyla sokağa dökülmesine neden oldu. RP'li Sincan Belediyesi'nin düzenlediği 'Kudüs gecesi' üzerine de asker, 4 Şubat'ta sokağa çıkacak, Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu'na bağlı tank ve kariyerler, Sincan Atatürk Caddesi'nden Akıncılar Üssü'ne 'motorlu yürüyüş' gerçekleştirecekti. Genelkurmay her ne kadar "6 ayda bir yapılan normal eğitim faaliyeti" diye açıklasa da herkes bunun hükümete uyarı olduğunu biliyordu. İpler geriliyordu. ..

Ecevit, 9 Şubat 1997'de RP dışındaki tüm partilere 'güç birliği' çağrısında bulunarak, bir teknokrat hükümeti kurulmasını önerdi. Koalisyon hakkında gensoru üstüne gensoru verdi ancak çabaları sonuçsuz kaldı. Son sözü, 28 Şubat'ta asker söyleyecekti. Milli Güvenlik Kurulu'nun 28 Şubat 1997'de 9.5 saat süren toplantının ardından yayımladığı bildiri, gündeme 'muhtıra' gibi düştü. Siyaset karışmıştı... Erbakan, "Milli Güvenlik Kurulu'nda kararları beraber aldık. Türk Silahlı Kuvvetleri'yle uyum içindeyiz. Tam bir görüş birliği içindeyiz" diyordu. Tekzip Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak'tan geldi: " Türk Silahlı Kuvvetleri, Atatürk'ün kurduğu laik Cumhuriyet'in temel ilkelerini hayata geçirmeye inananlar ve buna gönül verenlerle uyum içindedir. Bunlar dışında hiç kimseyle uyum içinde değildir."

YOLREFAH, ÇANKAYA'DAN DÖNDÜ

İktidar değişikliği kapıdaydı, diğer yanda ise darbe söylentileri. .. Ancak, Erbakan-Çiller ikilisinin iktidarlarından vazgeçmeye niyetleri yoktu... Sonuna kadar direndiler.. . Son çare olarak da Erbakan'ın daha çok bir devir teslim gibi göstermeye çalıştığı, Yolrefah formülünde uzlaştılar. Çiller başbakan olacaktı ama Erbakan, cumhurbaşkanının onayından sonra başbakanlığı yeniden ele geçirme hesabındaydı.. . Hesabı Çankaya'dan döndü. Demirel, Erbakan'ın istifasını kabul etti ancak, hükümet kurma görevini, Anayasa'nın 104. maddesindeki "Cumhurbaşkanı devlet organları arasında uyumlu çalışmayı gözetir" ifadesine dayanarak, "Ülkedeki gerginliği giderecek" olan Mesut Yılmaz'a verdi. Yılmaz, çıktığı liderler turu sonrasında Çiller'i ikna edememiş ancak, 30 Haziran 1997'de CHP'nin dışarıdan desteğiyle ANAP-DSP ve DTP hükümeti kurmayı başarmıştı.

ONARIM HÜKÜMETİ

Ecevit ise 1979'dan bu yana ilk kez hükümette yer alıyordu. 'Onarım hükümeti' ANASOL- D'nin işbaşına geldiği günlerde, MHP'de ileride siyasi tabloyu büyük ölçüde değiştirecek bir gelişme yaşanıyordu. Alpaslan Türkeş'in ölümünden sonra, oğlu Tuğrul Türkeş'e karşı ikinci kongreyi kazanan Devlet Bahçeli, 7 Temmuz 1997'de MHP genel başkanı ilan ediliyordu.. .

ANASOL-D'nin ilk icraatı, RP'nin güçlü muhalefetine ve cuma eylemlerine rağmen, kesintisiz 8 yıllık eğitim yasasını Meclis'ten geçirmek oldu.

ROMANTİK HAYALLERİMİZ VARDI

DSP iktidardaki ilk kurultayını 7 Aralık 1997 günü yaptı. 4. kurultay, aynı zamanda Ecevit'in siyasete girişinin 43'üncü, Rahşan Hanım'la evliliğinin ise 50. yılıydı. Ecevit, gazeteci Fikret Bila'ya " Hiç ama hiç böyle bir yaşam düşlememiştik. Romantik hayallerimiz vardı. Küçük bir kasabada küçük bir evimiz olacaktı. Rahşan resim yapacaktı, ben şiir yazacaktım. Ama kendimizi siyasetin içinde bulduk" diyecekti...

CHP'NİN DESTEK ŞARTI: ERKEN SEÇİM

CHP'nin ANASOL-D hükümetine dışarıdan destek şartı 'erken seçim'di. Ancak Refah Partisi'nin Anayasa Mahkemesi'nce kapatılmasından sonra Yılmaz'a göre, CHP'nin bu kozu düşmüştü. ANASOL-D yoluna devam edecekti, seçim tarihine de kendileri karar verecekti. Hükümet, bir yılını geride bıraktığında Baykal, 'seçim hükümeti ve erken seçim' için yeniden hamle yaptı. En geç '99 Martında seçim istiyordu, ya da CHP'nin desteği çekilerek hükümet düşürülecekti.Uzun tartışmalar, formüller sonucu karar verildi: 18 Nisan 1999'da sandık başına gidilecekti.

FETHULLAHÇI SUÇLAMASI

Bu sırada DSP'de de ayrılık rüzgarları esiyordu. SHP'den koparak DSP'ye gelen Zonguldak milletvekili Mümtaz Soysal, Ecevit'i Fethullahçılıkla (12) suçlayarak partiden kopuyordu. 'Bir ayağı tarikatta, bir ayağı laiklikte' suçlaması ise yeni değildi.

İlk kez 1995 Mart'ında Fethullah Gülen'le görüşen Ecevit, o görüşmenin ardından "Sayın Gülen'de laikliğe bağdaşmayan bir yön görmedim" diyor ve "Takiyye yapıyor olamaz mı?" sorusuna da "açık biri" cevabını veriyordu. Yine Mart 1998'de Roma'da Papa ile görüşmeye gittiğinde Roma Büyükelçisi Güven, Gülen'i havaalanında karşılamıştı. Askerlerden tepki alan bu davranışa Ecevit sahip çıkmış ve "Karşılamaya gitmesini Sayın Büyükelçi'den ben rica ettim" demişti. Bu olaydan yaklaşık bir yıl sonra patlak veren 'Gülen kasetleri'ne karşı tavrı da farklı olmayacaktı.

Ecevit'e yönelik 'Bir ayağı tarikatta, bir ayağı laiklikte' suçlamalarına karşın Ecevit 'inançlara saygılı laiklik' vurgusunda ısrar edecek ve bu yöndeki eleştirileri 'sığ ve dar bakış açısı' olarak niteleyecekti. (13)

ÇAKICI KASEDİ

1998 sonbaharı, 18 Nisan seçim sonuçlarını etkileyecek gelişmeleri de beraberinde getirdi. Yeraltı dünyasının ünlü ismi Alaattin Çakıcı, Fransız polisiyle ortaklaşa bir operasyonla yakalandı. Çetelerle mücadele sözü veren Hükümet sözünü tutmuştu. Ne var ki Çakıcı'nın Fransa'da yargılandığı günlerde bir televizyon kanalında yayınlanan ses bandı, hem hükümetin bir bakanını götürecek, hem Yılmaz'a hem de hükümete olan güveni sarsacaktı... Bantta Çakıcı'yla Eyüp Aşık telefonda görüşüyor, Yılmaz'ın adı geçiyor, Çakıcı, Bakan Eyüp Aşık'tan aldığı bilgilerle yer değiştirdiğini söylüyordu. Yılmaz'ın kendisini yeterince korumadığından şikayetçi oluyor ve o sıralarda özelleştirilmeye çalışılan bankalardan birini alması için teklifte bulunduğunu ifade ediyordu. Aşık önce, reddetse de daha sonra banttaki sesin kendisine ait olduğunu kabul ediyor ve istifa etmek zorunda kalıyordu. İstifa, 'bant'ın neden olduğu ANAP'ın kamuoyundaki olumsuz imajını düzeltecek gibi görünmüyordu...

GÜÇLÜ HÜKÜMET GEREK

Ancak, o günlerde Abdullah Öcalan'ın kaderi konusunda çok önemli gelişmeler oluyordu. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş, Hatay'dan yaptığı bir konuşmada Suriye'ye 'Ya Öcalan, ya Savaş' demiş, benzer bir mesajı Cumhurbaşkanı Demirel, 1 Ekim 1998'de Meclis'in açılışında tekrarlamıştı. 9 Ekim 1998'de Çankaya'da 'Suriye zirvesi' toplanmıştı. Aynı gün Suriye, Öcalan'ı bir uçakla Rusya'ya sınır dışı etmişti...

Böylesi önemli bir gelişme güçlü hükümet gerektiriyordu. Ecevit ve Yılmaz, Baykal'a hükümete girme çağrısı yaptılar. Böylece hükümet, 2000 yılının sonuna kadar görevde kalabilecekti. Kamuoyu da bu formüle destek veriyordu. Ancak Baykal reddetti.

İKİNCİ KASET ANASOL-D'NİN SONU

10 Kasım 1998'de iki televizyon kanalında yayımlanan bir başka ses bandı, ANASOL-D'nin de sonunu getirecekti. Bantta konuşan, Türkbank ihalesine girip, altı yüz milyon dolara alan Korkmaz Yiğit'ti. Yiğit'in bantta, Türkbank'ın satışında Mesut Yılmaz'ın doğrudan rol oynadığını, ihaleleri yönlendirdiğini ve Yiğit'in bankayı almasını sağladığını iddia ediyordu. Üstelik bir önceki bandın ortaya çıkmasından hemen sonra Türkbank ihalesi incelemeye alınmış ve Yiğit'in bankası Bankekspres' in içinin boşaltıldığı anlaşılmıştı. Yiğit bu konuşmaları yaparken, CHP lideri Baykal hükümet hakkında gensoru imzalıyordu. Yılmaz, Yiğit'in kendisiyle ilgili iddiaları reddetti ve Yiğit aleyhine dava açtı, ancak bu hükümetin kaderini değiştirmeyecekti. ..

Ecevit ise şaşkındı; bir yanda ortağı hakkındaki iddialar, diğer yanda iyice köşeye kıstırılan ve yakalanmasına ramak kalmış Öcalan... Ecevit, son olarak İtalya'ya geçen Öcalan'ın iadesi için yoğun baskının sürdüğü günlerde hükümet krizinin doğru olmadığını, iddiaların ciddi biçimde araştırılması gerektiğini ancak hükümete mal edilmemesi gerektiğini savunuyordu.

DSP AZINLIK HÜKÜMETİ

Ancak, Meclis'te ANASOL-D hakkında verilen üç gensorunun gündeme alınması kararlaştırıldı ve 25 Kasım 1998'de 55. hükümet düşürüldü. Ecevit ise hükümet kurmakla görevlendirildi. Ancak Ecevit, Fazilet Partisi dışındaki bütün seçenekleri denemesine, işçi ve işveren örgütlerinin deklarasyonla destek vermesine karşın görevi iade etmek zorunda kaldı. Top Demirel'deydi. Tüm liderlerle tek tek görüşen Cumhurbaşkanı, ortak eğilimin, liderler dışında tarafsız bir ismin başbakanlığında bir seçim hükümeti olduğunu gördü. Tarafsız isim ise Anasol-D'nin Sanayi ve Ticaret Bakanı Yalım Erez olacaktı. Bu öneriye Çiller dışında tüm liderler onay verdi. Ancak, Çiller, Çankaya'nın operasyonu olarak gördüğü bu formülün, Erez'le DYP'yi hızlandırma projesi olarak görüyordu. Erez'in CHP'nin kesin desteğini aldığı gün, Çiller de Ecevit'i ziyaret etti ve hiç beklenmedik bir öneride bulundu: "Hükümeti siz kurun. Seçim koşuluyla, DSP azınlık hükümetini destekleyeceğiz." Çiller, Erez'dense Ecevit'in başbakanlığına razıydı. ANAP, öneri DYP'den de gelse başından beri Ecevit'in başbakanlığını destekliyordu. Yine destek verecekti. Bu durumda Yalım Erez'e görevi iade etmek düştü. Ecevit, 11 Ocak 1999'da 56. hükümeti kurdu. Ecevit, 20 yıl sonra Başbakanlık koltuğundaydı...

Ecevit, hükümet sorununun çözülmesine yönelik gayretleri, ANAP ve DYP'yi yakınlaştırarak güçlü hükümet modeli için gösterdiği çabalar, ılımlı Faziletlerin de hükümette yer alabileceğini açıklayarak, 28 Şubat'tan beri kutuplaşan siyaseti uzlaştırma çabasıyla kamuoyunda güven yaratmıştı.

ÖCALAN TÜRKİYE'DE

Öte yandan Ecevit, başbakanlık görevini devraldığında, Abdullah Öcalan, İtalya'da sığınma talebine yanıt bekliyordu. Ancak İtalya, Türkiye'nin ABD'yi de yanına alarak yaptığı uluslararası baskı sonucu Öcalan'ı daha fazla misafir edememiş ve bilinmeyen bir yöne doğru yola çıkarmıştı. Öcalan, Roma'dan sonra Yunanistan'a geçmiş, özel bir uçakla Korfu Adası'na geçmiş, oradan da Nairobi'ye uçmuştu. Öcalan'ı gönderecek ülke bulamayan Yunanistan, Kenya'daki Yunanistan Büyükelçiliği'nde karar kılmıştı. Öcalan geçici olarak Nairobi'deki Yunan Elçiliği'nde misafir edilirken, Ankara ayrıntılı bir plan üzerinde çalışıyordu. Kamuoyunun dikkati ise Demirel ve Ecevit'in demeçleriyle bilinçli olarak başka yöne çevriliyordu. Plan başarıyla uygulanmış, 16 Şubat 1999'un ilk saatlerinde Öcalan Türkiye'ye getirilmişti...

Öcalan'ın yakalanmasını 'devletin ve milletin başarısı' olduğunu vurgulayan Ecevit, bu konuyu seçim malzemesi yapmayacaktı. Ancak, bu tavrı seçim sandığında artı puan olarak dönecekti...

18 NİSAN SEÇİMLERİNİN GALİBİ DSP

18 Nisan 1999 seçimlerinden DSP 21.71 oy oranı ve 136 milletvekili ile birinci parti olarak çıktı. Ancak seçimin asıl sürprizini MHP yaptı. Ülkücü görünümünü yumuşatan Bahçeli liderliğindeki MHP, Öcalan'ın yakalanmasıyla esen milliyetçi rüzgarları, oya tahvil eden parti olmuştu... Erbakan'ın gölgesindeki Fazilet Partisi'nin yıpranmış, merkez sağ partileri ANAP ve DYP hüsrana uğramış, CHP ise darbe dönemleri hariç ilk kez Meclis dışında kalmıştı... Bu karmaşık Meclis aritmetiğinden nasıl bir koalisyon çıkacağı sorusuna kilitlenmişti...

BU HANIMA HADDİNİ BİLDİRİNİZ

Seçim sonuçlarının şoku atlatılamadan, 2 Mayıs 1999 günü Meclis'teki milletvekili yemin töreni, tansiyonu iyice yükseltti... FP'nin iki kadın milletvekilinden biri olan Merve Kavakçı, Meclis salonuna türbanıyla gelmişti... Ortalık karıştı. Önce DSP milletvekilleri ayağa kalktı, Kavakçı'yı protesto ettiler ve 45 dakika boyunca Kavakçı'nın salon dışına çıkması için sıra kapaklarına vurdular. Ecevit, bu sırada kürsüye geldi ve " Türkiye'de hanımların giyim kuşamına, baş örtüsüne özel yaşamlarına hiç kimse karışmıyor. Ancak burası kimsenin özel yaşam mekanı değildir. Burası devletin en yüce kurumudur. Burada görev yapanlar devletin kurallarına, geleneklerine uymak zorundadırlar. Burası devlete meydan okunacak yer değildir. Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz. "

Protestolar üzerine, oturuma ara verildi. Oturum yeniden başladığında Merve Kavakçı salonda yoktu. Kavakçı hakkında daha sonra fezleke hazırlandı, milletvekilliği iptal edildi ve bir daha Meclis'e gelemedi.

KOALİSYON ARAYIŞLARI

Ecevit 7 Mayıs 1999'da Demirel'den hükümet kurma görevini almış, 8 Mayıs'ta liderlerle ilk tur görüşmelere başlamıştı.

Kamuoyu dikkatle Ecevit-Bahçeli görüşmesinin sonucunu bekliyordu. İlk görüşme karşılıklı 'yoklama' havasında geçti. Ecevit, MHP'nin tam bir muamma olan yeni liderine MHP'nin 12 Eylül öncesi politikalarından duyduğu kaygıları dile getirdi. Bahçeli, pişmanlık yasasını hatırlatarak, kaygılarının karşılıklı olduğunu söyledi. Ecevit, 'kadrolaşma'dan çekincelerini ifade edip memurların merkezi sınavla alınmasını önerdi. Bahçeli kabul etti. Bahçeli, Ecevit'in türban konusunda Meclis'teki tavrını desteklediklerini ancak üniversitelerdeki türban sorunu konusunda tereddütlü olduklarını vurguladı. "MHP yeni bir sayfa açmak istiyor" dedi Bahçeli. Böylece ilk görüşmede, karşılıklı 'kaygı ve hassasiyetler' dile getirilmiş, ancak uzlaşılabilecek konular da belirginleşmişti...

ANAP lideri Yılmaz'ın tavrı olumluydu; Ecevit'e her türlü desteği vereceklerdi. Çiller ise MHP ve ANAP'ın tavrını beklemeyi yeğliyordu.

RAHŞAN ECEVİT'TEN MHP'YE SOĞUK DUŞ

Sıra ikinci turdaydı... Liderlerden ikinci tur için 17 Mayıs 1999'da randevular alınmıştı... Ancak, 15 Mayıs'ta Rahşan Ecevit'in gazetelere yansıyan demeci, siyaseti karıştırdı. Rahşan Hanım, "Zorunlu görünen DSP-MHP ortaklığından kuşku" duyuyordu. Rahşan Ecevit, " Çocukları, gençleri örgütlediler, baskı altına aldılar. Hatta silahlandırdılar. 'Ya bizden olacaksın ya canından' dediler. Yıllarca sayısız can yaktılar, canlar aldılar. Bunların acısını unutmak kolay mı? (...) Normal olarak bir siyasi parti, sosyal ve ekonomik açıdan topluma ferahlık getirmek amacıyla kurulur. Çalışmalarını ve görüş ayrılıklarını buna dayandırır. Ama, 'Biz Asena adlı kurttan üredik, Orta Asya'dan buralara geldik, bu ülkede egemenlik bizim hakkımızdır' iddiasıyla, üstelik de kaba kuvvetle siyaset yapmaya kalkışanlar, ne demokratik anlamda parti sayılabilir ne de milli birliği güçlendirebilirler. Hele bir de buna din istismarını katarlarsa, milli birliği, toplum huzurunu, laikliği ve demokrasiyi büsbütün zedelerler. (...) Üstelik, kaba kuvveti yalnız siyasal örgütlenme için değil, maddi çıkar için kullananlara da kucak açtılar. Mafyalarla, çetelerle kaynaştılar. (...) MHP'li bir hükümet ihtimali gündeme geldiğinden beri gerçi, bazı iyimser çevreler, bu partinin artık değiştiğini öne sürüyorlar. Böyle düşünenlere mi, yoksa bu partinin 'hayır, değişmedik' diyen liderine mi inanalım, bilemiyorum. Umarım ve temenni ederim ki, 'Biz değişmedik' diyen yetkililere rağmen, 'değişmiş' olsunlar. Yine umarım ki ve temenni ederim ki hayırlı bir hükümet ortaklığı kurulabilsin. " diyordu.

MHP buz kesmişti...

KOALİSYONA ÖZÜR ŞARTI

Bahçeli, Rahşan Hanım'dan özür dilemesini istedi: "Soğuk savaş dönemi psikolojisini yansıtan bu tür beyanlar, Türk demokrasisinin gelişimine indirilen çok ağır darbe olmuştur. Ortaya koyduğumuz siyaset yaklaşımı sabote edilmektedir. Bu durumda başta hükümetin kuruluşu olmak üzere, uzlaşma sürecinin sağlıklı gelişebilmesinin Demokratik Sol parti'nin milliyetçi-ülkü cü camiadan özür dilemesine bağlı olduğu açıktır. "

Yanıt Bülent Ecevit'ten geldi: "Eşim Rahşan Ecevit, genel başkan yardımcısı sıfatıyla kendisine düşen bir görevi yerine getirdi. Bizim örgütümüzde, milletvekillerimizi n arasında ciddi kaygılar var. Ama hepsi de gerekirse MHP ile koalisyon kurulabileceğini kabul ediyorlar. Yani hükümetin kurulması konusunda ortada bizden kaynaklanan herhangi bir sorun söz konusu olmayacaktır. (...) Eşim adına, yardımcım adına ben özür dileyemem. Rahşan Hanımın da böyle bir gereksinim duyacağını sanmıyorum. Rahşan Ecevit, partinin her kesiminden gelen ve kamuoyunda da bazı kesimlerden gelen birtakım kaygıları, yalnız geçmişle ilgili değil, geçmişten bugüne yansımaları bulunan bazı kaygıları dile getirmiştir. Bunları da tabii MHP'nin değerli yöneticileri haksız bulabilirler, ama demokrasi açıklık rejimidir. "

MHP, 17 Mayıs'taki randevuyu iptal etti, hükümet kuruluşu için başlatılan çalışmaları askıya aldı. DSP'nin özür dilemesinde ısrarlıydı. Ancak bekledikleri özür dilenmedi...

DEMİREL DEVREDE

Ecevit, MHP ile iplerin kopması üzerine, DSP-ANAP-DYP modeli için yoklamalar yapmaya başladı. Ancak, Yılmaz bu modele soğuktu. Demirel de öyle... Her ikisi de MHP ile DSP arasındaki buzların erimesi için çaba göstermeyi tercih ettiler. Ecevit de "MHP kapıyı açarsa görüşmelere devam ederiz, DSP açısından bir sorun yok" diyerek ortamı yumuşattı. Bahçeli, Demirel'le yaptığı görüşmeden sonra, iki gün süren iç değerlendirme yaptı. 22 Mayıs'ta da DSP-MHP-ANAP modeline 'evet' dedi. Ecevit'in başbakanlığındaki 57. Hükümet 28 Mayıs'ta Demirel'in onayını aldı.

BEŞİNCİ BÖLÜM: HASTA YATAĞINDA
 
V. BÖLÜM

HASTA YATAĞINDA

'Uzlaşı ve atılım hükümeti' olarak adlandırılan 57. hükümet, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde 27 aylık ömrüyle en uzun ömürlü koalisyon hükümeti olan 1. Milliyetçi Cephe Hükümeti'nin unvanını elinden aldı. 2 deprem ve 2 ekonomik krizle yüzleşti. Ecevit ise koalisyonun 'sayılan büyüğü' konumunu sonuna kadar korudu.

Ecevit, siyasi kariyerini ve ömrünü, hem başarı, hem kaos öyküsü olan 57. Hükümet'in başbakanı olarak tamamladı. Genç ve idealist bir gazeteci olarak başladığı siyasi yaşamında, 'Milli şef'e başkaldırarak yükselmiş, 70'li yıllarda kitlelerin umudu Karaoğlan, Kıbrıs fatihi olmuştu. 80'li yıllarda siyasetten yasaklanmış, yılmamış 90'lı yıllarda 60'ından sonra tırnaklarıyla kazıyarak yeniden siyasete dönmüştü. Ve 21. yüzyılın başlangıcında Türkiye'deki dönüşümlerin altına imza attı. O, partisinde zaman zaman diktatörlükle suçlanan 'tek adam' oldu. Demirel'inden MHP'sine bir zamanlar kanlı bıçaklı olduklarıyla 'uzlaşma kültürü'nü yeşertti. Ecevit, genç Türkiye Cumhuriyeti' nin kaderinde 48 yıl boyunca rol oynadı. Siyasete girerken yaşıt olduklarının torunları da onu Başbakan olarak tanıdı. Ancak, hasta yatağından ülkeyi yönetme konusundaki ısrarı, son yıllarda yeniden yakaladığı saygınlığından çok şey yitirmesine neden oldu.

GÖZÜMÜ DOLABA ÇARPTIM

Bülent Ecevit, partisinin birinci olduğu 18 Nisan 1999 seçimlerinde 74 yaşındaydı. 36 yaşında bakan olan, CHP Genel Başkanlığını 47'sinde İsmet İnönü'den devralan genç adam yaşlanmıştı. 80'li yıllardan bu yana sağlık sorunları vardı.

Ecevit çifti, 21 Kasım 1996'da ani bir kararla yurtdışına çıkmıştı. Basın, bu konudaki haberlere ne kadar ihtiyatlı yaklaşsa da "Ecevit, sağlık sorunları nedeniyle Danimarka'ya gitti" haberleri alıp başını yürümüştü. Ancak, gezi üzerindeki gizlilik merak duygularını daha da körüklüyordu. Ecevit, spekülasyonlara " Allah'a şükür hiçbir sağlık sorunumuz yok. Gezimiz tamamen özel bir gezi. Bizim bu yıl Rahşan'la evliliğimizin 50. yılı. Bu yıl hiç tatil yapamadık. Evlilik yıldönümümüz yaz aylarındaydı. Herkes iki ay tatil yaparken biz Meclis'te nöbet tuttuk. O zaman Rahşan'a 50. evlilik yıldönümümüz için bir haftalık balayı sözü vermiştim. Şimdi balayındayız " diye yanıt verecekti.

Geziden döndüğünde ise gözündeki kızarıklık dikkat çekiyordu ancak Ecevit, "Danimarka'da yanlışlıkla dolap kapısına çarptım. Herhangi bir operasyon geçirmedim" diyordu.

Kimse ikna olmamıştı...

29 EYLÜL'DE ZAFER BAYRAMI'NI KUTLADI

18 Nisan'dan sonra hükümeti kuran Ecevit'in sağlığına ilişkin dedikodular artık iyiden iyiye artmaya başladı. 29 Eylül 1999'da Başbakan Ecevit, ABD seyahatine çıkacaktı. Ankara Esenboğa'daki basın toplantısında, "30 Ağustos Zafer Bayramı'nda yurtdışında olacağını" söyledi. Salondakiler şok olmuştu... Ancak Ecevit devam ediyordu; "TSK ve aziz milletimizin Zafer Bayramı'nı şimdiden kutluyorum."

KONUK BAKAN ŞOKTA

İsmet Solak Ecevit'in sağlığıyla ilgili bir köşe yazısında kedisine anlatılan bir olayı şöyle aktarıyordu:

"ABD Savunma bakanı ile görüşmesinde, 'İstanbul'a gidecek misiniz?' diye soruyor. Konuk bakan ise, 'İstanbul'a gitmiyorum' diyor. Bir süre sonra, 'Buradan İstanbul'a mı geçeceksiniz? ' diye yeniden soruyor. Konuk bakan, gitmeyeceğini yineliyor. Görüşmenin sonunda bir kez daha soruyor. Adam çok şaşırıyor. Çevresine şöyle bir bakıyor ve susuyor. "

Yazının çıktığı gün DSP kulisinde herkes gergin ve sinirliydi. Yazılanların doğru olmadığını savunuyorlardı .

ŞAYİALARA GÖRE ÖLDÜM

Ecevit, ABD'de olduğu sırada da hep bu yönde sorularla karşılaşıyordu. Sitemkardı: "Görüyorsunuz halimi. Daha ne söyleyeyim, siz koyun teşhisi!"

2000 yılı Nisan ayında ise, Hindistan gezisi dönüşünde, resmi açıklamalara göre ağır bir gribal enfeksiyon geçirdi ve beş gün boyunca Or-an'daki evinde dinlendi. Bu süre içinde fısıltı gazeteleri öldüğüne ilişkin haberler geçiyordu. Beşinci gün, kameraların karşısına geçti ve gripten ötürü halsiz düştüğünü söyledi.

Ama tartışmalar bitmiyordu.. .

2001 yılı başında bu kez doktoru Arif Abacı çıktı televizyon ekranlarına. Ecevit'in sağlık durumunun normal olduğunu ortaya koyan raporları isteyenlere göstereceğini söyledi. Ancak, bu raporlar hiç ortaya çıkmadı.

2 Temmuz 2001'de, Başkent Hastanesi'nde uzun süren bir doktor kontrolünden geçti. Çıkışta, 'kontrole geldim' diyordu. Kulağıyla ilgili bir sorun olduğu, kulaklığının yenilendiği açıklandı. Ecevit, hastane çıkışında merdivenlere oturarak habercilere poz verdi.

5 Temmuz 2001 sabahı ise Başbakan Bülent Ecevit'in öldüğü haberleri kulaktan kulağa tüm ülkeye yayılmıştı. Birkaç saat geçmiş ancak Ecevit ortalarda görünmemişti. Borsa'da endeks hızla düşüyordu. Saat 15:00 dolaylarında bir TV kanalının canlı yayınına katıldı, ekonominin gidişiyle ilgili bilgi verdi. 'Ben yaşıyorum' mesajı veren Ecevit, sağlığıyla ilgili bir soruya ise "Onları sizler daha iyi bilirsiniz. Öğrenin bana da bildirin" karşılığını verdi.

Ecevit, gazeteci Sedat Ergin'in "Nasılsınız, iyi misiniz?" sorusuna sitemle yanıt veriyordu: "İyiyim işte... Şayialara göre ölmüş haldeyim ama..."

Ecevit'e göre spekülasyonları basın ve borsa çevreleri körüklüyordu. 8 Temmuz 2001'de Ecevit, gazeteci Fikret Bila'ya şunları söylüyordu:

CANLI YAYIN DEĞİL BANT

"Borsayı alt-üst ettiler. Öldüğüm yolunda haberler çıkarttılar. Ben televizyona çıkıp ölmediğimi söylüyorum. Ama ona rağmen spekülasyonları nı sürdürüyorlar. Bunu o kadar ileri götürdüler ki, televizyondaki konuşmamın banttan verildiğini bile söylediler. Canlı olarak katıldığım televizyon programının bant kaydı olduğu söylentisini yayarak, yine borsayla oynamış oldular.

Tabii bu, ülkeye çok büyük zarar veriyor. Bu spekülasyonlara son verilmesi lazım.

Her gün basında konuşuyorum. Kameraların karşısında soruları yanıtlıyorum. Buna rağmen sağlığımla ilgili spekülasyon yapılmasını anlayamıyorum.
"

ANİDEN GELEN GENÇLİK

2001 sonbaharında, Başbakan'ın sağlığına ilişkin konular daha yüksek sesle konuşulur olmuştu. Bir yanda Türkiye'nin de taraf olduğu Afganistan'daki savaş, diğer yanda ekonomik kriz... Basında Ecevit'in jübilesini yapması gerektiğine ilişkin yazılar yayınlanmaya başlamıştı. Kimileri açıktan 'artık veliahtını ilan etsin' diyordu.

2002'nin ilk günlerinde çıkacağı ABD gezisi öncesinde Ecevit'in sağlığında gözle görülür bir iyiye gidiş vardı. Siyasi kulislerde, artık Ecevit'in hastalığından çok performansı konuşuluyor, 'sır'rı merak ediliyordu. Ecevit'teki gençleşme o kadar barizdi ki, genç kalmanın pek çok sırrı arasında Ecevit'li formüller de sayılmaya başlandı. Rahşan Hanım, Ecevit'in gençleşmesinin sırrını soran gazetecilere, "Bilemiyorum, Allah'ın işi..." demişti. Ancak, gerçek bir süre sonra anlaşıldı: Başbakan'ın sağlığındaki çarpıcı iyileşme, nörolojik tedavisinin sonucuydu.

ÖZEL ZEVK ALIYORLAR

Haberlere göre, sinir uçlarıyla kasların birleştiği noktalarda irtibat zayıflığı olarak tarif edilen 'myastenia' (miyasteni/ adale zayıflaması) hastalığı teşhisi konulan Ecevit'e üç ay süreyle başarılı bir tedavi uygulanmıştı.

Ecevit bu haberlere sert tepki gösterdi. 28 Şubat 2002'de partisinin grup toplantısında, "Yıllardan beri bazı çevreler beni ölümün eşiğinde göstermekten özel bir zevk alıyorlar. Bunu Allah'a bıraksalar iyi olur. Sağlığım çok şükür yerinde. Hakkımda bu yalanları çıkaranlara da sağlık ve esenlik diliyorum " diyordu.

YENİDEN HASTANEDE

Ecevit'in ikinci baharı, 4 Mayıs 2002 cumartesi günü, uzun bir süre için yeniden kesintiye uğrayacaktı. 4 Mayıs'ta partisinin grup toplantısına katılması beklenen Ecevit ortalarda yoktu. Toplantıya katılan Rahşan Ecevit, partilileri sakinleştirdi: Belinden rahatsız, bugün evde istirahat edecek...

Ancak, toplantı başladıktan yaklaşık bir saat sonra Rahşan Hanım, gizemli bir telefon alacak ve apar topar Or-an'daki evlerine gidecekti. Ecevitler, naklen yayın araçlarının kuşatması altında saat 13:00'te Başkent Üniversitesi Hastanesi'ne gittiler. Ankara tedirgindi. Doktoru Prof. Turgut Zileli, patolojik bir bulguya rastlanmadığını ancak Ecevit'in bir kaç gün daha hastanede kalabileceğini söyledi. Başbakanlıktan yapılan açıklamada ise Ecevit'in gribal enfeksiyon geçirdiği ve hastanede kapsamlı bir chek-up'tan geçeceği duyuruluyordu. Haberi duyan DSP'liler hastaneye akın etti.

Dedikodulara göre ise Ecevit, o gün The Marmara Oteli'nin basılması ve otel müşterilerinin rehin alınmasına çok üzülmüş, bu nedenle de yatağa düşmüştü.

GAZIM VARDI

26 saat sonra taburcu edilen Ecevit hastane çıkışında, bağırsak enfeksiyonundan kaynaklanan bir gaz sorunu ile karşı karşıya kaldığını anlatarak, " Uzmanların da bileceği gibi aslında geçici bir olaydır. Kalıcı bir hastalıkla ilgisi yoktur. Bu konuda, Başkent Hastanesi'ne başvurduğumda, beni geçen sefer olduğu gibi bu sefer de tepeden tırnağa araştırdılar ve hiçbir olumsuz konu olmadığını söylediler " diyordu.

Gazeteciler Ecevit'e 'sizi bir daha ne zaman başbakanlıkta göreceğiz' dediklerinde Ecevit şunları söyleyecekti: "Çalışmaya nasıl olsa başlayacağım. Belki birkaç gün evde dinlenmem gerekir, duruma göre. Ama evde de olsa, çalışmalarımı elbette sürdüreceğim. Kendimi çok iyi hissediyorum. "

Yakın zamanda çıkması beklenen Afganistan-Pakistan gezisinin ertelenip ertelenmeyeceğini soran gazetecilere Ecevit, 'sanmıyorum. Bunu gerektirecek bir durum yok' diye yanıt veriyordu.

PROTOKOLE SADIĞIZ

Ecevit cephesinde bu gelişmeler olurken, siyasi kulislerde de hükümet senaryoları konuşuluyordu. Ecevit'in çekileceğine olan inanç ise hepsinin ortak noktasıydı. Bahçeli ve Yılmaz ise "protokole, noktasından virgülüne sadığız" diyorlardı.

Cumhurbaşkanı Sezer, 8 Mayıs'ta Ecevit'i ziyaret etti. 33 dakika sonra ayrılırken, "Başbakan çok iyi. Haftalık olağan görüşmemizi yaptık" dedi.

ÇEKİLMİYORUM

Ecevit, kendisini ziyarete gelen TBMM Başkanı Ömer İzgi aracılığıyla kamuyona çekilmeyeceğini açıklıyordu: " Ülke ekonomisinin düzelmeye başladığı şu sırada çekilmem her şeyin heba olmasına neden olur. Koalisyon başka bir başbakan çıkaramaz ve hükümet görevi bırakmak zorunda kalır. Yeni hükümet kurulması 3-4 ay alır, başta ekonomik olmak üzere tüm alanlarda kaybımız büyük olur.

Ecevit, aynı görüşmede kendisinden sonra gelecek bir veliaht düşünmediğini de vurguluyor ve "Böyle bir olasılık üzerinde durmuyorum. Bu konuda bir isim ortaya atmak büyük hata olur, ortalığı karıştırır" diye konuşuyordu.

Ecevit tam bir hafta sonra Or-an'daki evinde kameraların karşısına geçiyordu. KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın ziyareti nedeniyle basına kapılarını açan Ecevit'in solgunluğu, oturmakta zorlanması dikkatlerden kaçmıyordu.

'Ecevit'in sağlığını politika malzemesi yapmayız' diyen muhalefet, Mayıs ortalarına gelindiğinde Ecevit'in çekilmesi için baskı yapmaya başlamıştı. Artık açıktan açığa 'Ecevit'in zihinsel olarak da yetersiz olduğu' dillendiriliyordu.

TELEFONDA TEŞHİS

14 Mayıs'ta Hürriyet'in Ankara Temsilcisi Sedat Ergin'e telefonda röportaj veren Ecevit'in günlerdir kamuoyundan gizlenen bir sırrı ortaya dökülüyordu. Doktorları, Ecevit'i hastaneden ayrıldıktan sonra hiç görmemişlerdi. Ecevit, sıkıntılarını doktorlarına sadece telefonla aktarıyor, doktorları telefonla teşhis koyuyorlardı. Herkes şok olmuştu...

Tepkiler üzerine Sedat Ergin 15 Mayıs'ta yeniden Ecevit'le görüşmek istedi. Ecevit kabul etti. Bu kez evinde yüzyüze görüşeceklerdi. Bu görüşme, tepkileri ve tartışmaları iyice ayyuka çıkaran yeni bir bilginin daha ortaya çıkmasına neden olmuştu. Ecevit, hastaneden çıktıktan bir gün sonra evinde dengesini yitirmiş ve sırtını masaya çarpmıştı. Ağrısı sürüyordu. Ve tüm bunlara karşın doktorları onu görmemişti. Tepkiler, 'bizi çağırmadı' diyen doktorlarına olduğu kadar Rahşan Hanım'aydı da artık.

VELİAHT TANIMINI HERKES KENDİ ÜZERİNE ALDI

17 Mayıs'ta Hürriyet gazetesinde Sedat Ergin'le yaptığı görüşmenin ikinci bölümü yayınlandı. Ecevit, veliaht için ilginç mesajlar veriyordu: "Maalesef arkadaşlarımızdan çoğu kendilerini yeterince tanıtamadılar. Bunlara fırsat vermemiz gerekir ve sonunda partililerimiz ve seçmenimiz sağlıklı bir seçim yaparlar. "

Mesajı herkes kendince yorumladı. DSP hareketlendi. Daha önce kamuoyunun tanımadığı pek çok DSP'li ekranlarda görünmeye başladı.

Aynı gün, Ecevit'in ilk hastaneye kaldırılmasından tam 14 gün sonra, Prof. Mehmet Haberal ile Prof. Turgut Zileli sabah aniden Or-an'daki evine giderek, Ecevit'i hastaneye götürdü. Doktorlar, "Madem o çağırmıyor, siz niye gitmiyorsunuz" eleştirileri karşısında daha fazla pasif kalmayı göze alamamışlardı.

Muayenesinde sol dokuzuncu kaburgada travmatik kırık ve yumuşak doku zedelenmesi, sol bacakta da başlangıç safhasında tromboflebit (siyah damarların iltihaplanması ) saptandı. Ecevit, 12 gün kırık kaburgayla yaşamıştı; bir hafta daha hastanede kalacaktı...

RAHŞAN'A YÖNELİK İTHAMLAR AKIL DIŞI

Ecevit, ertesi günü gazetelerde çıkan yorumlara sert tepki gösterdi. Hastane odasından yaptığı yazılı açıklamada, "Rahşan Ecevit'e yöneltilen ithamlar son derece çirkindir. Yaşamı süresince bana her türlü desteği veren, yardımı yapan eşim ve yardımcım Rahşan Ecevit'e benim sağlık durumumla ilgili yöneltilen ithamlar akıl dışıdır " dedi. Ecevit, doktorlara görünmemesinin nedenini ise "Yeniden hastaneye başvurmam durumunda ekonomiye zarar verecek senaryolar üretilebileceğini düşünmemdir. Nitekim öyle olmuştur" diye açıklıyordu. Bu açıklamanın ardından da hastane penceresinden partilileri selamlıyordu.

HASTAYIM AMA GİDEMEM

Başkent Üniversitesi Hastanesi'nde 21 Mayıs'ta liderler zirvesi toplandı. Böyle bir şey, siyaset tarihinde ilk kez oluyordu. Toplantıya Ecevit başkanlık ediyordu. Yaklaşık iki saat süren toplantıdan sonra "Hükümet uyum içinde, erken seçim yok" açıklaması yapıldı.

27 Mayıs'ta taburcu olan Ecevit, Or-an'daki evine çekilmeden önce hastanede yaptığı açıklamada, "Ben iyiyim" dedi. Ertesi günü 57. Hükümet'in kuruluş yıldönümüydü...

Üçüncü yılını dolduran hükümet adına Ecevit çıktı kameraların karşısına. Hükümetin üç yıllık icraatını, tane tane okudu elindeki kağıtlardan. Bitkin görünüyordu. Ayakları şişmişti. Metni okumayı bitirince gazeteciler sordu, "çekilecek misiniz?.." Ecevit, ilk kez kamuoyu önünde hasta olduğunu kabul etti. " Nöroloji ile ilgili konular çok hassas. Her konuyu, her işi yapamayabilirim" dedi. Ancak "Emekliliğimin bedeli Türkiye için ağır olur" diyerek görevi bırakmayacağını belirtti.

Ecevit, 30 Ağustos'ta toplanan Milli Güvenlik Kurulu'na da katılamayınca 'çekil' baskısı artmaya başladı. Ecevit, 1 Haziran'da basın danışmanı aracılığıyla " Görevimin başındayım, çekilmeyeceğim" açıklaması yaptı. Bahçeli, ortağına destek vermekte gecikmedi, "sonuna kadar yanındayız."

AB ZİRVESİ

Ecevit'in, Cumhurbaşkanı Sezer'in çağrısıyla 7 Haziran'da toplanacak olan AB zirvesine katılacağı açıklandı. Sezer, ertesi günü gazetecilerin sorularını yanıtlarken Ecevit'in gelememesi durumunda parti tüzüğünün yetkili kıldığı bir ismi çağıracağını söyledi. 7 Haziran'da zirve için soluklar tutulmuştu. Sabah saatlerinde Ecevit'in katılamayacağı ortaya çıktı. DYP lideri Çiller ise günlerdir, 'Ecevit gelmezse zirve kadük olur' yollu açıklamalarına uygun davrandı ve zirveye gitmedi.

9 Haziran Pazar günü gazeteciler Or-an'daki evin bahçesine davet edildi. Ecevit, basın toplantısı düzenleyecekti. Ecevit, ilk kez kamuoyunun önüne kravatsız çıkıyordu. Pazar sabahına uygun spor bir gömlek giymiş olan Ecevit, Türkiye-Kosta Rika maçından yarım saat önce başlattı toplantıyı. Maçın başlamasına birkaç dakika kala da bitirdi. Son günlerdeki idam tartışmalarına ilişkin yorumlarını aktarmıştı Ecevit. Mesajı netti: AB sorunu Meclis'te biter. Toplantı kazasız atlatıldı.

KABİNE'DE ERKEN SEÇİM TARTIŞILIYOR

Son olarak 29 Nisan'da yapılan Bakanlar Kurulu toplantısı, 10 Haziran'da Ecevit'in Bahçeli'ye ricasıyla toplandı. Toplantıya Bahçeli başkanlık etti. Ecevit'in koltuğu boş tutulmuştu. Toplantıda konuşulanların ortaya çıkması çok sürmedi. Haberlere göre, Merkez Bankası Başkanı'na "erken seçimin, ekonomiyi etkileyip etkilemeyeceği" sorulmuştu, Serdengeçti 'etkiler' demişti.

İMZADAKİ DEĞİŞİKLİK

13 Haziran'da Hürriyet gazetesinin bir haberi Ecevit'in sağlığıyla ilgili kaygılara bir yenisini ekliyordu. Hürriyet, Başbakan'ın eski ve yeni imzalarını grafoloji uzmanlarına inceletmiş, uzmanlar, Ecevit'in rahatsızlıktan önceki imzalarında bulunan oval ve kararlı çizgilerin, rahatsızlanması ndan sonra yerini, keskin ve açılı çizgilere bıraktığını söylemişlerdi. Uzmanlara göre Ecevit'in imzasındaki belirgin değişiklik, nöroloji hastalarına özgüydü ve Ecevit'in hareketlerindeki kontrol yeteneğinin azalmasından kaynaklanıyordu.

ENİŞTE BURADAYIZ İŞTE

15 Haziran'da Rahşan Ecevit'in memleketi olan Şebinkarahisar' dan 3 bin 500 kişi Ankara'ya Ecevit'e geçmiş olsun ziyaretine geldi. 40 otobüs ve 25 midibüsle gelen kalabalık, Or-an'ı adeta miting alanına çevirdi. Rahşan Ecevit, "Bugün sessiz çoğunluğun sesi olarak buradayız" diyen hemşehrilerine otobüsün üzerinden seslendi. Şebinkarahisarlı lar, "Enişte buradayız işte" pankartıyla, Ecevit hakkındaki spekülasyonlara yanıt vermek istemişlerdi.

EKONOMİ SİYASETTEN NEM KAPIYOR

Ecevit, işlerin başında olduğunu kanıtlamak için Or-an'daki evinde ekonomi ve dış siyaset toplantıları düzenledi. 17 Haziran'da Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş ve ilgili bürokratlar, 18 Haziran'da da Dışişleri Bakanı İsmail Cem ve ekibi Oran Şehri'ndeki çalışma ofisinde Ecevit başkanlığında toplandı.

Aynı gün bir televizyon kanalına canlı yayın konuğu olan Ecevit, piyasaların siyasetten etkilenmesine itiraz ediyor "ekonomi, siyasetten çok çabuk nem kapıyor" sözleriyle adeta sitem ediyordu. Ecevit'in asıl mesajı ise 'çok yakında döneceğim'di.

DSP grubu en son 25 Nisan'da toplanmıştı. İki ay sonra, 20 Haziran'da yapılacak toplantıya Ecevit'in 'büyük olasılıkla' katılacağı duyuruldu. Ecevit, aynı gün DYP lideri Çiller'le de görüşecekti. Ancak, Ecevit'in doktorları bir kez daha toplantıya katılmasına itiraz edecekti.

ECEVİT'E GENSORU

Ecevit, basın mensuplarına el yazısıyla kaleme aldığı bir mesaj göndermişti: "Hekimler bugünkü temaslarımı gerçekleştirmemi uygun bulmadılar" diyordu.

Bir süredir yüksek sesle Ecevit'in çekilmesini isteyen muhalefet yeni bir adım atacaktı. Saadet Partisi, "Ülke yönetiminde aciz kaldığı, ekonomide krize yol açtığı" iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında gensoru açılmasını istiyordu.

21 Haziran'da Ecevit'in omurgasında yeni kırıklar olduğu iddia edildi. Ecevit, iddiaları yalanladı.

DSP İÇİNDEN UTANGAÇ 'ÇEKİL' ÇAĞRISI

Muhalefetten yükselen 'çekil' çağrılarına ilk kez 25 Haziran'da parti içinden de destek geldi. 9 milletvekili, 'bu çekil çağrısı değildir' yollu utangaç cümleler etseler de, Ecevit'e 'çekil' diyordu. Ortak bildiride, hükümetteki uyum ve uzlaşmanın bir süredir bozulduğuna dikkat çekiyor ve bunun tek nedeninin Ecevit'in hastalığı olmadığını vurguluyorlardı . DSP'nin ülkedeki sorunların üstesinden gelebilecek tek siyasi oluşum olduğu savunulan bildiride " DSP, hem örgüt temelinde hem de yerel yönetimler ve TBMM zeminlerinde Ecevit'lerin öncülüğünde Ecevit'siz yaşama geçebilmelidir" deniliyordu.

55 GÜN SONRA KÖŞK'TE

Ecevit doktorlarının tüm uyarılarına karşın 27 Haziran'da yoğun bir gün geçirecekti. Önce Köşk'e çıkıp Sezer'le yarım saat görüşecek ardından partisinin grup toplantısına katılacaktı. Toplantıda, Hüsamettin Özkan yoktu.

Salon, Ecevit için özel olarak yeniden düzenlenmiş, basamak çıkamayacağı düşünülerek, zemine portatif bir kürsü kurulmuştu. Ecevit, bu toplantıda alttan alta yürüyen erken seçim tartışmasının, Bakanlar Kurulu'nda açıktan dillendirmesine tepkisini dile getirecekti. Bu tartışmalara tepki duyan Ecevit'in çaresizliği, ağzından dökülen şu sözlerde somutlaşmıştı: Ben erken seçim istemiyorum ama ufukta seçim göründü. Ecevit, tam bir saat sonra "Yanlış anlaşıldım. Erken seçime karşıyım. Nisan 2004'ten önce seçim söz konusu değil" diyerek sözlerini düzeltmek isteyecekti ama ok yaydan çıkmıştı artık.

Yoğun bir gün geçiren Ecevit, ertesi günkü MGK toplantısına katılamayacaktı ama iki gün sonrası için ortaklarını zirveye davet edecekti.

DİL SÜRÇMESİ PARKİNSON'DAN

Ecevit doktorlarını dinlemiyordu. Aynı gün hemgrup toplantısına katılmış, hem de Köşk'e çıkmıştı. Üstelik Pakistan gezisine çıkacağını açıklamıştı. Doktorları, Ecevit'e Atatürk'ün Mersin gezisine hatırlatacak ve "Atatürk de doktorlarını dinlemeyip Mersin gezisine çıktı. Bu geziye çıkması ömrünü 6 ay kısalttı" diye uyaracaklardı .

Doktorları, Ecevit'in grup konuşmasındaki zorlanmaları ve dil sürçmelerini soran yakınlarına da, "Bu normal. Parkinson hastalarında bu olur" diyeceklerdi.

Aynı günlerde gazeteler, "kemik erimesine bağlı omur çökmesinde kullanılan yeni uygulama olan kifoplasti tedavisinin neden uygulanmadığı"nı soruyorlardı. Başkent Üniversitesi Hastanesi'nden yapılan açıklamada, iddialara "gerek görmedik" diye yanıt verilecekti.

RAHŞAN ECEVİT, ÖZKAN'A TAVIR ALIYOR

28 Haziran'da ikinci kez Ecevit'siz toplanan MGK'dan sonra kulislere yayılan haberler, DSP'deki büyük kopuşun ayak sesleriydi. Toplantıdan sonra Hüsamettin Özkan, Ecevit'i aramamış, toplantıya ilişkin bilgi vermemişti.Ecevit, olan biteni MGK Genel Sekreterliği'nin hafta içinde kendisine sunacağı rapordan öğrenecekti.

Sonradan anlaşılacaktı ki, Rahşan Ecevit ve yeni gözdeleri, Özkan'a "Ecevit'i hastalığı süresince savunmadığı" gerekçesiyle tavır alıyordu. Özkan'a yakın DSP'li bir bakan, "Başbakan arayıp sormayınca Özkan ne yapsın? Eve telefon açtığında karşısında Rahşan Ecevit'i bulma ihtimali yüksek. Rahşan Ecevit'in olumsuz tavrıyla karşılaşabilirdi. O zaman daha kötü olurdu" diyecekti.

Bu tavrın altında yatan en önemli neden bir kaç gün sonra gazete sayfalarına da yansıyordu. MGK toplantısından sonra üç Başbakan Yardımcısı, "Başbakan gelemeyecek durumda olsa bile, bundan sonra Bakanlar Kurulu da, Yüksek Planlama Kurulu da zamanında yapılacak..." kararı almıştı.

Karar, DSP'de, Genel Merkez ile Hüsamettin Özkan arasındaki savaşın da bir yansıması olarak değerlendiriliyordu. Başka deyişle, Genel Merkez'in Özkan'ı dışlayıcı tutumuna karşı bir duruş.

ECEVİT GİT DERSE GİDERİM...

Karar, Genel Başkan Yardımcısı Rahşan Ecevit'in şimşeklerini üzerine yağdırdığı Hüsamettin Özkan'ı Başbakanlık'ta yeniden aktif hale getirecek, AB yasaları konusunda devre dışı kalan Özkan'ın tekrar 'kriz çözen, hükümette uyumu sağlayan' pozisyonu kazanmasına neden olacaktı.

Aynı gün kulislere, hükümetin DSP kanadında kabine değişikliği olacağı haberleri yayıldı. Haber merkezlerine önce, "Özkan pazartesi günü Ecevit'ten izin isteyip liderler zirvesine katılmayacak" haberi geldi, hemen ardından "Ecevit, Özkan'ı görevden alıyor" haberi... İddialara göre, Özkan'ın yerine, Rahşan Ecevit'e yakın isimlerden Grup Başkanvekili Emrehan Halıcı, Genel Başkan Yardımcıları Tayfun İçli veya Zeki Sezer'den biri gelecekti...

Özkan ise soğukkanlı görünüyor ve söylentilere şu şekilde yanıt veriyordu: Başbakan git derse giderim, gel derse gelirim, saygıda kusur etmem.

HÜKÜMET 2004'E KADAR İŞBAŞINDA

1 Temmuz'da Özkan'sız toplanan Bakanlar Kurulu'ndan sonra Ecevit, ortaklarını da yanına alarak, "Nisan 2004'e kadar görevdeyiz" mesajı veriyordu. Aynı toplantıda Ecevit, Ab konusunda kamuoyu önünde söz düellosuna girişen ortaklarını uyarmış ve 'uzlaşın' çağrısı yapmıştı. 3 gün sonra ekonomi kurmaylarını da yanlarına alan hükümet ortakları, 4 saat süren bir toplantı yapacak ve kamuoyuna 'herşey yolunda' mesajı vereceklerdi. Ancak, toplantının perde arkası bir kaç gün sonra açığa çıktığında, hem DSP'nin hem de 57. Koalisyon Hükümeti'nin kaderi geri dönülmez bir rotaya girecekti.

Öte yandan, hükümet 'yıkılmadık, ayaktayız' mesajı verse de sivil muhalefet sesini yükseltmeye başlamıştı. TOBB Başkanı Rifat Hısarcıklıoğlu, Mayıs'tan bu yana Türkiye'nin 5 yıl geriye gittiğini vurgulayarak "çözüm üreten siyaset" istediklerini söylemişti.

YILMAZ'DAN TEKZİP GİBİ AÇIKLAMA

Üstelik aynı günlerde kameraların karşısına çıkan DSP Grup Başkanvekili Emrehan Halıcı, Ecevitler'e yönelik kampanya karşısında Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan dahil bazı üst düzey yöneticilerin sessiz kalmasının kendilerini endişe, kuşku, kaygı ve soru işaretlerine sevkettiğini söyledi. Halıcı, "Kimse heveslenmesin, Sayın Ecevit çekilmeyecektir" diyerek görünürde durulmuş suları yeniden bulandırıyordu.

Koalisyon ortaklarının 'işbaşındayız' sözlerine adeta bir tekzip de Yılmaz'dan geliyordu. Yılmaz, Ecevit'in kısa zamanda tekrar görevine aktif olarak başlayacağı konusunda kamuoyunu rahatlatacak açıklamanın, bir sağlık heyeti tarafından yapılması gerektiğini söylemişti.

YENİ BİR SİYASİ SENARYO YENİ BİR DEPREM

MHP lideri ve hükümet ortağı Devlet Bahçeli, ortaklarıyla birlikte yaptığı "Nisan 2004'e kadar işbaşındayız" açıklamasından bir kaç gün sonra, 7 Temmuz'da Bursa'da "siyasi belirsizlik sorununun çözümü için 3 Kasım'da erken seçim" yapılmasını önerdi.

Bahçeli'nin şaşkınlık uyandıran önerisinin kaynağı kısa sürede açığa çıkacaktı. Bahçeli'nin çıkışı, 4 Temmuz'daki toplantıya dayanıyordu. Bahçeli, ekonominin patronu Kemal Derviş'in, toplantının gizliliği konusundaki ısrarına rağmen, kamuoyuna bilgi sızdırdığını ima ediyor, Derviş'e şuçlamalarını şöyle sürdürüyordu:

"Başta sayın Derviş omak üzere, ekonominin teknik yönden herhangi bir eksikliğinin bulunmadığı, son günlerdeki faiz ve döviz kurlarındaki yükselmenin, siyasi belirsizlikten kaynaklandığı ve bu siyasi belirsizliğin ve olumsuz güven ortamının temel kaynağının ise sayın Başbakan'ın sağlık meselesi olduğunu ifade etmişlerdir. Türkiye-AB ilişkilerindeki, uyum yasalarının gecikmiş olmasını da eklemiştir.

Sayın Derviş Bey'e yönelttiğim soru şudur; O zaman soruyorum, bu siyasi belirsizliği giderebilmek için bir öneriniz var mı?

Sayın Derviş'in buna verdiği cevap, "Yeni bir siyasi senaryo"dur. O zaman bu siyasi senaryo ne olacak? Bu konuda bir açıklama yok. Ama gazetelerde, farklı farklı yeni siyasi senaryonun ne olacağına dair de bazı köşe yazarlarımız, bazı dış basın, bazı değerlendirme gruplarının raporları bunun işaretlerini veriyor.

Ecevit'siz ve MHP'siz bir yeni siyasi oluşum. Yeni siyasi iktidar yolu. Bunu kim yapacak, nasıl yapacak? Bunları açıklayan yok."

Daha sonra Ecevit'in de "DSP'ye karşı kundaklama eylemine girişildi" diye ısrarla vurgulayacağı düşüncenin temeli, Bahçeli'nin bu yorumuna dayanıyordu.

ÖZKAN YALNIZ GİTMİYOR

Bahçeli'nin "hükümeti devirmek için gizli bir senaryo" yazıldığı yönündeki sözlerinin artçı şoku, DSP'de taşları yerinden oynatacaktı. Ertesi gün, Ecevit'in sağ kolu, prensi Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan, hem hükümetteki görevinden hem de partisinden istifa edecekti.

Özkan yazılı bir açıklama yaparak "Görüşmemizde Sayın Başbakan'ın benim çalışmalarıma artık gereksinimi olmadığı ortaya çıktığından DSP'den ve bakanlık görevinden istifa ediyorum.

Bugüne kadar Sayın Ecevit ile geldim, onunla giderim dedim. Bugün bu sözümü de tutuyorum. Hatta onun isteği üzerine ondan önce gidiyorum. 11 yıl sonra Sayın Başbakan'dan siyasette duygusallığa yer olmadığını öğrendim" diyordu.

Özkan'ın gidişinin hemen ardından Kültür Bakanı İstemihan Talay ile Recep Önal, Meclis Başkanvekili Ali Ilıksoy ve bazı milletvekilleri de istifaya başladı. İstifalar kısa sürede çığ gibi büyüdü, ufukta yeni parti görünmüştü.

İstifalarla koalisyon hükümeti TBMM'deki sayısal desteğini yitirirken, erken seçim kararı alındı ve 3 Kasım 2002'de yapılan erken genel seçimlerde yüzde 1.22 oy alan DSP, parlamento dışında kaldı.

AKTİF SİYASETE SON

Genel başkanlıktan ayrılma kararını 3 Kasım seçimlerinden önce olduğu gibi seçimlerden sonra da zaman zaman dile getiren Bülent Ecevit, 22 Mayıs 2004 tarihinde düzenlediği basın toplantısıyla halefini ilan etti ve görevi Genel Başkan Yardımcısı Zeki Sezer'e devretmek isteğini belirtti.

DSP 6. Olağan Büyük Kurultayı'nda 1954 yılında CHP Çankaya Gençlik Ocağı'na üye olarak başladığı aktif siyasi yaşamına son veren Bülent Ecevit, o tarihten sonra da yaptığı bazı açıklamalarla gündem yarattı. Yaşamının son dönemlerinde 'solda birlik' için çalışmalar yürüttü. Ecevit, verdiği vasiyet niteliğindeki son söyleşisinde, sol partilerin ittifak yapması gerektiğini söylemiş ve Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen'i lider adayı olarak önermişti.

17 Mayıs'ta Danıştay'a yapılan kanlı saldırıda hayatını kaybeden İkinci Daire üyesi Mustafa Yücel Özbilgin'in ertesi gün Kocatepe camii'ndeki cenazesine katılan Ecevit, ertesi gün rahatsızlandı. cenaze töreninde halsiz olduğu gözlenen Ecevit'in aşırı strese bağlı olarak beyin kanaması geçirdiği açıklandı. GATA'da 7,5 saatlik bir operasyon geçiren Bülent Ecevit, yaklaşık 6 ay süren tedavinin ardından 5 Kasım gecesi yaşamını yitirdi...

Yararlanılan Kaynaklar:

1) CHP (1919-1999)/ HİKMET BİLA/ Doğan Kitap/ Ekim 1999
2) Phoneix- Ecevit'in Yeniden Doğuşu/ FİKRET BİLA/Doğan Kitap/ Mart 2001
3) Bir Karaoğlan Hikayesi-Bülent Ecevit/ SÜLEYMAN KURT/Birey Yayıncılık/ Mayıs 2002
4) Ecevit ile CHP- Bir Aşk Nefret Öyküsü/DOĞAN KOLOĞLU/Büke Yayıncılık/ Haziran 2000
5) Hürriyet arşivi
 
 

Turkish sorrow at Ecevit death

POSTED: 6:12 a.m. EST, November 6, 2006

ANKARA, Turkey (CNN) -- Bulent Ecevit, the Turkish politician, poet and journalist whose career spanned nearly half a century, has died aged 81.

Ecevit died on Sunday night in a military hospital in Ankara, where he had been in a coma since suffering a stroke on May 18, the hospital said in a written statement. His lungs collapsed, it said.

Soon after the news was made public, thousands of mourners gathered outside the hospital in a show of grief over the death of the former prime minister and former member of Turkey's Parliament whose secularist leanings and intellect helped shape his country's politics.

Others expressed their sorrow in writing. "He has always been an exemplary personality of our political history," said President Ahmet Necdet Sezer. "During his lifelong service to the country, he has put ethical values ahead of all other duties ... he has gained a respectful place in the hearts of our nation."

"It is a very sad day," said former Foreign Minister Ismail Cem. "But I have one comfort in knowing that he achieved and realized most of his political goals he set out in his political life. He contributed to the strength of the left, and its acceptance by large groups, and for Turkey's advancement."

"In Turkey, he was the last leader whose name is associated with hope," said Ridvan Akar, a Turkish journalist. "His name was written on the mountains and rocks for hope. It is a giant loss. He made us understand honesty, respectability, honor and modesty. With his passing, the era of honesty, honor and modesty is closed now. I knew him as a human being and a leader."

"We lost a giant from our political life who had very high ethical values, and an unforgettable guardian of our democracy and our secular republic," said former Foreign Minister Hikmet Cetin. "He put respect for Turkey above everything. It is a giant loss, especially when we think about what is happening with secularism ... he never wavered in his stand for it."

Former Foreign Minister Ismet Sezgin described Ecevit's passing as the loss "of a democracy legend ... a giant child, an artist, a man of many hearts."

Bitter defeat

Born in 1925, the son of a medical professor who was himself a poet and a member of Parliament; his mother was an artist.

In 1946, he married his classmate, Rahsan Ecevit, who would work him throughout his political life.

That year, he worked as a press officer in the Turkish Embassy in London, and continued as a journalist until 1957, when he became the youngest member of Parliament.

By 1972, he became prime minister, the first left-winger to achieve the position. It was a post he was to win four more times, until he met his final bitter defeat in 2002.

"He was a great thinker," said Hadi Sekura, of Chatham House, a London-based organization for the analysis of international issues.

"He was a strong social democrat. At the same time, he was a very, very strong nationalist, which appealed very much to Turkey's sensibilities and political inclinations."

At home, Ecevit was responsible for authorizing trade unions and giving workers the right to strike.

Later, came social reforms like making the divorce laws more equitable. And constitutional changes, like banning the death penalty. That move spared the life of Abdullah Ocalan, the leader of the Kurdistan Workers Party -- a militant separatist movement accused of staging cross-border attacks from Iraq into Turkey -- who was hunted down in Kenya and returned to Turkey for trial during one of Ecevit's terms in office.

It was Ecevit who started to pave the way for eventual Turkish entry into the European Community, making this claim at the Helsinki summit in 1999:

"This candidacy and in due time full membership to the EU is Turkey's birthright -- by virtue of Turkey's historical development, its geography and its present-day attributes."

Though the dove of peace was the symbol of Ecevit's party, he authorized Turkey's invasion of northern Cyprus in 1974, when Turkish Cypriots feared a Greek military coup. It was an action that has left Cyprus divided to this day, but Ecevit had no second thoughts.

"Turkey lost a political philosopher," said Husamettin Cindoruk, former president of Parliament. "We will never forget his honesty, his deep experience and his decisions about Cyprus ... he created a rhythm for the left, gave it color and always worked to create political parties with concept, thought and philosophy; he was a leader for politicians with concept."

"He never had any regrets," Sekura said. "He was always a staunch nationalist until the last days of his life."

Ecevit, a short, slight man whose big spectacles, fierce mustache and ever-present blue cap made him instantly recognizable, was always a strong secularist. His last public appearance was at the funeral of a judge apparently killed for upholding the ban on the wearing of Muslim headscarves. But his long survival reflected political realism too.

But Sekura said Ecevit showed himself willing to compromise his secularist values. "In the 1970s, he organized a political coalition with the Islamic National Salvation Party which brought him into power in 1974," he said. "So, on the one hand he was a strong secularist, but in political terms he was willing to do compromises to get into government."

In the end, with his health failing and the Turkish economy having to call in the International Monetary Fund, he may have stayed on too long.

Coalition bickering over the economic crisis finished Ecevit and his party, but not before he had authorized an economic reform program that has boosted Turkey's hopes of one day achieving EU membership.

CNN's Robin Oakley and Talia Kayali contributed to this story from London and Atlanta.

http://www.cnn. com/2006/ WORLD/europe/ 11/06/ecevit. obit/index. html 

 

Le premier ministre turc Bülent Ecevit adressse  un message à la nation, le 28 mai 2002. | AP/BURHAN OZBILICI

AP/BURHAN OZBILICI
Le premier ministre turc Bülent Ecevit adressse un message à la nation, le 28 mai 2002.
L'ancien premier ministre turc Bülent Ecevit est mort
LEMONDE.FR avec AFP | 06.11.06 | 06h47  •  Mis à jour le 06.11.06 | 08h27


'ancien premier ministre turc Bülent Ecevit est mort, dimanche soir 5 novembre, à l'âge de 81 ans, dans un hôpital militaire d'Ankara où il était hospitalisé depuis mai à la suite d'une hémorragie cérébrale. C'était un vétéran de la gauche, un nationaliste convaincu et un symbole de probité, surtout connu pour avoir donné à l'armée turque l'ordre d'intervenir à Chypre en 1974.
 
M. Ecevit, petit homme à la moustache fournie, aux lunettes fines et portant la casquette, avait tiré sa révérence après une longue carrière politique au lendemain de sa défaite aux dernières élections législatives en novembre 2002, lorsque son Parti démocratique de gauche (DSP) avait perdu tout ses sièges au Parlement.  

Sa santé chancelante et l'effondrement de la coalition gouvernementale qu'il dirigeait depuis 1999 ont sonné le glas d'une carrière de plus de quarante ans qui l'aura vu cinq fois premier ministre.

Il débute dans le journalisme en 1950 au sein de la presse proche du Parti républicain du peuple (CHP, social-démocrate) , le parti du fondateur de la République, Mustafa Kemal Atatürk. En 1959, il est élu chef régional du parti à Zonguldak, une région minière du Nord-Ouest, sur la mer Noire.

Bülent Ecevit grimpe vite les échelons du CHP, dont il devient secrétaire général en 1966 avant d'en prendre la direction en 1972, succédant à l'ex-premier ministre et président de la République Ismet Inijnü, camarade d'Atatürk et héros national de la guerre de libération (1919-1922) qui l'avait fait entrer en politique.

CHARISMATIQUE

Chef charismatique, porté par la vague de gauche des années 1970, il devient premier ministre à la tête d'une coalition avec les islamistes du Parti du salut national de l'ex-premier ministre Necmettin Erbakan.

Sous cette coalition gouvernementale qui a duré dix mois, Bülent Ecevit ordonne l'intervention militaire à Chypre, en riposte à un coup d'Etat des nationalistes chypriotes grecs visant à rattacher l'île à la Grèce.

Il était à nouveau chef du gouvernement en 1999, lors de la capture au Kenya du chef rebelle kurde Abdullah Öcalan, ennemi public n° 1 de la Turquie, qu'il annonça devant la presse la voix tremblante d'émotion.

Son prestige a toutefois gravement souffert de la crise économique qui a frappé le pays en 2000 et 2001.

Né le 28 mai 1925 dans une famille bourgeoise d'Istanbul, cet ancien journaliste n'a aucun diplôme universitaire.

Bülent Ecevit passe son baccalauréat en 1944 au prestigieux Robert College d'Istanbul, un lycée américain, avant d'étudier la littérature anglaise à l'université d'Ankara. Il étudia aussi le sanskrit et traduisit en turc T. S. Eliot et Rabindranath Tagore.

Auteur de poèmes à ses heures perdues et n'ayant jamais été tenté par les affaires, Bülent Ecevit avait conservé une réputation de grande honnêteté, qualité plutôt rare dans une classe politique turque éclaboussée par de multiples affaires de corruption.

Sa modestie et son aspect chétif cachaient toutefois un caractère autoritaire et souvent intolérant en ce qui concerne la moindre opposition au sein de son parti.

Depuis sa défaite aux urnes, Bülent Ecevit vivait quelque peu reclus avec son épouse, Rahsan, qui veillait jalousement à protéger son intimité.

Il avait été hospitalisé en mai à la suite d'une attaque cérébrale, après avoir assisté aux obsèques d'un magistrat assassiné lors d'une réunion du Conseil d'Etat par un jeune avocat islamiste.

http://www.lemonde. fr/web/article/ 0,1-0@2-3382, 36-830986@ 51-830991, 0.html 

____________ _______

Ex-Ministerprä sident Ecevit gestorben

Der frühere türkische Regierungschef Bülent Ecevit ist im Alter von 81 Jahren gestorben. Nach einem Schlaganfall hatte er fast sechs Monate im Koma gelegen. Ecevit war fast 50 Jahre lang eine der bestimmenden Persönlichkeiten in der türkischen Politik.

ANZEIGE
Ankara - Bülent Ecevit hatte Mitte Mai einen Hirnschlag erlitten und seitdem im Koma gelegen. Seinen Tod meldeten heute mehrere türkische Medien. Fünf Mal war der frühere Vorsitzende der Demokratischen Linkspartei Regierungschef - zuletzt von 1999 bis 2002. 1974 befahl er die Invasion in Nordzypern, die zur Teilung der Insel bis heute führte. In Ecevits Regierungszeit fielen die Gefangennahme des kurdischen Rebellenführers Abdullah Öcalan 1999 und die Zulassung der Türkei als Kandidat für die EU-Mitgliedschaft. Ecevit hat in der Türkei für die Arbeitnehmer das Streikrecht und Landreformen durchgesetzt.
 
Türkische Politik geprägt: Ex-Regierungschef Ecevit
 
REUTERS

Türkische Politik geprägt: Ex-Regierungschef Ecevit

Im Juli 2004 hatte er den Vorsitz seiner Partei niedergelegt und seine politische Laufbahn beendet. Die Wahlniederlage 2002 gegen seinen Nachfolger Recep Tayyip Erdogan war die bitterste seiner Karriere: Seine Partei wurde nach 22 Prozent der Stimmen bei der Wahl 1999 auf 1 Prozent marginalisiert. Die Wähler hatten ihn damals für eine massive Wirtschaftskrise verantwortlich gemacht und angesichts seiner angeschlagenen Gesundheit kein Vertrauen mehr in ihn gesetzt.

kai/AP/AFP/Reuters/