Nazım'ın sesi
ile veda edelim istedim.(dinlemek
istemezseniz soldaki ikondan kapatın)
Ecevit'i kaybettik Eski Başbakanlardan Bülent Ecevit, 171 gündür tedavi gördüğü Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastanesi'nde yaşama veda etti. Ecevit'in ölümü tüm yurtta büyük üzüntü yarattı 06/11/2006 AA - Türk siyasetine ''Ak Güvercin'' ve ''Mavi Gömlek'' fenomenlerini kazandıran Ecevit, ''şair'' yanı ve ''zarif üslubuyla'' da siyaset dünyasında farklılığını hep hissettirdi. Bülent Ecevit, 28 Mayıs 1925 tarihinde İstanbul'da doğdu. İstanbul Amerikan Kolejinden 1944 yılında mezun olan Ecevit, üniversiteye devam ederken bir yandan da Basın-Yayın Genel Müdürlüğünde İngilizce çevirmeni olarak çalışma yaşamına başladı. Sınıf arkadaşı Rahşan Ecevit (Aral) ile 1946 yılında evlenen Bülent Ecevit, aynı yıl okulu yarım bırakarak Londra Basın Ateşeliğinde görev aldı. Ankara'ya 1950 yılında dönen Ecevit, Ulus gazetesinde sanat eleştirmenliği, fıkra yazarlığı ve çevirmenlik yaptı. Ulus gazetesi kapanınca Yeni Ulus ve Halkçı gazetelerinde yazmayı sürdüren Bülent Ecevit, 1954 yılında ABD'ye giderek 3 ay Winston Salem Journal gazetesinde çalıştı. Bülent Ecevit, 1957'de Rockefeller bursuyla ikinci kez Amerika'ya gitti. Harvard Üniversitesinde 8 ay Ortadoğu tarihi ve sosyal psikoloji üzerine çalıştı ve aynı yıl yurda döndü. Milliyet gazetesinde de günlük yazılar yazan Ecevit, Forum dergisinin yazı işleri kadrosunda yer aldı. SİYASETE İLK ADIM Ulus gazetesinde çalışırken, 1954 yılının Ocak ayında CHP Çankaya Gençlik Ocağı'na üye olarak aktif siyasi yaşama adımını atan Bülent Ecevit, 27 Ekim 1957'de CHP Ankara Milletvekili olarak TBMM'ye girdi. Ecevit, 12 Ocak 1959'da İsmet İnönü'nün listesinden CHP Parti Meclisi'ne seçildi, 1961-1965 arasında da İnönü hükümetlerinde Çalışma Bakanı olarak görev yaptı. CHP'nin 18 Ekim 1966 tarihinde yapılan 18. Kurultayı'nın ''parlayan yıldızı'' olan Ecevit, önce ''çok genç'' bulduğu için itiraz eden İnönü'nün onayını alarak genel sekreter oldu. Ecevit, artık partinin ikinci adamıydı. Partide 12 Mart Muhtırası'nın ardından kurulan Nihat Erim'in başbakanlığında kurulan hükümete katılıp katılmamak konusu iç tartışmalara yol açtı ve hükümete girilmemesini isteyen Ecevit, 21 Mart'ta genel sekreterlik görevinden istifa etti. GENEL BAŞKANLIK
DÖNEMİ CHP'nin 5 Mayıs 1972'de yapılan 5. Olağanüstü Kurultayı, İnönü-Ecevit çekişmesine sahne oldu. Ecevit yanlısı Parti Meclisi, kurultaydan güvenoyu alınca, İsmet İnönü, 8 Mayıs 1972 tarihinde, 33 yılı aşkın bir süre bulunduğu genel başkanlık görevinden istifa etti. Bu gelişme üzerine 14 Mayıs 1972'de toplanan özel kurultayda, Ecevit, CHP Genel Başkanlığı'na seçildi. Bülent Ecevit, siyaset sahnesinde, 1973 seçimlerinden itibaren ''Karaoğlan'' olarak anılmaya başlandı. Bu seçimlerde CHP, yüzde 33.3'lük oy oranıyla 185 milletvekili çıkardı. Seçimin ardından CHP, MSP ile koalisyon kurarak iktidara gelirken, Bülent Ecevit, 6 Şubat 1974'te ilk kez başbakanlık koltuğuna oturdu. Bu dönemde Kıbrıs Barış Harekatı gerçekleştirildi. Seçim kampanyası döneminde Ecevit için sık sık kullanılan ''Karaoğlan'' ismi, başbakanlığı döneminde yaşanan Kıbrıs olayıyla pekişirken, Karaoğlan'a bir de ''Kıbrıs Fatihi'' eklendi. Kuruluşundan yaklaşık 7 ay sonra, 18 Eylül 1974 tarihinde, Ecevit'in istifasıyla koalisyon hükümeti bozuldu. Partisi, 5 Haziran 1977'de yapılan genel seçimlerde 41.4 oy oranı ile 213 milletvekili çıkaran Ecevit, 21 Haziran 1977'de azınlık hükümetini kurdu ancak 3 Temmuz'da TBMM'den güvenoyu alamadı. Bunun üzerine kurulan 2. Milliyetçi Cephe Hükümetini oluşturan partilerde yerel seçimlerin ardından iç çalkantı doğdu ve milletvekili istifaları yaşandı. Ecevit, cephe hükümetini oluşturan partilerden kopan bağımsız milletvekillerinin de desteğiyle 17 Ocak 1978'de kurulan hükümette 21 ay süreyle yeniden başbakanlık koltuğuna oturdu. İç çatışmalarla boğuşan CHP'nin oyları 14 Ekim 1979'da yapılan ara seçimlerde gerileyince Ecevit, 16 Ekim'de hükümetten istifa etti. HAMZAKOY'DA
''MİSAFİRLİK'' Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ülke yönetimine el koyduğu 12 Eylül 1980'de gece saat 03.00'te evinden alınan Ecevit, Rahşan Ecevit ile birlikte Hamzakoy'a ''TSK'nın misafiri'' olarak götürüldü. Hamzakoy'daki ''misafirliği'' 11 Ekim 1980 tarihinde sona eren Ecevit, 30 Ekim 1980'de CHP Genel Başkanlığı'ndan istifa etti. Siyasi partiler 15 Eylül 1981'de kapatılırken, Ecevit 21 Şubat 1981 tarihinde kamuoyunun karşısına, ''Arayış'' dergisinin yayın danışmanı olarak çıktı. Bülent Ecevit, 3 Aralık 1981'de konuşma ve yazı yasağı getiren MGK bildirisine muhalefetten girdiği cezaevinde 2 Şubat 1982 tarihine kadar kaldı. Siyasi yasaklı olan Ecevit, sonraki süreçte de yazıları ve demeçleri nedeniyle sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı ve bir süre cezaevinde yattı. DSP SÜRECİ Bu dönemde DSP'nin kuruluş çalışmaları sürdürülürken, Bülent Ecevit, siyasi yasağı devam ettiği için partinin kuruluşunda doğrudan görev almadı. Ecevit, 14 Kasım 1985'te kurulan partinin kuruluşunu, 14. yıldönümünde şu sözlerle anlattı: ''12 Eylül döneminde yoğun bir demokrasi mücadelesi verdik. Mücadelenin güçlüklerini göze almayanlarla yollarımız ayrıldı ve DSP'yi kurduk. Ben o sırada yasaklıydım. Partinin kuruluşuna Rahşah Ecevit öncülük etti. Çok zor koşullarda genel başkanlığı üstlendi. Rahşan Ecevit'in, kurucusu olduğu Köylü Derneklerinden gelen örgütlenme deneyimi vardı. O deneyimi DSP'ye aktardı. Paramız yoktu... Fazla bir desteğimiz de yoktu. Ama azmimiz vardı. Rahşan Ecevit, iki odalı bir bodrum katında, bir avuç arkadaşıyla görevi başladı. İğneyle kuyu kazarcasına çalışarak, partinin sağlam bir zeminde güçlenmesine ve doğrultu tutarlılığına ödünsüz özen gösterdi. Bu davranış da giderek DSP'yi halkın güvenini kazandırdı.'' ECEVİT, DSP'NİN
GENEL BAŞKANI Siyasi yasakların 6 Eylül 1987 tarihinde yapılan referandumla kaldırılması üzerine, 13 Eylül'de Bülent Ecevit eşi Rahşan Ecevit'ten DSP Genel Başkanlığını devraldı. Kısa bir süre sonra yapılan genel seçimlerde partisinin iyi sonuç alamaması üzerine görevinden ayrılan Ecevit, 1989 yılında yapılan olağanüstü kurultayda yeniden Genel Başkan seçildi. Bülent Ecevit, 20 Ekim 1991'de 12 Eylül'den sonra ilk kez Zonguldak Milletvekili olarak TBMM'ye girdi. DSP'nin oyları 24 Aralık 1995 tarihinde yapılan erken genel seçimde yüzde 14.64'e, milletvekili sayısı 76'ya yükselirken; Ecevit, 30 Haziran 1997 tarihinde ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz başkanlığında kurulan koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı. Koalisyon hükümetinin gensoruyla düşürülmesinin ardından, Bülent Ecevit, 11 Ocak 1999'da DSP azınlık hükümetini kurarak 4. kez başbakan oldu. Partisinin 18 Nisan 1999'da yapılan seçimlerden yüzde 21.71 oy oranıyla birinci parti olarak çıkması üzerine hükümeti kurmakla görevlendirilen Bülent Ecevit, 28 Mayıs 1999'da kurulan DSP-MHP-ANAP koalisyonunda yeniden başbakanlık koltuğuna oturdu. Bu dönemde sağlık sorunlarıyla ilgili zaman zaman spekülasyonlar yapılan Bülent Ecevit, 4 Mayıs 2002'de rahatsızlanarak hastaneye kaldırıldı. Tedavisi aralıklarla sürdü. Ecevit'in rahatsızlığı sırasında hükümete yönelik tartışmalar ve erken seçim talepleri de siyasi gündeme damgasını vurdu. Bu tartışmalar parti içine de yansıdı. Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan'ın 8 Temmuz'da görevinden ve partiden istifasını yeni istifalar izledi. İstifalarla koalisyon hükümeti TBMM'deki sayısal desteğini yitirirken, erken seçim kararı alındı ve 3 Kasım 2002'de yapılan erken genel seçimlerde yüzde 1.22 oy alan DSP, parlamento dışında kaldı. AKTİF SİYASETE SON Genel başkanlıktan ayrılma kararını 3 Kasım seçimlerinden önce olduğu gibi seçimlerden sonra da zaman zaman dile getiren Bülent Ecevit, 22 Mayıs 2004 tarihinde düzenlediği basın toplantısıyla halefini ilan etti ve görevi Genel Başkan Yardımcısı Zeki Sezer'e devretmek isteğini belirtti. DSP 6. Olağan Büyük Kurultayı'nda 1954 yılında CHP Çankaya Gençlik Ocağı'na üye olarak başladığı aktif siyasi yaşamına son veren Bülent Ecevit, o tarihten sonra da yaptığı bazı açıklamalarla gündem yarattı. 18 Mayıs 2006 tarihinde geçirdiği beyin kanamasının ardından GATA'ya kaldırılan Bülent Ecevit, uzun süren tedavi sürecinin ardından bugün yaşamını yitirdi. ŞAİR VE YAZAR
ECEVİT Bülent Ecevit, siyasi yaşamının yanı sıra yazar ve şairliği de birlikte yürüttü. Sanskrit, Bengal ve İngilizce dillerinde çalışma yapmış olan Ecevit Rabindranath Tagore, Ezra Pound, T. S. Eliot, ve Bernard Lewis'in yapıtlarını Türkçe'ye çevirdi. Kendi yazdığı şiirleri de kitap halinde yayınlayan Ecevit'in şiirleri Almanya, Sovyetler Birliği, Romanya, Yugoslavya, danimarka ve İsveç'te yayınladı. Şair kimliğiyle yazdıklarını Şiirler, Işığı Taştan Oydum, El Ele Büyüttük Sevgiyi adlı üç kitapta toplayan Ecevit'in siyasi kitaplarından bazıları ise şöyle: Ortanın Solu, Bu Düzen Değişmelidir, Atatürk ve Devrimcilik, Kurultaylar ve Sonrası, Demokratik Sol ve Hükümet Bunalımı, Demokratik Solda Temel Kavramlar ve Sorunlar, Dış Politika, Türkiye/1965- 1975, Umut Yılı: 1977. ''ÖZGÜRLÜĞÜ
YİTİRDİK DOSTLAR'' Bülent Ecevit, ''Özgürlüğün ardından bir ağıt söylev'' başlıklı şiirinde, yitirilen bir değerin ardından, kendi yaşamının da temel ögesi olan ''umut'' ve ''sevgi'' ile şöyle seslenir: ''özgürlüğü yitirdik dostlar ardından bir çift sözüm var havaya benzerdi biraz varlığı duyulmazdı özgürlüğün yokluğu dayanılmaz 'saklamayın' derdi özgürlük 'beni kendinize esirgemeyin beni ellerden esirgendikçe tükenirim çünkü paylaşıldıkça çoğalırım ben' oysa kendimize kalsın diye özgürlük ona bahçelerde duvarlar ördük uçup gitti kuş misali bahçelerden ne eller gördü hayrını ne biz gördük 'yurttaşlar' derdi özgürlük 'bu devleti sizler yöneteceksiniz el ele yaşatabilmek için beni yaşayabilmek için benimle' oysa dünyalarımız öylesine küçüktü devlet öylesine büyük yönetilmek öylesine rahattı yönetmek öylesine yük''
____________ _______
http://www.vatanim. com.tr/root. vatan?exec=
haberdetay&tarih=06.11.
2006&Newsid=92262&Categoryid=1
Copyright © 2005, Bağımsız Gazeteciler Yayıncılık A.Ş.
http://www.vatanim. com.tr/root. vatan?exec=
haberdetay&tarih=06.11.
2006&Newsid=92292&Categoryid=1
Copyright © 2005, Bağımsız Gazeteciler Yayıncılık A.Ş.
____________ _______
TAKA takalar geçiyor allı yeşilli takalar geçiyor dümenleri lazlı takalar geçiyor en nazlı yelkenlilerden de güzel güvenli sularda işsiz dönenen gezi yelkenlilerinden çok duyarak denizi takalar geçiyor enginlere yamalı göğsünü gere gere takalar geçiyor yükle yürekle takalar geçiyor emekle dolu günlük güneşlik kıyılardan kopmuş denizlerde Anadolu kıyılar kadın olmuş açılır gider erkeği takalar takalar toprağın denizde çarpan yüreği (1970)
YARIN birşeyler olacak yarın duruşundan belli kırdaki atların bulutların koşusundan belli kazışından köstebeklerin toprağı karıncaların telaşından belli birşeyler olacak yarın belki bir tomurcuk beİki bir ağacın düşen yaprağı belki de bir çocuk pek o kadar göremesek de uzağı kuşlarin uçuşundan belli birşeyler olacak yarin öbürgünden önemsiz bugünden önemli (1975)
JEOLOG avucumda bir buhurdan bu dünya çağlar tüter insansız sarar beni benden uzağa yokolmuş dağlar yankılar beni yapayalnız toprağın basamaklarından iner derin dağlara yükselirim eski ırmak izlerinde akar yiterim kumlarla görmez olur beni gözlerim (1976)
SORU Kimbilir insanda son kalan gözler görür mü dünyayı uzaktan kimbilir küçülür mü dünya büyür mü uzaktan kimbilir küllenir mi dünya özlenir mi yoksa uzaktan (1975)
MAĞARA mağaranın duvarına hayvanları taştan oydum kükrediler karanlıkta türkülerle karşı koydum karanlıktı mağara ışığı taştan oydum üşüyordum bir de güneş koydum aşk oydum mağaranın duvarına aşk oydum ağrıdı taşlar yarıldı mağara ben doğdum (1970)
İNSAN elbette senden güzel olacaktı çizdiğin resim yaptığın heykel senden büyük olacaktı senden yakışıklı elbette senden çok duyacaktı söylediğin türkü sen olduğundan büyüksün sen olduğundan iyisin sen olduğundan güzel (1954)
BEN MİSİN dirilten misin beni gövdem öldüren misin bilmem gördüren misin beni gözüm körleten misin bilmem bildiren misin bana başım gizleyen misin bilmem bir ben varım benden öte ben misin bilmem (1971)
TRENSİZ trenler geçmez oldu gözlerinden artık sallanmaz oldu ak mendili rayların sonu belli en uzak yerler bile tanıdık trenler geçmez oldu gözlerinden artık ayrılan ayrıldı kavuştu kavuşan duman tütmez oldu yolcu gelmez bir tren sesi kalmış kulağında uzaktan trenler geçmez oldu gözlerinden artık kampana çalmaz oldu saati istasyonda artık o bir başına elinde bileti (19)
PROMETE KENTTE Promete şimdi kentte kayalara bağlı değil beton duvarlarla çevrilidir kartalların giremiyeceği bir semtte kendi kendini kemirir (1976)
AV ormanın kuytusunda vurulan geyik hayvanlar acınla suskun dallar yasınla eğik boynuzlarında çizgilerinde gözlerinde avcının söndüremediği iyilik (1971)
PÜLÜMÜRÜN YAŞSIZ KADINI Pülümürün bir dağ köyünde gördüm onu yaşını sordum bir giz gibi güldü kimi seksen dedi köylülerden kimi yüz yüzüne baktım bir giz gibi güldü bir asa vardı elinde bir solmuş kırallığın kadifeden harmanisi üzerinde bir hititliydi o bir Selçukluydu bir ermeniydi bir kürttü bir türk yaşını sordum bir giz gibi güldü koluma girdi bir soylu kadınca tozlu köy yolunda sürüyerek eteğini beni tek gözlü sarayına götürdü köy yapısı kulübesinin Zamanı onda yitirdim ben Yitik zamanlara onda eriştim en soylu yoksulluğun toprak döşeli sarayında bir taç gibi kondu başıma Türkiyeliliğim (1969)
BİR OZAN BİR DEVLET ADAMINI SORGULUYOR yıldızlı bir gecede göğe bakmıyalı kaç ay geçti anımsar mısın yıldızlı bir gecede ya da güpegündüz canevinde duymadan sonsuzluğunu göğün ya da bir sabah çiçek açtığını ansızın fark etmeden bahçendeki ağacın hele bir de işitmeden işine giderken bilmeden ezdiğin karıncanın sesini nasıl bilesin evrendeki yerini de nasıl yönetesin ülkeni (1994)
ELELE BÜYÜTTÜK SEVGİYİ Rahşan'a, birlikte öğrendik seninle avcumuzda yüreği çarpan kuşa sevgiyi elele duyduk kumsalda denizin milyon yılda yonttuğu taşa sevgiyi tırtılları tanıdık seninle baharda tırtılken daha sevmeyi öğrendik sevgiden üreyen kelebeği toprağı evimiz gibi sevdik seninle birlikte sevdik kuru toprakta ev küren köstebeği köstebeğinden toprağına taşına tırtılından kelebeğine kuşuna elele sevdik bu dünyayı acısıyla sevinciyle sevdik yazıyla kışıyla sevdik köy-köy ülke-ülke gökler gibi sardı dünyayı yağmur gibi sızdı dünyaya dünya kadar oldu sevgimiz elele büyütüp elele derdik elele derip insana verdik verdikçe çoğalan sevgimizi (1980)
Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Rahşan Ecevit'e taziye ziyaretinde bulundu. Ecevitlerin Oran'daki evine gelişinde Demirel'in eski grup başkan vekili Emrehan Halıcı karşıladı. Özel doktoru Aylin Cesur'la birlikte gelen Demirel, çok kısa süren taziyenin ardından şu açıklamayı yaptı: "Siyasal hayatında yarım asırı aşan hizmetlerde bulunmuş eski başbakanlardan değerli devlet adamı sayın Bülent Ecevit'e Allah'tan rahmet diliyorum. Milletimizin başı sağolsun. Ailesine, kendisini sevenlere başsağlığı diliyorum. Allah rahmet eylesin." Rahşan Ecevit'e taziyeler sürerken, eski adalet bakanı Hikmet Sami Türk, MGK Eski genel sekreteri emekli Org. Tuncer Kılınç, eski TBMM Başkanı Ömer İzgi, ASO Başkanı Zafer Çağlayan ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener başsağlığı ziyaretinde bulundu. Başbakan Yardımcısı Şener, taziye sonrası Ecevit'in ne zaman ve nereye defnedileceği konusundaki gazetecilerin sorularını yanıtlarken, "Şuanda çalışmaların sürdüğünü, defnedileceği yerin henüz belirlenmediğini ifade ettiler. Bu konuda İçişleri Bakanımız gerekli çalışmaları yapıyorlarö demekle yetindi. Şener Rahşan Ecevit'i nasıl gördüğünün sorulması üzerine de "Zor bir durum. Birbirini sevmiş iki insanın sonunda ayrılıkla baş başa kalmaları, duyguların yoğunlaştığı bir ortamı ortaya çıkarır. Derinden üzüntülü olduğunu gördük" dedi. Şener, eski başbakan Ecevit'i son olarak hastalığından önce havaalanında gördüğünü ve sohbet ettiğini, sonrasında ise kendisine bir şiir kitabını gönderdiğini anlattı.
Mustafa SARIİPEK/ MARMARİS(Muğla), (DHA) BÜLENT Ecevit'in ölümüne çok üzüldüğünü belirten 7'nci Cumhurbaşkanı Kenan Evren "Karaoğlan gerçekten her babayiğidin alamayacağı kararlar alan, son derece dürüst bir insandı. Allah rahmet eylesin'' dedi. Ecevit'in 12 Eylül yönetimiyle mücadele etmek için dergi çıkardığını, dış ülkelerden basın mensuplarına demeçler verdiğini hatırlatan Evren, "O zaman bunlar suç oluyordu. Sıkıyönetim mahkemesi iki ay mahkumiyet verdi. Ben buna da çok üzülmüştüm. Ama yapacak bir şeyim yoktu'' dedi. Bugüne kadar Atatürk dahil tüm cumhurbaşkanları ve başbakanların cenaze törenine katıldığını söyleyen Evren, Ecevit'in cenaze törenine de katılacağını belirterek, "İnşallah bu son olur'' dedi. Kenan Evren, Bülent Ecevit'in ölümünün ardından Marmaris'in Armutalan Beldesi Beyaz Sokak'taki evinde basın mensuplarını kabul etti. Konuşmasına Ecevit'in vefatından çok büyük üzüntü duyduğunu belirterek başlayan Evren şunları söyledi: "Ecevit'i en eski tanıyan benim. 90 yaşın içindeyim. Dere tepe demeden bütün Türkiye'yi dolaştığı günleri hatırlarım. Rahmetli İnönü ile mücadelesini, İnönü'yü başbakanlıktan indirip kendisinin parti başkanı ve başbakan olmasını bilirim. Sonraki dönemlerini tekrar başbakan oluşunu ve özellikle Kıbrıs Harekatı'nı bilirim. O zaman Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı'ydım. Karaoğlan her babayiğidin alamayacağı kararı cesaretle aldı. İyi ki öyle cesaretli bir başbakan vardı ve böyle bir kararı alarak Kıbrıs'ı zalim Rumlar'ın elinden kurtardı. Ama hayat bu. Kimi geç kimi er nasılsa öteki tarafa göçeceğiz. Vefatından büyük üzüntü duydum. Türk Milleti de çok üzüntü duymuştur.'' Ecevit'in dürüstlüğü, çalışkanlığı, vazife aşkı hakkında hiç kimsenin kötü bir şey söyleyemeyeceğini belirten Evren, "Bu mümkün değil. O kadar dürüsttü ki yani devletin beş kuruşuna tenezzül etmezdi. Bu nedenle de halk tarafından çok sevilirdi. Diyeceksiniz ki madem ki çok seviliyordu, partisi neden seçilemedi? Oluyor, ne yapacaksınız? Bu dürüstlüğü ve çalışkanlığı 72 milyona anlatmanız mümkün değil. Seçim etkenleri değişik. Başkası seçilebiliyor. Allah rahmet eylesin, yaptıkları unutulmayacak' ' dedi. İNŞALLAH BU SON OLUR Genelkurmay Başkanı olması için üçlü kararnameyi Bülent Ecevit'in imzaladığını hatırlatan Kenan Evren "Ben Genelkurmay Başkanı'yken başbakanımdı. Hastalığı çok uzun sürdü. Çok çekti zavallı. Zaten üç aya yakın da ölü ile diri arasında bir hayat yaşadı. Tabii hepimizi üzerek bu dünyadan ayrıldı. Cenazeye ben de katılacağım. O görevimi de yerine getireceğim. Talihsizliğim şu ki şimdiye kadar bütün cumhurbaşkanları ve başkanların Atatürk'ten başlayarak cenazesinde bulundum. Atatürk'ün cenaze merasiminde cenazenin arkasında topçu okulunun çelengini taşıyordum. İnşallah bu son olur'' dedi. TUTUKLANMASINA ÇOK ÜZÜLDÜM Bülent Ecevit'le başbakan olması nedeniyle çok sıkı ilişkilerinin olduğunu belirten Evren, şöyle devam etti: "O kadar saygılı, o kadar hassas bir insandı ki anlatamam. Çankaya'da bir makamı vardı. Sonra konut oldu. Buraya gider konuşurduk. Çıkarken beni kapıya kadar, arabaya binene kadar uğurlamaya gelirdi. Üzülürdüm. 'Yapmayın efendim, çok üzülüyorum bundan' derdim. Dinlemezdi yine yapardı. 12 Eylül döneminde biliyorsunuz, o zamanın parti başkanlarıdır diye onları göndermiştik. O ayrı bir şey. Ben ona kırgın veya kızgın olduğum için bunu yapmadım. Ayrı gayrı yapamazdım. Onun için onu Eceabat'taki yere birlikte göndermiştik. Sevinerek yapmadım. Silahlı Kuvvetler'in aldığı bir karardı. Ama 12 Eylül'den sonraki dönemde siyasi çalışmalara bir süre ara verilmesini istedik. Öyle karar çıkardık. Ona rağmen 12 Eylül yönetimiyle mücadele etmek istedi. Bir mecmua çıkarmak istedi. Dış ülkelerden basın mensuplarına beyanat verdi. O zaman bunlar suç oluyordu. Sıkı yönetim mahkemesi iki ay mahkumiyet verdi. Ben buna da çok üzülmüştüm. Ama yapacak bir şeyim yoktu. Rahmetli Ecevit bundan fazla sıkıntı duymamış ki ben emekli olup ayrıldıktan sonra başbakanlığına gittiğim her seferinde ta merdivenlerde karşılayıp yukarı çıkardı, aynı şekilde yolcu etti. Hayat bu her türlü kırgınlıklar yaşanabiliyor. Sonra iyiye dönüyor. Yani aramızda kırgınlık sıkıntı olmadı.'' Basın mensuplarının "Aranızda önemli bir sıkıntı yaşandı mı?'' şeklindeki soruya Kenan Evden "Aramızda hiç anlaşamadığımız mevzu olmadı. Çok önemli kararlar alındı. Onun döneminde elimden gelen tüm desteği vermeye çalıştım. Çünkü ülke çok sıkıntıdaydı. Beş kuruşa muhtaçtık. Döviz yok. Bir çok maddeler bulunamıyordu' ' yanıtını verdi.
Hüseyin Yeşilkavak Türkiye'nin AB'ye aday ülke kabul edildiği 1999 yılındaki Helsinki Zirvesi'nde, dönemin Yunanistan Başbakanı Costas Simitis'in vefat eden eski Başbakan Bülent Ecevit'e hediye ettiği ve Bursa'ya dikilen zeytin fidanı, barışa uzanan bir ağaç oldu. Dönemin Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Erdoğan Bilenser'in önerisi üzerine Çekirge Caddesi'ndeki Karagöz-Hacivat heykeli yanına dikilen "dostluk fidanı", Ecevit'in dün gece hayata gözlerini yummasının ardından ayrı bir önem kazandı. Sabahın erken saatlerinden itibaren Çekirge Caddesi'nden geçen vatandaşlar, "dostluk fidanı"na bakarak, vefat eden Bülent Ecevit'i yadettiler. Ağacın her iki yanında Türkçe ve Yunanca yazılı tabelalarda, Bülent Ecevit'in, Türk-Yunan dostluğu üzerine 1974 yılında İngiltere'nin Başkenti Londra'da kaleme aldığı "Mavi Büyü" şiirinden, "Aramızda bir büyü, sıcak bir deniz, kıyılarında birbirinden güzel iki milletiz" bölümü bulunuyor. Tabelada ayrıca Ecevit'in zeytin ağacını kabul ederken, bunun Türk-Yunan ilişkilerinde yeni bir dostluk, barış ve işbirliği döneminin başlangıcının simgesi, bu dostluğun da bir zeytin ağacı gibi uzun ömürlü ve verimli olması yönündeki sözleri bulunuyor. -ECEVİT'İN "MAVİ BÜYÜ" ŞİİRİ- Türk siyasetine damgasını vuran Bülent Ecevit'in Türk-Yunan dostluğu üzerine yazdığı "Mavi Büyü" şiiri, Muammer Sun tarafından bestelenmiş ve ilk kez 2000 yılında Bursa Bölge Senfoni Orkestrasının kuruluşu dolayısıyla düzenlenen törende Yunan sanatçılarca seslendirilmişti. "Mavi Büyü", 2002 yılında Bursa Büyükşehir Belediyesince CD'ye aktarılmıştı. Bursa Bölge Senfoni Orkestrasınca seslendirilen şiir şöyle: "Sıla derdine düşünce anlarsın Yunanlıyla kardeş olduğunu, Bir Rum şarkısı duyunca gör Gurbet elde İstanbul çocuğunu, Türkçe'nin ferah gönlünce küfretmişiz, Olmuşuz kanlı bıçaklı, Yine de bir sevgidir içimizde Böyle barış günlerine saklı. Bir soyun kanı olmasın varsın Damarlarımızda akan, İçimizde bir deli rüzgar, Bir havadan Bu yağmurla cömert Bu güneşle sıcak Gönlümüzden bahar dolusu kopan İyilikler kucak kucak Bu sudan bu tattandır İkimizde de günah Bütün içkiler gibi Zararı kadar leziz Bir iklimin meyvasından sızdırılmış Bir içkidir kötülüklerimiz Aramızda bir mavi büyü Bir sıcak deniz, Kıyılarında birbirinden güzel İki milletiz. Bizimle dirilecek bir gün Egenin altın çağı Yanın yarının ateşinden Eskinin ocağı Önce bir kahkaha çalınır kulağına Sonra Rum şiveli Türkçeler O boğazdan söz eder Sen rakıyı hatırlarsın, Yunanlıyla kardeş olduğunu, Sıla derdine düşünce anlarsın." ____________ _______
____________ _______ Bir devir onunla kapandı ''Karaoğlan'' olarak Türk siyasetinin son yarım asırlık dönemine damgasını vuran simge isimlerden, eski Başbakanlardan Bülent Ecevit, Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastanesi'nde vefat etti. Türk siyasetine ''Ak Güvercin'' ve ''Mavi Gömlek'' fenomenlerini kazandıran Ecevit, ''şair'' yanı ve ''zarif üslubuyla'' da siyaset dünyasında farklılığını hep hissettirdi. Bülent Ecevit, 28 Mayıs 1925 tarihinde İstanbul'da doğdu. İstanbul Amerikan Kolejinden 1944 yılında mezun olan Ecevit, üniversiteye devam ederken bir yandan da Basın-Yayın Genel Müdürlüğünde İngilizce çevirmeni olarak çalışma yaşamına başladı. Sınıf arkadaşı Rahşan Ecevit (Aral) ile 1946 yılında evlenen Bülent Ecevit, aynı yıl okulu yarım bırakarak Londra Basın Ateşeliğinde görev aldı. Ankara'ya 1950 yılında dönen Ecevit, Ulus gazetesinde sanat eleştirmenliği, fıkra yazarlığı ve çevirmenlik yaptı. Ulus gazetesi kapanınca Yeni Ulus ve Halkçı gazetelerinde yazmayı sürdüren Bülent Ecevit, 1954 yılında ABD'ye giderek 3 ay Winston Salem Journal gazetesinde çalıştı. Bülent Ecevit, 1957'de Rockefeller bursuyla ikinci kez Amerika'ya gitti. Harvard Üniversitesinde 8 ay Ortadoğu tarihi ve sosyal psikoloji üzerine çalıştı ve aynı yıl yurda döndü. Milliyet gazetesinde de günlük yazılar yazan Ecevit, Forum dergisinin yazı işleri kadrosunda yer aldı. SİYASETE İLK ADIM Ecevit, 12 Ocak 1959'da İsmet İnönü'nün listesinden CHP Parti Meclisi'ne seçildi, 1961-1965 arasında da İnönü hükümetlerinde Çalışma Bakanı olarak görev yaptı. CHP'nin 18 Ekim 1966 tarihinde yapılan 18. Kurultayı'nın ''parlayan yıldızı'' olan Ecevit, önce ''çok genç'' bulduğu için itiraz eden İnönü'nün onayını alarak genel sekreter oldu. Ecevit, artık partinin ikinci adamıydı. Partide 12 Mart Muhtırası'nın ardından kurulan Nihat Erim'in başbakanlığında kurulan hükümete katılıp katılmamak konusu iç tartışmalara yol açtı ve hükümete girilmemesini isteyen Ecevit, 21 Mart'ta genel sekreterlik görevinden istifa etti. GENEL BAŞKANLIK
DÖNEMİ Bu gelişme üzerine 14 Mayıs 1972'de toplanan özel kurultayda, Ecevit, CHP Genel Başkanlığı'na seçildi. Bülent Ecevit, siyaset sahnesinde, 1973 seçimlerinden itibaren ''Karaoğlan'' olarak anılmaya başlandı. Bu seçimlerde CHP, yüzde 33.3'lük oy oranıyla 185 milletvekili çıkardı. Seçimin ardından CHP, MSP ile koalisyon kurarak iktidara gelirken, Bülent Ecevit, 6 Şubat 1974'te ilk kez başbakanlık koltuğuna oturdu. Bu dönemde Kıbrıs Barış Harekatı gerçekleştirildi. Seçim kampanyası döneminde Ecevit için sık sık kullanılan ''Karaoğlan'' ismi, başbakanlığı döneminde yaşanan Kıbrıs olayıyla pekişirken, Karaoğlan'a bir de ''Kıbrıs Fatihi'' eklendi. Kuruluşundan yaklaşık 7 ay sonra, 18 Eylül 1974 tarihinde, Ecevit'in istifasıyla koalisyon hükümeti bozuldu. Partisi, 5 Haziran 1977'de yapılan genel seçimlerde 41.4 oy oranı ile 213 milletvekili çıkaran Ecevit, 21 Haziran 1977'de azınlık hükümetini kurdu ancak 3 Temmuz'da TBMM'den güvenoyu alamadı. Bunun üzerine kurulan 2. Milliyetçi Cephe Hükümetini oluşturan partilerde yerel seçimlerin ardından iç çalkantı doğdu ve milletvekili istifaları yaşandı. Ecevit, cephe hükümetini oluşturan partilerden kopan bağımsız milletvekillerinin de desteğiyle 17 Ocak 1978'de kurulan hükümette 21 ay süreyle yeniden başbakanlık koltuğuna oturdu. İç çatışmalarla boğuşan CHP'nin oyları 14 Ekim 1979'da yapılan ara seçimlerde gerileyince Ecevit, 16 Ekim'de hükümetten istifa etti. HAMZAKOY'DA
''MİSAFİRLİK'' Siyasi partiler 15 Eylül 1981'de kapatılırken, Ecevit 21 Şubat 1981 tarihinde kamuoyunun karşısına, ''Arayış'' dergisinin yayın danışmanı olarak çıktı. Bülent Ecevit, 3 Aralık 1981'de konuşma ve yazı yasağı getiren MGK bildirisine muhalefetten girdiği cezaevinde 2 Şubat 1982 tarihine kadar kaldı. Siyasi yasaklı olan Ecevit, sonraki süreçte de yazıları ve demeçleri nedeniyle sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı ve bir süre cezaevinde yattı. DSP SÜRECİ ''12 Eylül döneminde yoğun bir demokrasi mücadelesi verdik. Mücadelenin güçlüklerini göze almayanlarla yollarımız ayrıldı ve DSP'yi kurduk. Ben o sırada yasaklıydım. Partinin kuruluşuna Rahşah Ecevit öncülük etti. Çok zor koşullarda genel başkanlığı üstlendi. Rahşan Ecevit'in, kurucusu olduğu Köylü Derneklerinden gelen örgütlenme deneyimi vardı. O deneyimi DSP'ye aktardı. Paramız yoktu... Fazla bir desteğimiz de yoktu. Ama azmimiz vardı. Rahşan Ecevit, iki odalı bir bodrum katında, bir avuç arkadaşıyla görevi başladı. İğneyle kuyu kazarcasına çalışarak, partinin sağlam bir zeminde güçlenmesine ve doğrultu tutarlılığına ödünsüz özen gösterdi. Bu davranış da giderek DSP'yi halkın güvenini kazandırdı.'' ECEVİT, DSP'NİN
GENEL BAŞKANI Bülent Ecevit, 20 Ekim 1991'de 12 Eylül'den sonra ilk kez Zonguldak Milletvekili olarak TBMM'ye girdi. DSP'nin oyları 24 Aralık 1995 tarihinde yapılan erken genel seçimde yüzde 14.64'e, milletvekili sayısı 76'ya yükselirken; Ecevit, 30 Haziran 1997 tarihinde ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz başkanlığında kurulan koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı. Koalisyon hükümetinin gensoruyla düşürülmesinin ardından, Bülent Ecevit, 11 Ocak 1999'da DSP azınlık hükümetini kurarak 4. kez başbakan oldu. Partisinin 18 Nisan 1999'da yapılan seçimlerden yüzde 21.71 oy oranıyla birinci parti olarak çıkması üzerine hükümeti kurmakla görevlendirilen Bülent Ecevit, 28 Mayıs 1999'da kurulan DSP-MHP-ANAP koalisyonunda yeniden başbakanlık koltuğuna oturdu. Bu dönemde sağlık sorunlarıyla ilgili zaman zaman spekülasyonlar yapılan Bülent Ecevit, 4 Mayıs 2002'de rahatsızlanarak hastaneye kaldırıldı. Tedavisi aralıklarla sürdü. Ecevit'in rahatsızlığı sırasında hükümete yönelik tartışmalar ve erken seçim talepleri de siyasi gündeme damgasını vurdu. Bu tartışmalar parti içine de yansıdı. Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan'ın 8 Temmuz'da görevinden ve partiden istifasını yeni istifalar izledi. İstifalarla koalisyon hükümeti TBMM'deki sayısal desteğini yitirirken, erken seçim kararı alındı ve 3 Kasım 2002'de yapılan erken genel seçimlerde yüzde 1.22 oy alan DSP, parlamento dışında kaldı. AKTİF SİYASETE SON DSP 6. Olağan Büyük Kurultayı'nda 1954 yılında CHP Çankaya Gençlik Ocağı'na üye olarak başladığı aktif siyasi yaşamına son veren Bülent Ecevit, o tarihten sonra da yaptığı bazı açıklamalarla gündem yarattı. 18 Mayıs 2006 tarihinde geçirdiği beyin kanamasının ardından GATA'ya kaldırılan Bülent Ecevit, uzun süren tedavi sürecinin ardından bugün yaşamını yitirdi. ŞAİR VE YAZAR
ECEVİT Kendi yazdığı şiirleri de kitap halinde yayınlayan Ecevit'in şiirleri Almanya, Sovyetler Birliği, Romanya, Yugoslavya, danimarka ve İsveç'te yayınladı. Şair kimliğiyle yazdıklarını Şiirler, Işığı Taştan Oydum, El Ele Büyüttük Sevgiyi adlı üç kitapta toplayan Ecevit'in siyasi kitaplarından bazıları ise şöyle: Ortanın Solu, Bu Düzen Değişmelidir, Atatürk ve Devrimcilik, Kurultaylar ve Sonrası, Demokratik Sol ve Hükümet Bunalımı, Demokratik Solda Temel Kavramlar ve Sorunlar, Dış Politika, Türkiye/1965- 1975, Umut Yılı: 1977. ''ÖZGÜRLÜĞÜ
YİTİRDİK DOSTLAR'' ''özgürlüğü yitirdik dostlar ardından bir çift sözüm var havaya benzerdi biraz varlığı duyulmazdı özgürlüğün yokluğu dayanılmaz 'saklamayın' derdi özgürlük 'beni kendinize esirgemeyin beni ellerden esirgendikçe tükenirim çünkü paylaşıldıkça çoğalırım ben' oysa kendimize kalsın diye özgürlük ona bahçelerde duvarlar ördük uçup gitti kuş misali bahçelerden ne eller gördü hayrını ne biz gördük 'yurttaşlar' derdi özgürlük 'bu devleti sizler yöneteceksiniz el ele yaşatabilmek için beni yaşayabilmek için benimle' oysa dünyalarımız öylesine küçüktü devlet öylesine büyük yönetilmek öylesine rahattı yönetmek öylesine yük'' 06.11.2006 00:05:00
MUSTAFA BÜLENT ECEVİT
http://dosyalar. hurriyet. com.tr/ecevit/ kimdir.asp
SİYASETTE BİR ÖMÜR (1954 -
2002)
http://dosyalar. hurriyet. com.tr/ecevit/ siyasette. asp
Karaoğlan Efsanesi
"Ecevit" denilince aklınıza ilk gelen kelimeyi
sorsak, ama hiç düşünmeyecek ve hemen, o anda
zihninizde beliriveren ilk şeyi söyleyeceksiniz
desek, nasıl cevaplar alırdık? Bu, cevabı hem
kolay hem de zor, çetrefil bir soru... Bir kere,
bu soruyu sorduğunuz zaman dilimi ve kime
sorduğunuz önemli... Soruyu 1940'larda Robert
Kolej'de okuyan bir öğrenciye sorduğunuzda
cevabı "Bizim Eco" olacaktır. Çünkü kolej
yıllarında Ecevit okulun ilk zamanlarındaki
çekingenliğinden bir parça sıyrılmış, yakın
arkadaşları tarafından "Eco" diye çağrılmaya
başlamıştır. Peki ya zamanda bir sıçrama yaparak
1940'lardan 2002'ye gelsek, soru yine Ecevit
olsa ve bunu bir gazeteciye sorsak? Hiç şüphe
yok ki, muhtemel cevaplardan biri "hasta"
olacaktır... Ecevit'in zamandaki bu iki nokta
arasında yürüdüğü yol boyunca yaşadığı
değişimler, zihnimizde yol açtığı çağrışımları
da değiştirmiş, çeşitlendirmiştir.
Klasik -belki de klişe- tabirle Türkiye'nin siyasi hayatına damgasını vuran Ecevit, ülkenin kaderinde rol oynayacak aktörlerden biri olarak sahneye çıktığı 1957'den beri toplumun farklı kesimleri tarafından çok çeşitli ifadelerle tanımlandı: "Halkçı Ecevit", "Karaoğlan", "Bir Bölen", "Kıbrıs Fatihi", "Romantik", "Mütevazi"... Bu liste uzayıp gidebilir ancak bu yazının sınırlarını onun "sosyolojik" olarak algılanışı belirlemektedir. Toplum için ne ifade ettiğine bakarken de amacımız siyasi kimliğini değil, kişi olarak ve temsil ettiği değerler bakımından nasıl algılandığını yansıtmak olacaktır. NEDEN KARAOĞLAN? Ecevit için kullanılan ve belki de en akılda kalan tanımlamalardan biridir Karaoğlan... 1973 seçimlerinde CHP'nin seçim kampanyası sırasında ortaya çıkan Karaoğlan'ın hikayesi "Ecevit Olayı" kitabında ( yazarı Kayhan Sağlamer) şöyle anlatılır: Sivas'ın Yıldızeli ilçesinde elinde bastonu iki büklüm bir nine CHP'nin seçim otobüsüne yanaşır. Başında beyaz örtüsü, ayağında lastik pabuçları olan yaşlı kadın "Karaoğlan nirede ha evlatlar, Karaoğlan'ı görmek istiyom" diye sorar ama gazeteciler pek yüz vermez, "İşte orada" diye CHP ilçe merkezini gösterirler. Nine, sessiz ve buruk bir şekilde uzaklaşır. Karaoğlan lakabını önce öenmsemeyen gazeteciler sonra kadının Ecevit'i kastettiğini anlar, birbirlerine anlatırlar. CHP'liler de bu lakabı benimser, seçim kampanyalarını n bir parçası olarak kullanmaya başlar. Artık Bülent Ecevit tüm Türkiye'de Karaoğlan olarak anılmaya başlamıştır. Ecevit de kaynağı halk olan bu lakabını çok sever, benimser... Türkiye'de 1970'lerde siyasette bugünkünden farklı olarak kesin sınırlar vardır. İnsanlar politik görüşlerini tıpkı futbol takımı tutar gibi yansıtır, destekledikleri politikacıları n posterlerini evlerinin, dükkanlarının duvarlarına asarak "sağcı mı solcu mu" olduklarını gösterir. Ecevit'in Karaoğlan posterleri de o dönemde CHP taraftarlarını n duvarlarını süsler. Halk türkülerinde hikayeleri anlatılan kahramanların isimleri andıran "Karaoğlan" lakabıyla Ecevit, halka onlara yakın olduğunu hatta onlardan biri olduğunu bir çırpıda anlatmanın kolay yolunu bulmuş gibidir. Nitekim halk Karaoğlan'ı tuttuğunu sandıkta gösterir ve CHP seçimlerden yüzde 33.3 oy oranıyla birinci parti olarak çıkar. Aslında Ecevit'in halkçı kimliği 1963'te Çalışma Bakanı olarak görev aldığı sıralarda şekillenmeye başlar. Halkın önemli bir bölümünü oluşturan işçilere, özgür sendika hakkı, grevli, toplu sözleşmeli sendikacılık yapma hakkını veren yasalara imza atan Ecevit, halktan yana olduğu mesajını ilk olarak bu icraatlarıyla verir. KIBRIS FATİHİ Ecevit'in yaşlı bir kadından aldığı Karaoğlan ismi, bir yıl sonra başbakanlığı döneminde yaşanan Kıbrıs olayıyla pekişir, Karaoğlan'a bir de Kıbrıs Fatihi eklenir. CHP tek başına iktidar olamadığı için Erbakan'lı MSP'yle koalisyon hükümeti kurar ve Karaoğlan başbakan olur. 1974 yılının Temmuz'unda Kıbrıs'ta Enosis idealinin temsilcisi Sampson'un yönetime gelmesi üzerine Ecevit, Türkiye'nin Kıbrıs'taki çıkarlarını korumak için harekete geçeceğini açıklar. Başbakan, ülkenin bu konudaki tutumunu anlatmak için İngiltere'ye gider ancak İngilizler Türkiye'nin ortak müdahale teklifini reddeder. ABD gelişmeler üzerine devreye girer ve dışişleri bakanlığı temsilcisini Ankara'ya gönderir. Görüşmelerde Türkiye müdahale kararında ısrarlı olduğunu vurgular. Ve sonunda 20 Temmuz 1974'te tarihi Kıbrıs Çıkarması yapılır. Halkın büyük desteğiyle gerçekleşen harekatla ilgili olarak radyoda konuşan Ecevit, amaçlarının savaş değil barış olduğunu söyler ve yalnız Türklere değil Rumlara da barış getirmek üzere Ada'ya gittiklerini belirtir. Harekat sırasında Rumlar Ecevit'i "Sessiz Kurt" olarak tanımlayarak sakin ve barışcıl görünen Ecevit'in kararlılığına adeta övgüyle karışık bir gönderme yaparlar. İngiltere ve ABD'nin harekat yapmama konusunda ikna edemediği Ecevit, tarihi bir karara imza atarak, artık Karaoğlan'ın yanısıra Kıbrıs Fatihi, Mücahit Ecevit olarak da anılmaya başlar. Bu kez "Ecevitçi" evlerin başköşesinde Türk bayraklı Karaoğlan posterleri vardır. MSP ile anlaşmazlıklar yaşayan Ecevit, Kıbrıs zaferiyle esmeye başlayan olumlu rüzgarı kullanmak için erken seçime gitmek ister ve rakipleri tarafından "Kıbrıs'ı sandığa taşımak"la suçlanır. KUYRUKLAR VE ECEVİT "Umudumuz Karaoğlan" sloganlarıyla hükümeti kuran Ecevit, 1974'ün sonbaharında istifa eder. İstifa sonrasında pek çok siyasi gelişme yaşanır ve partiler bir türlü istikrarlı bir hükümet kurmayı beceremez. Artık muhalafette olan Ecevit'in arkasına aldığı Kıbrıs rüzgarı pek de uzun soluklu olmaz. Ecevit muhalefetteyken Demirel'in liderliğinde kurulan 1. Milliyetçi Cephe (MC) hükümetine ağır eleştiriler yöneltir. Demirel'in ve hükümetinin "cephe" ismini seçerek kavgadan yola çıktığını söyler. 1977 seçimlerinde CHP birinci parti olur ama yine hükümeti kuracak sayıya ulaşamaz. Ecevit sonunda bir azınlık hükümeti kurmayı başarır ama halk huzursuz ve tedirgindir. Ecevit'in ikinci kez başbakan olduğu dönemde sağ-sol gruplar arasında yaşanan çatışmaların artmasının yanısıra ülkede ekonomik sıkıntılar iyiden iyiye kendini göstermeye başlar. Benzin sıkıntısı, bakkalların önünde uzayıp giden yağ, şeker kuyrukları Karaoğlan umudunu boşa çıkarmış gibidir. Halk arasında bugün de zaman zaman dile getirilen "Ecevit ne zaman başa geçse ülke kötüye gidiyor" söylentisi yayılmaya başlar. Şüphesiz o günün kötü koşullarından tek başına Ecevit sorumlu değildir ama bu, vatandaşın Ecevit ile kuyruklar arasında bu türden bir ilişki kurmasına engel olmaz. "Halkçı Ecevit" halkın şikayet ettiği isimlerin başında gelir. Bugün 80 sonrasında doğan kuşaklara masal gibi gelen kuyruklar dönemi Ecevit'le (aslında biraz Demirel'le de...) özdeşleşir. TEK ADAM Sonunda 12 Eylül olur. Burada uzun uzun anlatmaya gerek olmayan gelişmelerden sonra Ecevit artık yasaklı bir siyasi figür olarak DSP'nin temellerini atmaya başlar. Tabii eşi Rahşan'la birlikte... Darbe sonrası "misafir edildikleri" Hamzakoy'da Ecevit'ler herşeye sıfırdan başlamaya karar verirler. Ve bugün bile Ecevit'ten sonra neler olacağına dair net bir senaryonun ortaya konamadığı Demokratik Sol Parti'yi kurmak için tek başlarına yola koyulurlar. DSP'nin kuruluş dilekçesi Rahşan Ecevit tarafından 14 Kasım 1985'te verilir. Siyasi yasaklar kalkıp Bülen Ecevit genel başkan olduğunda Rahşan baştan beri yürüttüğü parti işlerine devam eder. Kendi aralarında "hükümet işleri Bülent'in, parti Rahşan'ın" şeklinde yaptıkları işbölümü değişmeden sürüp gider. Ecevit'ler partinin amblemi olarak gök mavisi zemin üzerinde beyaz güvercini seçerler. Barışın simgesi olan beyaz güvercin, Ecevit'in en başından beri taşıdığı insancıl, barışcıl kişilik özelliklerinin de simgesi olur. 1970'li yıllarda giydiği uçuk mavi gömleğiyle meydanlarda kendisini umut olarak gören halka seslenen Ecevit'in yeni partisinin rengi o günlere özlemin bir ifadesidir sanki... O dönemde halk arasında "Ecevit mavisi" olarak anılan gök mavi, 1980'lerin ortasında Türk siyasetinin yeni renkleri arasına girer. Ecevit'ler, kuruluşundan bugüne DSP'nin yönetiminde tek söz sahibidir. Ecevit CHP tecrübesinden sonra partideki hakimiyetin eşi ve kendisinde olduğunun altını çizmek için parti kuruluşunda CHP'deki isimlerden uzak durmaya çalışır, yeni isimlerle yola çıkar. ROMANTİK ŞÖVALYE DSP Eylül 1986'daki ara seçimlerde ilk sınavını verir. Ecevit o dönemde yaptığı bir konuşmada "Beni tek başına romantik şövalye gibi görenler, gelip de şu meydanda görsünler" diyerek, kendisini solu bölmekle ve hayaller peşinde koşmakla suçlayan çevrelere cevap verir. Ecevit bir yandan da artık eski arkadaşlarıyla yollarını ayırdığının altını çizer. Ecevit'in o zaman seçtiği yalnızlık onun kişiliğinin de en önemli özelliklerinden biri olur. Etrafında gerçekten yakın kimsenin olmayışı bir yönüyle eleştirilir belki ama ailesine, yakınlarına çıkar sağlayan politikacılardan yakınan halk, "Ecevit yemez, kimseye de yedirmez" diye formüle ettiği dürüstlüğünü hep takdir eder. BİR BÖLEN ECEVİT Ecevit 1986'daki ara seçimlerden beklediği sonucu alamaz. Seçim sonrası solu bölmekle suçlanan DSP'nin genel başkanı Rahşan Ecevit, diğer sol partilerle birleşmeyi reddeder. Kamuoyunda aile partisi görüntüsü giderek yerleşen DSP'de bazı muhalif sesler parti içinde demokrasi olmadığından yakınmaya başlar. Muhaliflerden Celal Kürkoğlu "Ecevit tanrı değildir. Tanrısal yetkileri de yoktur. Yaptıkları hatadır, hesabını halkımıza ve yargı organlarına verecektir" diyerek Ecevit'in mutlak hakimiyet surlarında gedikler açmaya çalışır. Kamuoyunda ses getiren bu çaba Ecevit'leri pek fazla etkilemez. 1987'deki referandumla siyasi yasağı kalkan Ecevit DSP'nin genel başkanı olur. MÜTEVAZİLİK VE SADELİĞİN SEMBOLÜ Belki de bu noktada artık Ecevit'in genel başkanlığı döneminde Türkiye'de yaşanan siyasi gelişmeleri, seçimleri, solda birlik tarışmalarını, kurduğu koalisyon hükümetlerini, başbakanlığını bir kenara bırakarak onun bir insan olarak ve temsil ettiği değerler açısından nasıl göründüğüne değinmek yerinde olur. Ecevit'in eşiyle birlikte sürdürdüğü günlük hayat tek kelimeyle "sade"dir. 1970'li yıllarda seçim kampanyaları için Anadolu'yu gezen Bülent Ecevit'in yanında parti işlerine koşturan sade giyimli, makyajsız kadını görenler, onun bir parti liderinin eşi olduğuna inanmakta güçlük çeker. Başlangıçta şaşırılan hatta yadırganan bu sadelik zamanla onları en sert şekilde eleştirenlerin bile takdir ettiği olumlu bir özellik olarak algılanır. Siyasetçi-yolsuzluk ilişkisine sıkça rastlanan ülkemizde bir parti lideri ve eşinin siyasi yaşama nasıl başladılarsa öyle sürdürmeyi başarmaları sık sık dile getirilen bir farklılık olarak göze çarpar. Ecevit'in sadeliği giyim tarzında da kendini gösterir. Kışın hiç vazgeçmediği kasketi, tıpkı gök mavisi gömleği gibi Ecevit'in alamet-i farikalarından biri olur. Ecevit kasketi, gençliğini 70'lerde yaşamış kuşağın bir bölümünün gardırobunda yerini alır. Ecevit'in adını verdiği bir başka şey de bıyık şeklidir. 70'li yıllardan beri değişmeyen "Ecevit bıyığı" stili o dönemde yine pek çok genç tarafından taklit edilir. Tatillerini Ankara'da geçiren, başbakanlığı sırasında yerli makam arabasına binmekte ısrar eden (bu yüzden de bazen eleştirilen), yazılarını daktilosunda yazmaktan vazgeçmeyen ve bilgisayarla hiç tanışmayan, kendisini en sert şekilde eleştirenlere bile nezaket kuralları dışına çıkmadan yanıt veren biridir Ecevit'tir.. . Siyasetçiye çoğu zaman yüklenen "baba" imajı Ecevit için geçerli değildir. Bunun çocuk sahibi olmayışıyla da pek ilgisi yoktur, nitekim Demirel de çocuksuz bir liderdir ama yoktur ama "baba" denilince akla ilk onun adı gelir. Ecevit ise daha farklı bir yerde durur vatandaşın gözünde, en çok bağlanıldığı dönem olan 70'lerde aileden biri değil de Karaoğlan kimliğiyle ve bir tür "kahraman" olarak karşımıza çıkar. Tekrar umut olmaya çalıştığı 1980'lerde, 90'larda ise kahramanlıktan uzaktır artık ama aileden biri olmaya da yakın değildir. Hem zaten onun bir ailesi vardır : Rahşan. Eşi Rahşan, Ecevit'in hayatındaki en önemli isimdir. Uzun bir yolu birlikte yürüyen ikili, her zaman birbirlerini tamamlayan, uyumlu bir çift olarak görünür. Parti ve ev işlerini kimseye bırakmayan Rahşan Hanım'ın Ecevit'in üzerinde çok büyük etkisi olduğu aşikardır hatta bu etki zaman zaman aslında her konuda son kararı Rahşan Hanım'ın verdiği izlenimini bile yaratır. Kendilerini ülkelerine adadıklarını her fırsatta dile getiren çiftin birbirlerine de özel bir düşkünlükleri vardır. Ecevit hapse girdiği yıllarda, umutsuzluğa kapılan Rahşan Hanım'ı mektup ve şiirleriyle cesaretlendirir. Rahşan Hanım da özellikle son bir iki yıldır artan Ecevit'in sağlık durumuyla ilgili eleştirileri göğüsler, "ona çok iyi baktığını" söyler. HASTA ECEVİT Ecevit'in siyasi hayatı, son dönemde giderek artan sağlık problemleri nedeniyle tartışılır hale gelir ve "artık çekilmeli" diyen sesler çoğalır. "Ülkenin içinde bulunduğu koşullar gereği çekilemem" diyen Ecevit aslında geçmişte siyaset dışı hayata duyduğu özlemi dile getiren ilginç bir şiire imzasını atmıştır. 1964 tarihli eşi Rahşan'a yazdığı "Yapamadığımız" adlı şiirde, "evrenin derdini kapını dışında bırakmanın, Rahşan Hanım yün örerken karşısında polisiye roman okumanın" özlemini anlatır. O dönemdeki dileği "vaktinde ve rahat uyuyabilmektir" ancak geçen yıllar Ecevit'e bu özlemi unutturmuş, yoğun siyaset gündemi de rahat uykulara pek izin vermemiştir. *Yararlanılan Kaynak : Bir Karaoğlan Hikayesi: Bülent Ecevit - Süleyman Kurt (Birey Yayıncılık) 2002 ___________ _______
ŞİİR TUTKUSU
Nazan MENGÜ
"Siyasette güçlü olabilmek, kişiliğini
yitirmemek, yengiyle başı dönmeyecek, yenilgiyle
de yıkılmayacak kadar az bağımlı olunmalıdır
siyasete" diyen Bülent Ecevit, sadece bir
siyaset adamı değildi. Yüzlerce şiire imza atmış
bir şair. Eliot, Tagore ve Ezra Pound'un
eserlerini dilimize kazandıran bir çevirmen.
Mozart'tan, klasik Türk müziğine, notaların
büyülü dünyasında gezinmekten keyif alıyordu.
Bir tabloyu ya da bir yontuyu saatler boyu
heyecan duyarak izliyordu. Bütün bu iktidar
mücadelelerinin yanı sıra onu yakından
tanıyanların deyimiyle "ressam annesi Nazlı
Hanım'ın zarif, ince ruhlu oğlu o".
Bu bölüm, Faruk Bildirici'nin "Kuzum Bülent, Ecevit'e Aileden Mektuplar" adlı kitabı, Doğan Hızlan'ın 15 Şubat 1998 tarihli Hürriyet Gazetesi'nde yayınlanan "Rahşan çiçek suluyor ben şiir yazıyorum" başlıklı söyleşisi ve Hürriyet arşivinin yanı sıra internet ortamındaki Bülent Ecevit ile ilgili kaynaklardan derlenmiştir.
BAŞBAKANDAN ŞAİR OLMAZ
"Bir bardak çay, bir yaprak kağıt, bir kurşun kalem ve şiir kitabı... İşte Bülent'in en sadık arkadaşları... " Robert Kolej'den sınıf arkadaşı Dimitri Andriadis, öğrenci Bülent Ecevit'i işte bu cümlelerle anlatıyor. Spor ya da matematikle arası pek iyi olmayan bu edebiyat tutkunu, sakin ve zarif genç, belki de siyasete girmemiş olsaydı, ülkenin önde gelen şair ve çevirmenlerinden biri olarak anımsanacaktı. Ama dedesi ve babasının da etkisiyle siyasete yöneldiği hatırlanınca; ister istemez arkadaşı Can Yücel'in o sözünü sakınmayan üslubuyla yaptığı eleştiri geliyor akla: "Başbakandan şair olmaz/ İyi şair başbakan olmaz..." Genç Ecevit'in, sadece edebiyata değil sanatın diğer dallarına olan tutkusunun kaynağı, Sanayi-i Nefise Mektebi mezunu olan (bugünkü Güzel Sanatlar Fakültesi) annesi ressam Nazlı Ecevit. Tıpkı annesi gibi çocukluğundan beri resim yapan ve şiir yazan Ecevit, eşi Rahşan Hanım'ı da Robert Kolej'de bir resim yarışması sırasında tanır zaten. Her ne kadar yaşamını siyaset üzerine kursa da sanat tutkusundan asla vazgeçmez. Evlendikten sonra Rahşan Hanım'la birlikte İngiltere'ye giden Bülent Ecevit, Londra Üniversitesi' ne kaydını yaptırır, aynı zamanda Basın Ataşeliği'nde de çalışmaya başlar. Bu arada da çift, 80 sterlinlik maaşlarının büyük bölümünü müze, galeri, tiyatro, sinema ve kitabevlerine yatırınca ekonomik güçlüklerle karşılaşır. İLKOKUL'DA ATATÜRK İÇİN ŞİİR YAZDI Beşiktaş Valideçeşme'deki Pembe Köşk'te 28 Mayıs 1925 günü, ressam Nazlı Ecevit ile Adli Tıp Doktoru Fahri Ecevit'in tek çocuğu olarak doğar Bülent Ecevit. Küçük Bülent henüz 1 yaşındayken de aile Ankara'ya yerleşir. Baba Ecevit, Ankara Hukuk Fakültesi'nde Adli Tıp Profesörü olur, aynı zamanda Jandarma Meslek Mektebi ile Polis Enstitüsü'nde derslere de girmeye başlar. Politikayla yakından ilgilenen Fahri Ecevit, CHP'ye de üye olur. Ailenin İstanbul'dan Ankara'ya taşınmasından sonra yıllar geçer. Nazlı ve Fahri Ecevit'in tek çocuğu Bülent, ilkokul çağına gelmiştir. 1931 yılında, Ankara Mimar Sinan İlkokulu'na başlar. İşte Bülent Ecevit'in edebiyata özellikle de şiire olan ilgisi daha bu yıllarda ortaya çıkar. İlk şiirini henüz ilkokula başladığı yıl yazar Ecevit. "Atatürk" adını verdiği bu şiiri okul müsamerelerinde, anma törenlerinde okur. Kendi deyimiyle "şiirden sonra aldığı alkışlar çok hoşuna gider" küçük Bülent'in. En az şiir kadar sevdiği başka bir şey daha vardır Bülent Ecevit'in: Adapazarı'nda Alay Komutanı olan dedesi Albay Mehmet Emin Bey'in yanına gidip ata binmek. Bülent Ecevit, 1936 yılında ilkokuldan mezun olur. Ailesi onun daha iyi bir okulda öğrenim görmesini ister, ancak mali güçleri Ankara Erkek Lisesi'nin orta bölümüne kaydettirmeye yetecektir o anda. Genç Bülent, bu okula bir yıl devam eder. Ardından ailesinin ekonomik durumunda bir rahatlama olunca, daha iyi bir eğitim alması için İstanbul'a gönderilir. Robert Kolej'e kaydını yaptırır genç Bülent. İngilizcesi yeterli düzeyde olduğu için iki yıl olan hazırlık sınıfını bir yılda geçer. BİR BARDAK DEMLİ, ŞEKERSİZ ÇAY Bu arada ailesinin, doğal olarak da ülkenin ekonomik gerçekleriyle bir kez daha yüzleşir genç Bülent. Yatılı okumak çok pahalıdır. Bu yüzden Madam Lusi'nin evine pansiyoner olarak yerleşir. Kaldığı bu rutubetli küçücük oda için 50 lira kira öder genç Bülent. Daha sonra da edebiyat hocası Feridun Nigar'ın Rumelihisarı sırtlarındaki Boğaz manzaralı üç katlı ahşap yalısına yerleşir, üstelik de 25 lira kirayla. Bülent Ecevit'in, demli şekersiz çay içme alışkanlığı, mumum titrek ışığında şiirler yazdığı bu yıllara dayanır. Şeker sevmediğinden değil, İkinci Dünya Savaşı'nın zor koşullarında karneyle bile şeker bulmak zor olduğundan bunu tercih eder Ecevit. Çevresinde, "zarif bir genç" olarak tanınan Bülent Ecevit, bir yandan edebiyat ve resimle uğraşırken bir yandan da okuluna devam eder. Dersleri aksatmaz. Ama öyle dikkati çekecek bir başarısı da yoktur. Öğretmenlerinin deyimiyle "ne iyi, ne kötü bir öğrencidir." Sürekli okur. Edebiyat her zamanki gibi en büyük tutkusudur. Tercüme de ikincisi. Ama, diğer notları, özellikle de matematik ve fizik, pek iyi değildir genç Bülent'in. Okul yaşamı boyunca tam bir "sanatçı" gibidir Bülent Ecevit. Herhangi biriyle, değil yumruk yumruğa kavga etmek, yüksek sesle tartıştığı bile seyrek görülür. Çok sinirlendiği zaman sağ gözü iradesi dışında hızla açılıp kapanır. İleriki yıllarda siyaset alanında zorluklarla karşılaşıldığı zaman da görüleceği gibi. O yıllarda, sigara içmeyen, kızlı erkekli partilerden uzak duran, şiir ve tercümelerle renklendirdiği dünyasında yaşayan bir gençtir Bülent. Esmerliği nedeniyle önce 'Hacı' sonra da 'Eco' diye çağrılan genç Bülent, 1941 yılında henüz lise öğrencisiyken Tagore'un "Gitanjali" adlı şiirini çevirir. Bu çeviri, Ahmet Sait Basımevi tarafından yayınlanır. Bundan iki yıl sonra, 1943'te Atatürk büstünün açılışında Mustafa Kemal için yazdığı şiiri okur genç Bülent. Aynı yıl Tagore'un "Avare Kuşları"nı da dilimize çevirir. Bülent Ecevit edebiyat dünyasına "Hep bu Topraklar" adlı dergideki şiirleriyle girer. Tagore'un yanısıra T.S. Elliot'dan da çeviriler yapar. Ecevit'in edebiyat tutkusu onu Robert Koleji'nin edebiyat dergisi "İzlerimiz"in baş yazarlığına kadar getirir. MAVİ İLE BAŞLAYAN AŞK Bu arada Bülent Ecevit'in babası Fahri Ecevit, CHP'nin milletvekili adayı olarak Kastamonu'dan genel seçimlere girer ve kazanır. Artık milletvekili oğludur genç Bülent. İşin aslı babasıyla arası çok da iyi değildir Bülent'in. Sürekli içmesine, küfürlü konuşmasına kızar. Hırslı ve tuttuğunu koparmaya alışkın babasının değil, sakin ve dingin sanatçı annesinin oğludur o. "İzlerimiz" dergisinde başyazarlık yaptığı 1943- 44 yılları genç Bülent'in hayatında bir dönüm noktası olur. Derginin düzenlediği resim yarışmasında Rahşan Aral ile tanışır. Genç Rahşan, Bülent Ecevit'in annesi Nazlı Hanım'ın Ankara Kız Lisesi'nden de öğrencisidir. Rahşan Aral, derginin düzenlediği yarışmada, "Cebeci" adlı resmiyle birinci seçilir. Bülent'in en sevdiği renk mavidir. Genç Rahşan da birincilik ödülü kazanan resminde maviyi ağırlıklı olarak kullanmıştır. Sözün kısası genç Rahşan, ilk olarak "mavi" renk ile dikkatini çeker Ecevit'in. "Mavi" renk tutkunu iki genç, Rahşan ve Bülent, Robert Koleji'nin kız bölümü ile ortak olarak sahneye konulacak olan "Doktor Faust" adlı eserin provalarında karşılaşırlar. Bülent, Rahşan'ı ilk kez yakın arkadaşı Altemur Kılıç'ın yanında görmüştür. Çok heyecanlanır. Altemur'a onunla tanışmak istediğini söyler. Okul arkadaşlarıyla birlikte gittikleri piknikte birbirlerine aşık olduklarını anlarlar. Genç Rahşan Aral'ın babası Namık Zeki Aral, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde hocadır, aynı zamanda "Ulus", "Yeni Ulus" ve "Halkçı" gazetelerinin de yazarlarından. 1944 yılında Rahşan ile Bülent liseden mezun olup, Ankara'ya ailelerinin yanına dönerler. Bülent Ecevit babasının isteği üzerine Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne kayıt yaptırır. Ama sadece üç ay okur burada. Daha sonra Basın-Yayın Genel Müdürlüğü'nde tercüman olarak çalışmaya başlar. Bu arada Hukuk Fakültesi'ni bırakıp İngiliz Filolojisi'ne kaydını yaptırır. MAAŞININ ÇOĞUNU MÜZELERE, TİYATROLARA YATIRDI Basın-Yayın Genel Müdürlüğü'ndeki Nuri Eren, Londra Basın Ataşeliği'ne tayin edilince kendisiyle birlikte gelmesini teklif eder. Bu arada, Rahşan Aral, Amerikan Haberler Merkezi (USİS)'inde çalışmaya başlar. Rahşan ve Bülent, 1946 yılının 22 Ağustos'unda saat 16:00'ta çocuk Esirgeme Kurumu Salonu'nda yapılan sade nikahla evlenip Londra'ya giderler. Bülent Ecevit, Londra Üniversitesi' ne kaydını yaptırır. Londra Basın Ataşeliği'nde göreve başlar. İngiltere günleri ekonomik olarak sıkıntılı geçer Ecevit çiftinin. O dönemde 80 sterlin maaş alan Bülent Ecevit ve eşi Rahşan Hanım, maaşlarının büyük bölümünü sanat etkinliklerini izlemek için harcarlar. Tate ya da National Art Gallery'ye gidip ünlü tabloları saatlerce seyrederler. Charring Cross Road'daki kitapçıların müdavimi olurlar. O dönem Londra'da sahnelenen hemen hemen bütün oyunları izlerler. Bu sanat aşkı Ecevit çiftinin bütçesini epey sarsar. Bir süre sonra yiyecek almak için para bulmakta bile zorlanmaya başlarlar. İşte bu dönemde yaşanan sıkıntılar Rahşan Hanım'ın sinirlerinin bozulmasına neden olur. Bu olup bitenler Bülent Ecevit'i de etkiler. Sigara ve içkiye başlar. Neyse ki Ecevit çiftinin ekonomik krizi uzun sürmez. Bir süre sonra Bülent Ecevit, Londra Üniversitesi' nde önce "Sankskrit ve Bengal" dillerine devam eder daha sonra da sanat tarihi derslerine. Sonuçta iki okulu da bitirmez Ecevit. GAZETECİ ECEVİT 1949 yılında Ecevit çiftinin yaşamı da değişir. CHP Hükümeti'nin Başbakan Yardımcısı olan Nihat Erim'in yardımıyla Bülent Ecevit partinin yayın organı oyan Ulus Gazetesi'nde çalışmaya başlar. Ecevit'in gazetecilik mesleğindeki ilk görevi çok sevdiği tercüme işiyle örtüşür. Associated Press Ajansı'ndan gelen haberleri Türkçe'ye çevirir Ecevit. Ulus gazetesinde; tercümanlığın yanı sıra sekreter yardımcılığı da yapar. Bir ara CHP'nin sol kanadında bulunan gazeteci Mehmet Barlas'ın babası Sait Barlas'ın, Pazar Postası'nda sanat eleştirileri yazar. Pazar Postası'nın mizah sayfası "Ciddiyet"i o dönemdeki en yakın arkadaşı Çetin Altan'la birlikte hazırlar. Bu arada Rahşan Hanım'da eşi gibi gazetecilik mesleğine girer. Bülent Bey, "Ulus" gazetesinde çalışırken Rahşan Hanım da Altemur Kılıç'ın çıkardığı haftalık siyasi dergi "Devir"de çalışır. Gazeteci Bülent Ecevit, Türkiye'ye döndükten 9 ay sonra, İngiltere Dışişleri Bakanlığı'ndan davet alarak tekrar bu ülkeye gider ve 12 gün kalır. Bu gezisinde "Avrupa Sosyalizmi"ni inceler. Bülent Ecevit bu arada Balgat'ta Genelkurmay Haber Başkanlığı Protokol Şubesi'nde 32. Dönem Asteğmen olarak vatani görevini yapar. Bu arada Bülent Ecevit'in gazetecilik mesleğine profesyonel olarak adım attığı "Ulus" gazetesi kapanır. Ecevit bu kez Halkçı gazetesinde dış politika ağırlıklı yazılar yazmaya başlar. Bülent Ecevit bütün bu sanat tutkusuna ve gazeteciliği de çok sevmesine karşın, aile geleneğini bozmayıp politikayla ilgilenmeye başlar. Babasının yaşama veda ettiği 1954 yılında, Amerikan Haberler Merkezi (USİS) in davetlisi olarak Amerika'ya gider Ecevit. Halkçı gazetesine buradan da yazılar göndermeye başlar. "Amerika Mektupları" adlı köşede yazılarını sürdürür. ABD'de aldığı 3 aylık gazetecilik kursundan sonra da Boston'a gider Ecevit. Harvard Üniversitesi' nin Ortadoğu Enstitüsü'nde Ortadoğu bölgesi üzerine çalışmalar yapar. Bu dönemde Bülent Ecevit vaktinin çoğunu kütüphanelerde geçirir. Türkiye'ye döndükten sonra da değişen yönetimle birlikte isimleri de değişen "Yeni Ulus", "Halkçı" gibi gazeteleri çıkarır. Ecevit artık yazı işleri müdürüdür. 1955 yılında NATO'nun davetlisi olarak Kanada'ya gider Ecevit. Bu arada da sürekli açılıp kapanan "Ulus" gazetesinde yazılarını sürdürür. İki yıl sonra Rockefeller Vakfı'nın bursuyla yeniden Amerika'ya gider Ecevit. Massachusetts eyaletinin üniversite kasabası Cambridge'de, Harvard Üniversitesi' nde "Osmanlı Siyasi Tarihi" üzerine inceleme yapar. Uluslararası Basın Enstitüsü (UPİ)'nin New York'da "Birleşmiş Milletler" konulu seminerine Türk temsilcisi olarak katılır Ecevit. Türkiye'de seçim atmosferi vardır artık. İşte bu sırada Ecevit'in belki de hayatının akışını değiştiren olay meydana geldi. Kaldığı pansiyona gelen telgraf, CHP'nin, Bülent Ecevit'i Ankara'dan milletvekili adayı göstermiştir. Seçime 1 aydan az bir zaman kala Ecevit Türkiye'ye döner. Zaten seçimlere 27 gün kala gelmişti. 27 Ekim 1957 yılında Ankara'dan CHP adayı olarak seçimlere katılır. Ecevit artık milletvekilidir.
ŞİİR BENİM KİŞİSEL EYLEMİM
"Benim için şiir yazmak- özellikle siyasete girdiğimden beri- bir iletişim aracı, bir düşünce açıklama yolu değil, bir düşünme yöntemidir." Başbakan Bülent Ecevit, 1976 yılında yayınlanan Şiirler adlı kitabının önsözünde ye alan 'Niçin Şiir' başlıklı yazısına böyle başlıyor. Ecevit için şiir " topluma mesaj vermek için kullandığı bir yöntem değil." İngiliz şair A.E. Houseman 'ın "şiir söylenen şey değildir" sözünden yola çıkarak şiiri " düşünülen şey değil düşünüş biçimi " olarak tanımlıyor Ecevit. Ve devam ediyor: " Topluma bir bildirim olacaksa bunun için şiirden yararlanmam. Yine de yazdığım şiirlerde bir bildiri bulunabilir. Ama çoğu kez ben de o bildiriyi şiirden öğrenirim veya çıkarmaya çalışırım. Topluma bildiride bulunmak için şiir yazanları eleştirmiyorum. Kimi ozanların topluma insanlığa büyük katkıları olur o yoldan. Ama şiir ille bunun için yazılmalı diyen olursa buna katılamam. Ben yapabildiğim kadar toplumsal görevimi siyasal eylem yoluyla yapıyorum. Siyasal açıklamalarımla yapıyorum. Doğrudan yapıyorum. Şiir benim özel eylemim." Bülent Ecevit, "insanın iç özgürlüğe kavuşmasını sağlayan etkili yollardan biri" olarak tanımladığı şiirle ilişkisini, siyaset yaşamının bütün yoğunluğuna karşın kesmedi. Her zaman Türkiye'nin "şair siyasetçisi' olarak kaldı. Ecevit 1998 yılında henüz Başbakan Yardımcısı olduğu dönemde El ele Büyüttük Sevgiyi adlı kitabı yayınlandı. Bu dönemde yaptığı bir söyleşide de şiirle ilişkisini, hangi şairlerden etkilendiğini anlattı. İşte bu söyleşiden bazı bölümler: Beni en çok etkileyenler genellikle Türk halk şairleri oldu. Bir kere Osmanlı'ya karşın, Osmanlı dönemine karşın, Türk dilini yaşatmışlar, Türk dilinin olanaklarını çok iyi değerlendirmişler. Osmanlı'da felsefe yok. Fatih'ten sonra İslam'da, İslam aleminde maalesef bir felsefe yok. Bizim özellikle Tasavvuf ağırlıklı Halk Şiiri'nde bir felsefi temel var. Bugün Divan Şiiri'ni sık sık sözlüğe bakmadan anlayabilme olanağımız yok, fakat 12'inci, 13'üncü, 14'üncü yüzyılda üretilmiş halk şiirlerini ister Yunus Emre olsun, ister Hatayi olsun, ister Aşık Paşa olsun bugün yazılmış gibi aşağı yukarı anlayabiliyoruz. Fakat en çok Türkçe'yi kullanış biçimleri beni etkiledi. Halk şairleri, halkın zevkinin gelişmesine ve bilinçlenmesine çok büyük katkıda bulunmuşlar. Onun dışında, bu yüzyılın başlarında Türk şiirinin gelişmesine çok büyük katkıda bulunmuş ozanlar var. En başta tabii Nazım Hikmet, Fazıl Hüsnü Dağlarca. Bir de epik şiir, epik denebilecek şiir yazmaya başladığımdan beri Homeros'tan yararlandım. Yeni şiir kitabınızda sizi etkileyen Brancusi'nin Altın Kuş, Sonsuz Sütun heykelinin, Monet'nin Buzların Çözülüşü tablosunun fotoğrafları ve şiiri var. Heykeltıraş Brancusi'nin Boşluktaki Kuş ve ressam Monet'nin Buzların Çözülüşü adlı tabloları beni çok etkiledi. Brancusi'nin beni en çok etkileyen özelliği, heykelde, yani yontuda soyutlamayı en son sınırlarına götürmesine rağmen, özünde doğadan hiçbir zaman kopmamış olması. Romanya'da yaşadığı şehirden sonra, Paris'e gitmiş. Son heykellerinin esin kaynağı olarak yüzyıllardır ırmağın, suyun yonttuğu taşlardan esinlenmiş. O taşları toplamış, doğayı soyutlarken, doğanın özüne varmış. Ve bir de bir mistik tarafı var, deyim yerinde ise bizim tasavvuf anlayışımıza varan her şeyi tekliğe indirgemiş. Monet de soyut doğa resminin sınırlarını aşmış. Ben Rahşan'ın zevkine çok güvenirim, o bir nevi halktır benim için. Şiirlerimi bitirince ona gösteririm, o bana, burası oturmamış gibi yorumlar yapar, ben de bazen aylarca düzeltmek için uğraşırım. Tagore'un yanısıra T.S. Eliot'un Kokteyl Parti ve Four Quartet adlı şiirlerinden bazı bölümleri de Türkçe'ye çevirdim. Eliot, Dylan Thomas ile birlikte en sevdiğim yabancı şiirlerden.
Tagore ile tanışma
Bülent Ecevit'in Hint edebiyatına gençlik yıllarından beri büyük ilgisi vardı. Bu ülkenin ilgi çekici edebiyatı ile ilk olarak 16 yaşındayken babasının elinde gördüğü Rabindranath Tagore'un "Bahçıvan" adlı kitabı sayesinde tanıştı. Kitabı okuyan Ecevit'in dünyaya bakışı bir anda değişti ve Hint felsefesinin büyüsüne kapıldı. Ardından Tagore'un "Postane" adlı oyununu okuyan Ecevit, Hint kültürüne daha da yakınlaştı. Ecevit, 1946'da Londra Büyükelçiliği'nin Basın Ateşeliği'nde mahalli katip olarak çalışırken, Bengalce ve Sanskritçe öğrenmek için London School Of Oriental and African Studies'de ders almaya başladı. Tagore'un Gitanjali (Nefesler) ve Avare Kuşlar adlı eserlerini Türkçe'ye çeviren Ecevit, bu mistik Hint ozan ve filozofu ile "tanışmasını" şöyle anlatıyordu : "Henüz onaltı yaşında bir lise öğrencisiyken, bir gün anne ve babamı bir kitabı büyük bir dikkatle okurlarken gördüm ve kitabın konusunu sordum. Bana, bir Hint ozanının şiir demetinin Türkçe çevirisi olduğunu söylediler. Şiire olan ilgimi bildiklerinden benim de okumamı önerdiler. Kıtap, Rabindranath Tagore'un "Bahçıvan" adlı eseriydi.. Kendi deyşimiyle "okuduklarından büyülenmiş halde Tagore'un diğer eserlerini de aramaya başladı Ecevit. Önce Gitanjali'nin İngilizcesini buldu. Bu eseri okudu ve birkaç hafta sonra da Türkçe'ye çevirdi. Ardından da Avare Kuşlar'ı. Sonra da Tagore'un ana dilini Sanskritce ve Bengalce'yi öğrenmeye karar verdi. Ecevıt, Tagore ve onun sayesinde tanıdığı Hint kültürüne olan sevgisini anlatmayı şöyle sürdürüyor: "Çalışmalarım nedeniyle çok istediğim halde bu dili istediğim biçimde öğrenmeyi sürdüremedim. Ama kısa zaman zarfında, Sanskrit'in mükemmel estetiğini hayranlıkla izlemek ve Tagore'un şiirlerinin orijinal Bengal dilindeki tadını almak fırsatını da bulmuş oldum. Ecevit, soylu bir ailenin 14 çocuğundan biri olan Tagore, 1913'de Nobel Edebiyat Ödülü'ne değer görülen iki yıl sonra da İngiltere tarafından verilen 'Sir' unvanını reddeden bu Hintli ozanın en çok Tanrı ve doğa sevgisinden etkilendiğini söylüyor. aldı. 1915 yılında İngiltere kendisine "sir" unvanı verildi ancak Tagore bunu reddetti. "Onun şiiri aynı zamanda Tanrı sevgisinin ve Tanrı önünde duyulan tevazuun içten ifadelerini oluştururken, Tanrı'nın da bu sevgi ve başeğmeye, Yaradan'ın her şeye kadir gücüne yaraşır bir yüksek gönüllülükle karşılık vereceğine olan inancı yansıtmaktadır. " Bülent Ecevit'in çevirisiyle Rabindranath Tagore'un Avare Kuşlar'ından bölümler "Avare yaz kuşları şarkılarını söylemek ve uçup gitmek üzere pencereme konarlar. Ve şarkısı olmayan güz yaprakları çırpınırlar ve bir iç çekişle oracığa düşerler. "Kadın, sen ev işlerini görürken kolların yücelerde ve çakıl taşları arasında akan bir ırmak gibi şarkı söyler." "Bugün güneş içindeki dünya banha unutulmuş bir dilden eski yşarkıları yün eğiren bir kadın gibi mırıldanıyor," "Karanlık gece! Senin güzelliğini, ışığı söndürdüğü zaman sevgili kadının güzelliğini duyduğum gibi duyarım" "Senin gülümsemen kendi bahçelerinin çiçeğiydi, konuşman, kendi dağ çamlarının hışırtısıydı, fakat kalbin hepimizin bildiği kadın" "Zirveye tırmandım ve şöhretin tatsız ve çıplak yüksekliğinde bir barınacak yer bulamadım. Yol gösterenim sen henüz aydınlık sona ermeden beni hayat hasadının "altından akıl" haline geldiği sessizlik vadisine götür. " Rabindranath Tagore'un 1961 yılında Bülent Ecevit çevirisiyle Hilmi Kitabevi tarafından yayınlanan Avare Kuşlar adlı kitabından alınmıştır.
Uçan Daire ve Aydaki Adam Arnavutça'da
Beyaz Derililer
Ecevit'in dizeleri Binyılın Şiiri'nde
Ecevit'in şiiri anıtlaştı
Aramızda bir 'Mavi Büyü'
MECLİS TUTANAKLARINDAKİ DİZELER
TAKALAR GEÇİYOR ALLI YEŞİLLİ
Ecevit'in gazetecilik serüveninden
Bülent Ecevit'in ilk imzalı yazısı 4 Mart 1951'de Ulus gazetesinde yayınlandı. Ecevit "Ferdiyetçilik ve Liberalizm" başlıklı bu yazıda liberalizmin bireycilik anlayışını eleştiriyordu. Bülent Ecevit'in 12 Ağustos 1951 tarihli Pazar Postası'nda yayınlanan yazısı "İnkılaplar ve Dış Siyaset" başlığını taşıyordu. Ecevit bu yazıda Türkiye'nin NATO'ya girişiyle ilgili tartışmaları irdeliyordu. NATO'ya girmekten yanaydı. NATO'yu sadece askeri bir pakt olarak değil Batıyla aramızdaki uygarlık ve kültür farkını ortadan kaldıracak bir araç olarak da görüyordu. " Bugün Batılı aydınlarla aramızdaki medeniyet ve kültür ayrılığını süratle kapatmaktayız diyebilir miyiz? Dersek bize sormazlar mı "halka mal olmamış inkılaplardan vazgeçmeyi göze aldığınızı kendi devlet adamlarınız söylüyorlar ya vazgeçilecek bu halka mal olmamış inkılaplar aramızda kurulmakta olan köprünün başlıca desteklerindense. . Ezanınız Türkçe okunurken Arapça'ya çevirmek bize mi yaklaşmaktır, Şark'a mı... (...) Böyle de bizi Atlantik Paktı'na almazlar mı. Alırlar elbette. Ama paktın gayesine iştirak ettirmek için değil vasıtalığında kullanmak için yani harcanacak top tüfek gibi alırlar." Aslında o dönemde paktta askeri işbirliği çoktan başlamış, Türkiye Kore'ye asker göndermişti bile. Gazeteler "Kızıllar ricat ediyor" haberleriyle çalkalanıyor, sinemalarda "Mehmetçik Kore"de filmleri gösteriliyordu. Bülent Ecevit, yakın arkadaşı Çetin Altan ile birlikte Ciddiyet adlı mizah ağırlıklı bir sayfa hazırlıyordu. Babası Fahri Bey, Ecevit'e yazdığı mektupta Ciddiyet ile ilgili görüşlerini şöyle açıklıyordu: " Senin Ciddiyet'e bayıldım. Elbet pek iyi etmişsin. Mizah, alay, hiciv, humoristique (nükteli) ironique (alaycı) yazılan ve satirique (yergili), sarcastique (acı alaylı) nükte ve cinaslar zekayı kılağılar (biler demektir malum ya..)" Ciddiyet'e bayılan sadece Fahri Bey değildi. Mizah sayfası okurlar tarafından da beğeniliyordu. Hatta zor beğenen bir yazar olan Nurullah Ataç bile büyük bölümü Bülent Ecevit'in elinden çıkan Ciddiyet'i sevmişti. Babasının tavsiyelerine uymuş olmasından mı yoksa kendi üslubu mu öyle gelişti bilinmez ama Bülent Ecevit (ih kili yazılarındaki dili Bedii Faik'in pazar yazılarındaki bıçak ve yumuşak üslubu çağrıştırıyordu. Ulus'ta yazdığı Londra gözlemleri okuyucuyu içine çeken, sarıveren üslubun en güzel örnekleriydi. Bülent Ecevit "Öyle keman, öyle güzel saksofon dinlendiği olur ki sokaklarda derken içten duygularını yansıtıyordu yazısında. "Londra'nın en iyi lokantaları Soho'da bulunur. İşte o gece öyle bir Soho lokantasından çıkmış, kapısında taksi bekliyorduk. Bir de baktık karşı kaldırımda çizgi çizgi kazaklı boynu kırmızı eşarplı, başında yana eğik kasket, pazuları şişmiş bir İtalyan gitar çalıp İtalyanca şarkılar söylüyor. Bir kısmımızın uykusu gelmişti, taksiye binip gittiler ama Mümtaz Faik Fenik, Agah Bartu. İngiltere'yle bizimle beraber giden İstanbul Konsolosluğu'ndan Mr Knock bir de ben oradan ayrılamadık. Taksiyi savıp uzun uzun İtalyan şarkıcıyı dinledik. Derken şarkıcı, uzaktan gözlediği bu zaferinden memnun yanımıza yaklaştı, baktım hepsi ceplerinden avuçlarına ne kadar para gelmişse saymadan, büyülenmiş gibi adama atıyorlar. "
II. BÖLÜM
III. BÖLÜM
YASAKLI YILLAR Hamzakoy'da bir aylık 'zoraki misafirlik' dönemi sona eren Ecevit, siyasetten de yasaklanmıştı. Ancak, asker kışlasına dönünce yeniden siyaset yapacağına dair umutları, henüz tükenmemişti. Nitekim, Orgeneral Haydar Saltık'ın 28 Ekim 1980'de yabancı gazetecilerle yaptığı basın toplantısındaki esnek yaklaşımı, bu konudaki umutları beslemişti. Ancak asker, derhal bu türden yanlış anlamaların önüne geçecekti. (3) MGK Genel Sekreterliği'nce 29 Ekim'de yayımlanan ve özetle "Bay Demirel ve Bay Ecevit bir daha partilerinin başına geçemeyecekler" diyen bildiri, Ecevit'in CHP'den istifa etmesine yol açacaktı. (4) Görünürde CHP ile Ecevit'in yolları, askerin baskısıyla ayrılmıştı. Ancak, daha Hamzakoy'dayken kaleme aldığı bir yazıda, 12 Eylül koşullarında siyaset yapabilmesinin yolunun CHP genel başkanlığından ayrılmak olduğunu düşündüğünü ortaya koyuyordu (5). CHP'lilerse Ecevit'in 12 Mart'tan sonra yaptığı gibi istifa etmesinden korkuyordu. Ecevit, Hamzakoy'dan Ankara'ya döner dönmez soluğu Or-an'da aldılar. Neyseki Ecevit de onlar gibi düşünüyordu: "Evet. Durum farklıdır. 12 Eylül, Osmanlı dönemi dahil en radikal müdahaledir. Bunlar partileri de kapatacaklar. Sanılıyor ki, film koptu, koptuğu yerden bağlanacak ve devam edecek. Hayır, film devam etmeyecek. Vizyona yeni film sürecekler. " ECEVİT BİR YANA, CHP BİR YANA Ancak hesaplar alt-üst olmuş, Ecevit ve CHP'nin yolları ayrılmıştı. Ecevit, resmi sıfatlarından sıyrılıp mücadeleye karar verdiğinde CHP yönetimi ise İnönü'nün ünlü "Asker başarılı olduğu zaman kışlaya döner" sözünün gereğini yerine getirmeyi bunu çabuklaştırmak için 12 Eylül yönetimine yardımcı olmayı benimsiyordu. Ecevit bir yöne CHP başka bir yöne çoktan yönelmişti, istifa sadece bu süreci hızlandıracaktı . SİYASİ PARTİLER KAPATILIYOR 15 Eylül 1981'de Milli Güvenlik Konseyi, 9 maddelik bir yasayla siyasi partileri kapatmıştı. CHP'nin mallarına da diğer partiler gibi el konulmuştu. Ecevit buna sessiz kalamazdı, Devlet Başkanı Kenan Evren'in kararı açıklamasından sonra 'yanıt hakkı'nı kullanarak bir yazı kaleme almış ancak bildirisi, ne TRT'de ne de basında yayınlanmamıştı. Ecevit, CHP'li arkadaşlarından da benzer tepkiler göstermelerini istedi. 'Sizinki dahi yayımlanmadı' gerekçesiyle kabul edilmedi. "Anayasa Mahkemesi'ne başvurun" dedi, "Tüzel kişi değiliz" dediler. Ecevit ısrar etti, "Siz dava açın, onlar geri çevirsin." Dinletemedi. Ve yollar bir daha kesişmemek üzere ayrıldı... ARAYIŞ Ecevit, siyaset yapmanın yollarını arıyordu. Bunu, 'Arayış' adını verdiği dergi aracılığıyla yapacaktı. 21 Şubat 1981'de yayın hayatına başlayan Arayış, bir yandan yeniden toparlanmanın aracıydı, bir yandan da 12 Eylül rejimine muhalefetin. Ecevit'in Arayış'ın 7. sayısında kaleme aldığı ve 12 Eylül yönetimini işkence yapmakla suçlayan 'işkence' başlıklı yazısı, derginin kapatılmasına neden olacaktı. 30 Mayıs 1981'de çıkan 15. sayısında ise Ecevit, muhalefetin dozunu daha da yükseltecekti. 'Adalete Karşı Adaletsizlik' başlıklı yazıda Ecevit şunları söylüyordu: "İnsanlar bir ölçüye kadar özgürlük kısıntılarına, baskıya, zulme katlanabilirler, ama haksızlığa, adaletsizliğe katlanamazlar. En zayıf, en ürkek insan bile haksızlık, adaletsizlik karşısında tepki duyar ve tepkisini hiç beklenmedik ve ölçüde açığa vurabilir. " Milli Güvenlik Kurulu'nun yanıtı ünlü 52 numaralı bildiriyle geldi, Ecevit'e 'yazı yasağı' konuldu. CEZAEVİ GÜNLERİ... 52 numaralı bildiri aynı zamanda Ecevit'i cezaevine göndermenin de zemini olacaktı. CHP'nin kapatılmasından sonra Evren'in bu kararı savunmak için yaptığı konuşmaya yanıtını TRT'ye gönderen Ecevit, yayımlanmayan yazısı için 52 numaralı bildiriye aykırı davranmak suçlamasıyla cezaevine gönderilecekti. (6) 3 Aralık 1981'de cezaevine giren Ecevit, "Cezaevine, oradaki yalnızlığa içerlemedim de" diyordu, "Mahkemelerdeki tenhalık üzücüydü". 2 Şubat 1982'de, yaklaşık iki ay sonra cezaevinden çıkan Ecevit'in, birkaç gün sonra Hollanda televizyonu NCRV'ye verdiği demeç de 52 numaralı bildiriye aykırı bulunmuştu. Bir de Alman Der Spiegel dergisine "Atatürk'ün mirası ve Türk demokrasisinin Hali" başlıklı bir yazı yazmıştı. Hakkında dava açıldı. Mahkeme sürerken Danimarkalı gazeteci Jan Stage'nin Politiken gazetesine yazdığı makaleden ötürü 10 Nisan 1982'de Ankara'da Askeri Dil Okulu'nda gözaltına alındı. Ecevit, Danimarkalı gazeteciye demeç vermekle suçlanıyordu. Ecevit'in gazeteciyi kabul ettiği doğruydu, ancak 52 numaralı bildiri nedeniyle demeç veremeyeceğini söylemişti. Gözaltına alındıktan iki gün sonra Ankara 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi, savcılığın iddiasını yerinde görmemiş ve Ecevit'in tutuklanmasına mahal olmadığına karar vermişti. Ecevit'in Askeri Dil Okulu'ndan çıkması bekleniyordu ki, bu kez Hollanda televizyonuna verdiği bir başka demeç nedeniyle yeniden gözaltına alındı. Ecevit gözaltındayken, Sıkıyönetim Komutanlığı, Ecevit'in tutuklanmasına mahal olmadığı yönündeki mahkeme kararına itiraz etti ve bir kez daha tutuklanmasını talep etti. Ecevit bu kez tutuklandı. Danimarkalı gazetecinin de tanıklığıyla Ecevit 3 Haziran 1982'deki ilk duruşmada beraat etti. Ancak Hollanda televizyonuna verdiği demeç ve Der Spiegel'e yazdığı yazının davası sürüyordu. Ecevit, 'Türkiye hakkında görüş bildirdiği' gerekçesiyle 2 ay 27 gün hapis cezasına çarptırıldı. Ancak ilk mahkumiyetinde tahliye süresi dolmadan ikinci kez suç işlediği için cezası bir ay artırıldı. İCAZET PEŞİNDE Milli Güvenlik Konseyi ve Devlet Başkanı Kenan Evren'in 1982 ortalarında Çorum'da halka hitap ederken, bir yıl sonra siyasi partilerin kuruluşuna izin verileceğini açıklamasıyla birlikte, mahkemelerdeki yalnızlıktan ötürü kırgınlık duyan Ecevit'in evi türbeye döner. Gelenler, yeni bir parti kurmak için Ecevit'ten CHP'nin mührünü istiyorlardı. Ecevit ise parti için onayını isteyenlere, "Parti icazetle kurulmaz. Ne beş kişilik Güvenlik Konseyi'nden alınacak icazetle ne de genel başkanlardan alınacak icazetle parti kurulur. Hele bir sol parti, böyle bir yöntemle hiç kurulamaz. Ben, bana soranlara parti kurun veya kurmayın demem, sadece düşüncelerimi ifade ediyorum, bir de ben de mühür olmadığını ifade ediyorum" diyor, 12 Eylül koşullarında bu yolla parti kurulamayacağını, 30 yıl dahi sürse tabandan örgütlenilmesini, yani demokrasi mücadelesiyle parti kurulabileceğini vurguluyordu. Mühür istemeye gelenlerin ardı arkası kesilmiyordu. 12 Eylül'ün başbakanı, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Başbakan Bülent Ulusu'nun müsteşarı ve İsmet İnönü'nün Özel Kalem Müdürü Necdet Calp de mühür istemek için Ecevit'in kapısını çaldı. Ecevit ona da aynı cevabı verdi. Ancak, Calp bu cevabı 'mührü aldım' şeklinde yorumladı. Diğer cebinde de Evren'in mührü vardı; Halkçı Parti'yi kurdu. Parti için onay istedikleri Ecevit'e rağmen parti kurmakta kararlı olan CHP'den kalan, 'Sosyal Demokrat Güç', 'Lordlar', 'Dokuzlar hareketi' gibi irili ufaklı pek çok grup Ecevit'e rağmen, Ecevit'siz SODEP'i kurmaya girişmişti. Başlarında, yoğun ısrarlara daha fazla karşı koyamayan Erdal İnönü vardı. Halkçı Parti'ye de SODEP'e de destek vermeyen Ecevit'in ne yapacağı ise merak ediliyordu. ÇİLE ÇİÇEKLERİNDEN DSP'YE 1983 yılının baharıydı. Güneşli bir Pazar günü Bülent Ecevit ve Rahşan Ecevit, Türk-İş eski genel başkanı Halil Tunç'un Kazan'daki çiftliğine gittiler. Gazeteciler de peşlerinde... Gazeteciler ziyaretin amacını sordu, Ecevit güldü ve Tunç'un bahçesindeki çiçekleri gösterdi: " Sayın Tunç'un bahçesine geldim. Gezdim. Bahçesinde çok güzel çiçekler var. Saksı çiçekleri sağlıklı olmuyor. Ama tarlada, bahçede yetişen, çilesi çekilen çiçek, çile çekilerek yetişen çiçek daha sağlıklı, daha güzel oluyor. Saksıda, dört duvar arasında yetişen çiçek bir ölçüde gelişebiliyor ama tarladaki çok rahat gelişip boy atıyor. " O tarihte konuşması ve yazması yasak olan Ecevit'in Halil Tunç'un çiçekleri hakkındaki yorumu, sol kesimde 'beklenen mesaj' olarak algılandı ve siyasi literatüre yeni bir kavram girdi: Çile çiçekleri... DEMOKRATİK SOL HAREKETİN LİDERLİĞİNİ ÜSTLENİYORUM Kazan'a yapılan ziyaret, elbette 'bahçe ziyareti' değildi. Partiyi tabandan kurmaya özen gösteren Ecevitler, işçi kesiminin sevip saydığı, Türk-İş'in en güçlü liderlerinden Halil Tunç'u kuruluş çalışmalarına davet ettiler. Ankara dışına gitmesini işçilerle temasa geçmesini istediler. SODEP ve Halkçı Parti'nin önerisini geri çeviren Halil Tunç, Ecevitlerin önerisini kabul etti. Nitekim 28 Ekim 1983'te, seçimlerden hemen sonra DSP'nin kurulacağını kamuoyuna açıklayan Ecevitler'in yanındaki üç kişiden biri de Halil Tunç olacaktı. Demokratik Sol Parti'nin kurucularına ve kuruluş biçimine ilişkin Ecevitler'in mesajı şöyleydi: "Particiliğe kişisel çıkar amacıyla bulaşmamış, profesyonel politikacı olmayan, partiyi sıçrama tahtası olarak kullanmayacak, ideolojik takıntısı olmayan, çalışan, dar ve orta gelirli halk kesimleriyle mahallede, köyde, beldede başlayacak bir parti örgütlenişi... " Ecevit'in deyimiyle 'çile çiçekleri' 1984 Nisan'ına gelindiğinde Demokratik Sol Parti'yi kuracak duruma gelmişti. Yasaklı Ecevit, 18 Nisan 1984'teki il temsilcileriyle yapılan ilk gayri resmi toplantıda şu mesajları verecekti: " Hukuken değilse bile fiilen Demokratik Sol Parti kurulmuştur, köşeme çekilmeyeceğim, yasaklı olduğum için partinin genel başkanı olamasam da hareketin ve partinin liderliğini üstleniyorum." Ecevit'in 'sosyal demokrasi' yerine 'demokratik sol' kavramını kullanması dikkat çekiyordu. Gerçi bu yeni bir şey değildi, Ecevit 1965 sonrasında CHP içinde sürekli 'demokratik sol' (7) kavramını kullanmış ve programa, tüzüğe geçmesini sağlamıştı. RAHŞAN ECEVİT EMANETÇİ BAŞKAN Takvimler 1985 yılını gösterdiğinde soldaki Halkçı Parti, 'Sosyal Demokrat Halkçı Parti' (SHP) olmuş, SODEP ise kendini feshederek SHP'ye katılmıştı. DSP hala resmi olarak siyaset sahnesine çıkmamıştı. Nihayet 14 Kasım 1985'te, DSP'nin kuruluş dilekçesi, 25 bin kurucu adayından 612'sinin imzasıyla İçişleri Bakanlığı'na verildi. Beklentilerin aksine Rahşan Ecevit, kurucular arasında değildi. Rahşan Hanım, zorunluluklar nedeniyle 25 bin adayın ikna edilerek, temsili 612 kişiye indirilmesi karşısında kendisinin kurucu üye olmayı içine sindiremeyeceğini söylüyordu. 23 Kasım 1985'te toplanan DSP kurucular kurulu, Rahşan Ecevit'i genel başkan seçti. Bülent Ecevit'in siyasi yasağı kalkana kadar DSP Rahşan Hanım'a emanetti. Nitekim, Bülent Ecevit, 18 Mayıs 1986'daki 2. Kurucular Kurulu toplantısında, ilk kez kürsüden konuşmaya "doğal genel başkanımız" sözleriyle davet ediliyordu. Toplantıya ve Ecevit'in konuşmasına 1982 Anayasası ve siyasi yasaklar damgasını vuruyor, 'Demokratik solun doğal lideri', 'Demokratik sağın doğal lideri' Demirel'e ve SHP'ye Anayasa'nın değiştirilmesi konusunda çağrıda bulunuyordu. DUDAKLARIM VAR OLDUKÇA... Savcılık hemen harekete geçmiş ve Ecevit hakkında, siyasi yasakları düzenleyen Anayasa'nın geçici 4. maddesine muhalefet etmekten dava açıyordu. Ecevit bu davadan beraat edecek, Rahşan Ecevit'in yanında 'konuk' sıfatıyla tüm yurtta parti toplantılarına katılmayı sürdürecekti. "Cezaevine girmeyi göze aldıktan sonra istediğim gibi konuşurum" diyordu, konuşuyordu da... Her konuşmasından sonra hakkında dava açılıyordu, ancak Ecevit meydanlara ısınmış, davalara alışmıştı. "Dudaklarım var oldukça konuşacağım" diyordu... DSP, sandıktaki ilk sınavını, 28 Eylül 1986'da, 10 ilde yapılan Milletvekili ara seçimlerinde verecekti. Kuruluşundan sekiz ay sonra, seçimlere giren DSP, yüzde 10 barajını aşamayacak ve yüzde 8.5'a yakın oy oranıyla Meclis dışında kalacaktı. Bu seçimin galibi görünürde ANAP'tı, ancak yasaklı Demirel'in doğal lideri olduğu DYP büyük bir sürprizle oy oranını yüzde 24.6'ya yükseltmişti. SHP ise 22.1 oy oranıyla üçüncü parti konumundaydı. BİR BÖLEN Ara seçimin hemen ardından DSP'ye eleştiri bombardımanı başladı: "DSP, seçimlerde SHP'nin oylarını bölmüş, SHP'nin milletvekilliklerin e engel olmuştu." Ecevit, yine 'bir bölen' olmakla suçlanıyordu. Ancak araseçim sonuçları SHP içinde de kazanların kaynamasına neden oldu. İnönü ve genel merkez yönetimini başarısız olmakla suçlayan bir grup HP kökenli milletvekili, istifa ederek DSP'ye katılma hazırlığındaydı. SODEP-Halkçı Parti birleşmesinden bu yana süren huzursuzluk artık çatlağa dönüşmüş ve 20 milletvekili istifa ederek Halk Partisi'ni kurmuştu. Ancak Anayasal engellerden ötürü 'hülle partisi' olarak kurulan Halk Partisi'nin ömrü sadece 76 saat sürmüştü. 29 Aralık 1986'da Halk Partili milletvekilleri partiyi feshederek DSP'ye katılma kararı aldılar. Beş istifacının da katılımıyla DSP'ye, 25 milletvekiliyle Meclis'in kapıları açıldı. DSP KIŞLA, ECEVİT DE TANRI DEĞİL 1986'nın yazında DSP'de CHP'yi aratmayacak gelişmeler yaşanıyordu. MKYK üyesi Celal Kürkoğlu, ihraç istemiyle disiplin kuruluna sevk edilmişti. Kürkoğlu, bölge toplantıları düzenledi ve parti içinde mücadele kararı aldı. "Çoğunluk muhalefettedir. Ancak doğal lidere olan aşırı saygı, bütün arkadaşların susmasına neden olmaktadır" diyen Kürkoğlu, ihraç kararını tanımayacağını söylüyordu. Kürkoğlu, parti içi demokrasi olmadığını savunuyor, Ecevitler'in partiyi kışla gibi yönetmeye çalıştığını iddia ediyordu. Muhalif 230 üye, Kurucular kurulu'nun 14 Haziran'da toplanması çağrısında bulundu. Genel merkez, 'siyasi yasakların kaldırılması' konusunda 'ivedi' bir biçimde 31 Mayıs'ta toplanacağını duyurdu. Muhalifler ise alternatif toplantı için hazırlanıyordu. Rahşan Ecevit, bunun yasal olmadığını açıkladı. Celal Kürkoğlu ve arkadaşları 14 Haziran'da toplandılar ve kendilerini DSP'nin yasal yöneticileri ilan ettiler. Genel Başkan seçilen Kürkoğlu, "Sayın Ecevit'in aklından geçti diye 233 parti kurucusunun kaydı silinemez. İhraç edilemez. Ecevit tanrı değildir. Yaptıkları hatadır, yaptıkları suçtur." Ertesi günkü gazete manşetleri şöyleydi: Üç liderli parti: DSP Bülent Ecevit: Doğal Lider, Rahşan Ecevit: Atanmış Lider, Celal Kürkoğlu: Seçilmiş Lider Birkaç ay süren tartışma süresince Kürkoğlu ikinci kez genel başkan ilan edildi. Tartışma, mahkeme salonlarına taşındı, alternatif yönetim adli makamlarca geçersiz sayıldı. 2001'deki kurultayı geçersiz olduğu iddiasıyla bir kez daha çıkacak olan Kürkoğlu, 1957'de Ecevit'in milletvekili olmasını sağlayan Kamil Kırıkoğlu'nun yeğeniydi... SİYASİ YASAKLAR 'KILPAYI' KALKIYOR Ara seçimin bir başka sonucu daha vardı. DYP'nin ikinci parti konumuna gelmesi, SHP lideri Erdal İnönü'nün yasakların kaldırılması konusundaki ısrarlı talebi ve kamuoyu baskısı karşısında Özal giderek köşeye sıkışmıştı. Halkın, eski siyasileri ebediyen siyaset sahnesinden sileceğine inanıyordu. Siyasi yasakları düzenleyen Anayasa'nın geçici 4. maddesini referanduma götürmek için değişiklik önerisi hazırladı. Liderler konuyu enine boyuna tartışmak için arka arkaya zirvede buluştu. Özal'ın tek şartı vardı, değişikliği referanduma götürmek. İnönü'nün 'Meclis değişikliği yeterli' şeklindeki önerisini görmezden gelen Özal, 193 arkadaşıyla birlikte Anayasa değişikliği önerisini Meclis'e verdi. Görüşme ve oylama sonucunda, Meclis geçici 4. maddeyi kaldırmış ancak yürürlüğe girmesini, Özal'ın isteği gibi referandum koşuluna bağlamıştı. Ecevit'in ve diğer yasaklı liderlerin kaderi 6 Eylül 1987'de belirlenecekti. Sonuç kılpayı 'evet'ti... 'Evet' oyu kullananların oranı yüzde 50.26, 'hayır' oyu kullananların oranı ise yüzde 49.74'tü. Türkiye'nin nefesini tutarak izlediği referandum sonucunda liderlerin yasakları, 88 bin 251 oy farkla kaldırılmıştı. 13 Eylül 1987'de toplanan 6. DSP Kurucular Kurulu'nda Ecevit genel başkan seçildi. Ecevit'in 6 yıl 10 ay süren yasaklı dönemi geride kalmıştı. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: YENİDEN DOĞUŞ IV. BÖLÜM YENİDEN DOĞUŞ Özal, hesaplarını doğru yapmış, referandumdan hemen önce erken seçim tarihini açıklayarak, Ecevit ve Demirel'in toparlanmasına fırsat vermeden sandık başına gitmeye karar vermişti. DYP ve DSP 'baskın seçim'i boykottan yanaydı, SHP ise bunu doğru bulmamıştı. Ecevit ve Demirel, yasaklarının kalkmasından sadece iki ay sonra 29 Kasım 1987'de seçim sınavına zorlanmıştı. Sonuçlar, Özal'ın hesapladığı gibi oldu: ANAP- yüzde 36.1 oy, 292 milletvekili, SHP- yüzde 24.7 oy, 99 milletvekili, DYP- yüzde 19 oy, 59 milletvekili, DSP - yüzde 8.5 oy oranıyla yüzde 10 barajının altında kalmış ve Meclis'e giremişti. AKTİF SİYASETTEN ÇEKİLİYOR... Seçimin ertesi günü, DSP genel merkezinde, Ecevitler TRT kameraları ve basının karşısında "Partimizin ilk genel Başkanı ve şimdi Genel başkan yardımcısı olan eşim Rahşan Ecevit'le birlikte aktif siyasetten ayrılmaya karar verdik" diyordu. Ecevit kararlıydı... Çekildi... Ecevit'in siyasetten çekilmesi dost-düşman her kesimde şok etkisi yaratmıştı. Kamuoyu Erdal İnönü'nün, babasıyla çekişmeleri sırasında arkadaşı Bülent'i desteklediğini bu vesileyle öğreniyordu. Demirel, Ecevit'in siyasetten çekilmesini 'büyük kayıp' sayıyordu. Erbakan ise bir adım daha ileri gidiyor ve "Kararınızı gözden geçiriniz, geri dönünüz" diyordu. İstifa açıklamasının ertesi günü İstanbul'dan gelen 60 kadar DSP'li genel merkez önünde 'ölüm orucu'na başlıyordu. Ecevit'ler ne kadar dil dökseler partilileri bu kararlarından vazgeçiremiyorlardı . 2 Aralık'ta istifalarını sunmak üzere genel merkeze gelen Ecevitleri, mahşeri bir kalabalık karşıladı. Sokakta geceleyen partililer 'geri dön' diyorlardı. Ecevit, partililere, " Hep aranızdayım. Hep aranızda kalacağım. Aktif siyasetten ayrılmak, siyaseti bırakmak değildir. Perikles, 'Hiçbir şeye karışmayan yurttaş zararsız yurttaş değil, yararsız yurttaştır' demiştir. Allah beni yararsız yurttaş olmaktan korusun. Perikles, demokrasi uğruna ölen arkadaşlarına ağıt yakmadı. Artık yeterince ağladınız, şimdi demokrasi için görev başına. Ağlamak yok, ölüm orucu yok. Şimdi görev halkın " diye seslendi. İstifasını verdi, artık sloganlar "Yurttaş Ecevit, aramıza hoş geldin" şeklindeydi.. . YURTTAŞ ECEVİT Ancak yönetim istifaları kabul etmedi. Gerek yönetim, gerekse Anadolu'dan gelen heyetler, Ecevit'in başkanlık görevini Birinci Olağan Kurultay'a kadar sürdürmesini istiyorlardı. Ecevit, 'kararım değişmeyecek' diyerek, ısrarlara boyun eğdi ve istifasını iki ay sonra toplanacak kongreye kadar askıya aldı. Gözyaşları arasında toplanan 7 Mart 1988'deki 1. Olağan büyük Kurultay'da Ecevit, güvercin uçurarak genel başkanlık görevinden ayrıldı. MEVZİ DEĞİŞİKLİĞİ Ecevitsiz DSP dönemi başlamıştı. Herkes, DSP'nin dağılmasını bekliyor, SHP'den 'kendini feshet bize katıl' çağrıları yapılıyordu. DSP'liler ise Ecevit'in dönmesini istiyorlardı. Ecevit sonrası genel başkan seçilen Necdet Karababa, on ay sonra istifa etti. İstifanın Ecevit'e yer açmak için yapıldığı kanısı yaygındı. Ancak Ecevit, hemen dönmedi. 5 Ocak 1989'daki kongreyi bekledi. Tam bir yıl ayrıldığı DSP'ye yeniden genel başkan seçilen Ecevit, 'Neden çekildiniz, neden döndünüz?" sorusuna " Aktif politikayı bırakmak politikadan tümüyle ayrılmak değildir. Ben mevzi değiştiriyorum. Benzetmek haddim değil ama Atatürk Kurtuluş Savaşı'nda Polatlı'ya kadar çekildi ama sonuçta savaşı kazandı..." YEREL SEÇİM MUHAREBESİ Ecevit'i bu kez 26 Mart 1989 Yerel Seçim muharebesi bekliyordu.. . SHP, 'Ecevit oyları bölecek' kampanyasına başlamıştı bile. Seçim yaklaştıkça üslubunu daha da sertleştiren SHP, Genel Başkan İnönü'nün ağzından Ecevit'i 'öç alma' (8) duygusuyla suçladı. Ecevit de aynı sertlikle yanıt verdi. (9) 26 mart 1989'da yapılan yerel seçimin galibi SHP, mağlubu ise ANAP oldu. Ecevit'in partisi, yerel seçimlerde kaybetmişti ama ülke barajına yakın oy oranı alması, genel seçimler için umut yaratmıştı. Ancak, 3 Haziran 1990'da 51 beldede yapılan Yerel Ara Seçimlerinde yüzde 5'te kalan DSP ilk gerçek zaferini yaklaşık üç ay sonra görecekti. 19 Ağustos'ta 13 beldede yapılan seçimlerin mutlak galibi ise DSP'ydi. İstanbul-Bayrampaşa ve Ankara Etimesgut'un odak olduğu seçimlerde, DSP en yakın rakibinin iki katı oy alarak büyük moral bulmuştu. Oysa, aynı seçim sonuçları SHP'de İnönü-Baykal mücadelesinin başlangıcı olacaktı. YAKAMIZI BIRAKIN Ortadoğu'da suların ısındığı ve gündemin Körfez Krizi'ne kilitlendiği günlerde SHP, içine kapanmış, parti içi iktidar kavgalarına sahne oluyordu. Yarışı Erdal İnönü kazandı. İnönü, yeniden genel başkan seçilince DSP'ye birleşme çağrısında bulundu. Ecevit yanıtını geciktirmedi: "DSP koltuk değneği değil. Sayın İnönü benden yanıt bekliyormuş. Yanıtım şu: DSP'nin ve benim yakamı bırakın. Ve ANAP'la seçim ortaklığınızı bozup, demokrasiyi düşürdüğünüz çukurdan çıkarmaya bakın." Ecevit, İnönü'nün Baykal'a karşı kazanmasının SHP'nin sağlıklı bir yapıya kavuştuğu anlamına gelmediğini, SHP'nin ve DSP'nin iki ayrı parti olduğunun artık kabul edilmesini vurgulayarak tartışmayı kapattı. 1991 yazında ANAP'ın genel başkanlığını ve başbakanlığı Yıldırım Akbulut'tan devralan Mesut Yılmaz, liderliğini pekiştirmek için erken genel seçim kararı alınca, birleşme çağrısı, SHP'nin seçim politikasının da ana motifi olacaktı. Ancak, SHP'nin seçimlerde HEP'le işbirliği yapması iki partinin yollarını geri dönülmez biçimde ayıracaktı. 20 Ekim 1991 seçimleri, 'soldan ödünç oy' isteyen Demirel'e 12 Eylül'den sonra ilk kez başbakanlık yolunu açarken Ecevit de ilk kez Zonguldak Milletvekili olarak Meclis'e girecekti. Türkiye'de Demirel-İnönü dönemi başlamıştı. Solda ise CHP'nin yeniden açılması tartışmaları... DSP EVLADIM, CHP BABA OCAĞIM Ecevit 'DSP evladım, CHP baba ocağım' diyen Ecevit, CHP'nin yeniden açılması tartışmalarına uzak duramamıştı. Ancak, SHP ve DSP'nin CHP'de birleşmeleri önerisine karşılık, CHP'nin DSP'ye katılmasını şart koşuyordu. (10) Ecevit'le CHP heyeti arasında yapılan beş görüşme sonuçsuz kalmış, CHP Deniz Baykal'ın genel başkanlık aradığı bir parti olarak şekillenmiş ve kurulmasının ardından da SHP'li milletvekillerinin katılımıyla Meclis'te grup kurmuştu. '94 seçimlerinde solun hezimeti bu iki partiyi CHP'nin çatısı altında toplayacaktı. Ecevit için ise 'baba ocağı'na dönüş gündemden kalkacak, siyasete 'evladı'yla devam edecekti. 17 Nisan 1993'te Özal'ın ölümü, siyasetteki bütün taşları yerinden oynatacaktı. Demirel'in Köşk'e çıkmasıyla DYP-SHP hükümeti dağılacak, siyaseti de bırakan İnönü, parti liderliğini Murat Karayalçın'a devredecekti. Yeni lider, yeniden birlik tartışmalarını açacak, Ecevit'in mesafeli tutumuyla süreç, SHP-CHP birleşmesiyle sonuçlanacaktı . TRUVA ATI Soldaki bu gelişmelerin ardından seçim sandığında girilen ilk sınav ise Türkiye'de yeni bir politik yön çiziyordu. 27 Mart 1994'teki yerel seçimlerden DYP ve ANAP ilk iki parti olarak çıkmış görünse de seçimin asıl galibi, yüzde 19.8 oranında oya ulaşan Refah partisi olacaktı. Solu hüsrana uğratan seçim sonuçlarını 'Sola gölge düştü' diye yorumlayan Ecevit, "Laik cumhuriyet içimize salınan Truva atlarının tehdidi altındadır" diyerek yeni mücadelesinin de hedefini gösteriyordu. Nitekim, Ecevit'in 'truva atı' olarak nitelediği RP, 24 Aralık 1995 genel seçimlerinden galip çıkacaktı. Seçimler öncesi, ANAP lideri Yılmaz'ın koalisyon ihtimali karşısında ilk tercihinin DSP olacağı yönündeki mesajlarına ve DSP'yle yakınlaşmalarına karşın, Ecevit, muhalefette kalmayı tercih edecekti. Niyet Anasol'du, RP lideri Erbakan'ın hükümet kurma girişimleri de sonuçsuz kalınca, kısmette Anayol çıkmıştı. Ancak, bu hükümetin ömrü, Ecevit'in RP'nin iktidarını önlemek için verdiği bütün desteğe karşın, örtülü ödenek, yolsuzluk iddiaları ve nihayetinde karşılıklı olarak gensoru önergeleri karşısında muhalefetle hareket etme gibi nedenlerle çok kısa sürdü. Türkiye Refahyol dönemine dümen kırmıştı... Ecevit son bir hamle yaparak, DYP'lilere çağrı yaptı ve Refahyol Hükümeti'ne güvenoyu vermemelerini istedi. (11) Ecevit'in çağrısı RP ile ortaklıktan rahatsız olan DYP'lilerce desteklense de 8 Temmuz 1996'da Refahyol Hükümeti kuruldu. SİNCAN'DA DARBE PROVASI Libya gezisi sırasında Kaddafi'nin 'Kürt devleti kurulmalıdır' sözleri karşısında yumuşak bir üslup kullanan Erbakan, yurda dönüşünde topa tutuldu. Sular ısınmaya başlamıştı. Konu, DSP'nin önderliğinde bir gensoruyla Meclis'e taşındı, Refahyol hükümeti düşürülmekten kılpayı kurtuldu. Erbakan'ın 11 Ocak'ta Başbakanlık'ta tarikat şeyhlerine 'gayri resmi' yemek vermesi ise kadın örgütlerinin 'Türkiye laiktir, laik kalacak' sloganlarıyla sokağa dökülmesine neden oldu. RP'li Sincan Belediyesi'nin düzenlediği 'Kudüs gecesi' üzerine de asker, 4 Şubat'ta sokağa çıkacak, Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu'na bağlı tank ve kariyerler, Sincan Atatürk Caddesi'nden Akıncılar Üssü'ne 'motorlu yürüyüş' gerçekleştirecekti. Genelkurmay her ne kadar "6 ayda bir yapılan normal eğitim faaliyeti" diye açıklasa da herkes bunun hükümete uyarı olduğunu biliyordu. İpler geriliyordu. .. Ecevit, 9 Şubat 1997'de RP dışındaki tüm partilere 'güç birliği' çağrısında bulunarak, bir teknokrat hükümeti kurulmasını önerdi. Koalisyon hakkında gensoru üstüne gensoru verdi ancak çabaları sonuçsuz kaldı. Son sözü, 28 Şubat'ta asker söyleyecekti. Milli Güvenlik Kurulu'nun 28 Şubat 1997'de 9.5 saat süren toplantının ardından yayımladığı bildiri, gündeme 'muhtıra' gibi düştü. Siyaset karışmıştı... Erbakan, "Milli Güvenlik Kurulu'nda kararları beraber aldık. Türk Silahlı Kuvvetleri'yle uyum içindeyiz. Tam bir görüş birliği içindeyiz" diyordu. Tekzip Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak'tan geldi: " Türk Silahlı Kuvvetleri, Atatürk'ün kurduğu laik Cumhuriyet'in temel ilkelerini hayata geçirmeye inananlar ve buna gönül verenlerle uyum içindedir. Bunlar dışında hiç kimseyle uyum içinde değildir." YOLREFAH, ÇANKAYA'DAN DÖNDÜ İktidar değişikliği kapıdaydı, diğer yanda ise darbe söylentileri. .. Ancak, Erbakan-Çiller ikilisinin iktidarlarından vazgeçmeye niyetleri yoktu... Sonuna kadar direndiler.. . Son çare olarak da Erbakan'ın daha çok bir devir teslim gibi göstermeye çalıştığı, Yolrefah formülünde uzlaştılar. Çiller başbakan olacaktı ama Erbakan, cumhurbaşkanının onayından sonra başbakanlığı yeniden ele geçirme hesabındaydı.. . Hesabı Çankaya'dan döndü. Demirel, Erbakan'ın istifasını kabul etti ancak, hükümet kurma görevini, Anayasa'nın 104. maddesindeki "Cumhurbaşkanı devlet organları arasında uyumlu çalışmayı gözetir" ifadesine dayanarak, "Ülkedeki gerginliği giderecek" olan Mesut Yılmaz'a verdi. Yılmaz, çıktığı liderler turu sonrasında Çiller'i ikna edememiş ancak, 30 Haziran 1997'de CHP'nin dışarıdan desteğiyle ANAP-DSP ve DTP hükümeti kurmayı başarmıştı. ONARIM HÜKÜMETİ Ecevit ise 1979'dan bu yana ilk kez hükümette yer alıyordu. 'Onarım hükümeti' ANASOL- D'nin işbaşına geldiği günlerde, MHP'de ileride siyasi tabloyu büyük ölçüde değiştirecek bir gelişme yaşanıyordu. Alpaslan Türkeş'in ölümünden sonra, oğlu Tuğrul Türkeş'e karşı ikinci kongreyi kazanan Devlet Bahçeli, 7 Temmuz 1997'de MHP genel başkanı ilan ediliyordu.. . ANASOL-D'nin ilk icraatı, RP'nin güçlü muhalefetine ve cuma eylemlerine rağmen, kesintisiz 8 yıllık eğitim yasasını Meclis'ten geçirmek oldu. ROMANTİK HAYALLERİMİZ VARDI DSP iktidardaki ilk kurultayını 7 Aralık 1997 günü yaptı. 4. kurultay, aynı zamanda Ecevit'in siyasete girişinin 43'üncü, Rahşan Hanım'la evliliğinin ise 50. yılıydı. Ecevit, gazeteci Fikret Bila'ya " Hiç ama hiç böyle bir yaşam düşlememiştik. Romantik hayallerimiz vardı. Küçük bir kasabada küçük bir evimiz olacaktı. Rahşan resim yapacaktı, ben şiir yazacaktım. Ama kendimizi siyasetin içinde bulduk" diyecekti... CHP'NİN DESTEK ŞARTI: ERKEN SEÇİM CHP'nin ANASOL-D hükümetine dışarıdan destek şartı 'erken seçim'di. Ancak Refah Partisi'nin Anayasa Mahkemesi'nce kapatılmasından sonra Yılmaz'a göre, CHP'nin bu kozu düşmüştü. ANASOL-D yoluna devam edecekti, seçim tarihine de kendileri karar verecekti. Hükümet, bir yılını geride bıraktığında Baykal, 'seçim hükümeti ve erken seçim' için yeniden hamle yaptı. En geç '99 Martında seçim istiyordu, ya da CHP'nin desteği çekilerek hükümet düşürülecekti.Uzun tartışmalar, formüller sonucu karar verildi: 18 Nisan 1999'da sandık başına gidilecekti. FETHULLAHÇI SUÇLAMASI Bu sırada DSP'de de ayrılık rüzgarları esiyordu. SHP'den koparak DSP'ye gelen Zonguldak milletvekili Mümtaz Soysal, Ecevit'i Fethullahçılıkla (12) suçlayarak partiden kopuyordu. 'Bir ayağı tarikatta, bir ayağı laiklikte' suçlaması ise yeni değildi. İlk kez 1995 Mart'ında Fethullah Gülen'le görüşen Ecevit, o görüşmenin ardından "Sayın Gülen'de laikliğe bağdaşmayan bir yön görmedim" diyor ve "Takiyye yapıyor olamaz mı?" sorusuna da "açık biri" cevabını veriyordu. Yine Mart 1998'de Roma'da Papa ile görüşmeye gittiğinde Roma Büyükelçisi Güven, Gülen'i havaalanında karşılamıştı. Askerlerden tepki alan bu davranışa Ecevit sahip çıkmış ve "Karşılamaya gitmesini Sayın Büyükelçi'den ben rica ettim" demişti. Bu olaydan yaklaşık bir yıl sonra patlak veren 'Gülen kasetleri'ne karşı tavrı da farklı olmayacaktı. Ecevit'e yönelik 'Bir ayağı tarikatta, bir ayağı laiklikte' suçlamalarına karşın Ecevit 'inançlara saygılı laiklik' vurgusunda ısrar edecek ve bu yöndeki eleştirileri 'sığ ve dar bakış açısı' olarak niteleyecekti. (13) ÇAKICI KASEDİ 1998 sonbaharı, 18 Nisan seçim sonuçlarını etkileyecek gelişmeleri de beraberinde getirdi. Yeraltı dünyasının ünlü ismi Alaattin Çakıcı, Fransız polisiyle ortaklaşa bir operasyonla yakalandı. Çetelerle mücadele sözü veren Hükümet sözünü tutmuştu. Ne var ki Çakıcı'nın Fransa'da yargılandığı günlerde bir televizyon kanalında yayınlanan ses bandı, hem hükümetin bir bakanını götürecek, hem Yılmaz'a hem de hükümete olan güveni sarsacaktı... Bantta Çakıcı'yla Eyüp Aşık telefonda görüşüyor, Yılmaz'ın adı geçiyor, Çakıcı, Bakan Eyüp Aşık'tan aldığı bilgilerle yer değiştirdiğini söylüyordu. Yılmaz'ın kendisini yeterince korumadığından şikayetçi oluyor ve o sıralarda özelleştirilmeye çalışılan bankalardan birini alması için teklifte bulunduğunu ifade ediyordu. Aşık önce, reddetse de daha sonra banttaki sesin kendisine ait olduğunu kabul ediyor ve istifa etmek zorunda kalıyordu. İstifa, 'bant'ın neden olduğu ANAP'ın kamuoyundaki olumsuz imajını düzeltecek gibi görünmüyordu... GÜÇLÜ HÜKÜMET GEREK Ancak, o günlerde Abdullah Öcalan'ın kaderi konusunda çok önemli gelişmeler oluyordu. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş, Hatay'dan yaptığı bir konuşmada Suriye'ye 'Ya Öcalan, ya Savaş' demiş, benzer bir mesajı Cumhurbaşkanı Demirel, 1 Ekim 1998'de Meclis'in açılışında tekrarlamıştı. 9 Ekim 1998'de Çankaya'da 'Suriye zirvesi' toplanmıştı. Aynı gün Suriye, Öcalan'ı bir uçakla Rusya'ya sınır dışı etmişti... Böylesi önemli bir gelişme güçlü hükümet gerektiriyordu. Ecevit ve Yılmaz, Baykal'a hükümete girme çağrısı yaptılar. Böylece hükümet, 2000 yılının sonuna kadar görevde kalabilecekti. Kamuoyu da bu formüle destek veriyordu. Ancak Baykal reddetti. İKİNCİ KASET ANASOL-D'NİN SONU 10 Kasım 1998'de iki televizyon kanalında yayımlanan bir başka ses bandı, ANASOL-D'nin de sonunu getirecekti. Bantta konuşan, Türkbank ihalesine girip, altı yüz milyon dolara alan Korkmaz Yiğit'ti. Yiğit'in bantta, Türkbank'ın satışında Mesut Yılmaz'ın doğrudan rol oynadığını, ihaleleri yönlendirdiğini ve Yiğit'in bankayı almasını sağladığını iddia ediyordu. Üstelik bir önceki bandın ortaya çıkmasından hemen sonra Türkbank ihalesi incelemeye alınmış ve Yiğit'in bankası Bankekspres' in içinin boşaltıldığı anlaşılmıştı. Yiğit bu konuşmaları yaparken, CHP lideri Baykal hükümet hakkında gensoru imzalıyordu. Yılmaz, Yiğit'in kendisiyle ilgili iddiaları reddetti ve Yiğit aleyhine dava açtı, ancak bu hükümetin kaderini değiştirmeyecekti. .. Ecevit ise şaşkındı; bir yanda ortağı hakkındaki iddialar, diğer yanda iyice köşeye kıstırılan ve yakalanmasına ramak kalmış Öcalan... Ecevit, son olarak İtalya'ya geçen Öcalan'ın iadesi için yoğun baskının sürdüğü günlerde hükümet krizinin doğru olmadığını, iddiaların ciddi biçimde araştırılması gerektiğini ancak hükümete mal edilmemesi gerektiğini savunuyordu. DSP AZINLIK HÜKÜMETİ Ancak, Meclis'te ANASOL-D hakkında verilen üç gensorunun gündeme alınması kararlaştırıldı ve 25 Kasım 1998'de 55. hükümet düşürüldü. Ecevit ise hükümet kurmakla görevlendirildi. Ancak Ecevit, Fazilet Partisi dışındaki bütün seçenekleri denemesine, işçi ve işveren örgütlerinin deklarasyonla destek vermesine karşın görevi iade etmek zorunda kaldı. Top Demirel'deydi. Tüm liderlerle tek tek görüşen Cumhurbaşkanı, ortak eğilimin, liderler dışında tarafsız bir ismin başbakanlığında bir seçim hükümeti olduğunu gördü. Tarafsız isim ise Anasol-D'nin Sanayi ve Ticaret Bakanı Yalım Erez olacaktı. Bu öneriye Çiller dışında tüm liderler onay verdi. Ancak, Çiller, Çankaya'nın operasyonu olarak gördüğü bu formülün, Erez'le DYP'yi hızlandırma projesi olarak görüyordu. Erez'in CHP'nin kesin desteğini aldığı gün, Çiller de Ecevit'i ziyaret etti ve hiç beklenmedik bir öneride bulundu: "Hükümeti siz kurun. Seçim koşuluyla, DSP azınlık hükümetini destekleyeceğiz." Çiller, Erez'dense Ecevit'in başbakanlığına razıydı. ANAP, öneri DYP'den de gelse başından beri Ecevit'in başbakanlığını destekliyordu. Yine destek verecekti. Bu durumda Yalım Erez'e görevi iade etmek düştü. Ecevit, 11 Ocak 1999'da 56. hükümeti kurdu. Ecevit, 20 yıl sonra Başbakanlık koltuğundaydı... Ecevit, hükümet sorununun çözülmesine yönelik gayretleri, ANAP ve DYP'yi yakınlaştırarak güçlü hükümet modeli için gösterdiği çabalar, ılımlı Faziletlerin de hükümette yer alabileceğini açıklayarak, 28 Şubat'tan beri kutuplaşan siyaseti uzlaştırma çabasıyla kamuoyunda güven yaratmıştı. ÖCALAN TÜRKİYE'DE Öte yandan Ecevit, başbakanlık görevini devraldığında, Abdullah Öcalan, İtalya'da sığınma talebine yanıt bekliyordu. Ancak İtalya, Türkiye'nin ABD'yi de yanına alarak yaptığı uluslararası baskı sonucu Öcalan'ı daha fazla misafir edememiş ve bilinmeyen bir yöne doğru yola çıkarmıştı. Öcalan, Roma'dan sonra Yunanistan'a geçmiş, özel bir uçakla Korfu Adası'na geçmiş, oradan da Nairobi'ye uçmuştu. Öcalan'ı gönderecek ülke bulamayan Yunanistan, Kenya'daki Yunanistan Büyükelçiliği'nde karar kılmıştı. Öcalan geçici olarak Nairobi'deki Yunan Elçiliği'nde misafir edilirken, Ankara ayrıntılı bir plan üzerinde çalışıyordu. Kamuoyunun dikkati ise Demirel ve Ecevit'in demeçleriyle bilinçli olarak başka yöne çevriliyordu. Plan başarıyla uygulanmış, 16 Şubat 1999'un ilk saatlerinde Öcalan Türkiye'ye getirilmişti... Öcalan'ın yakalanmasını 'devletin ve milletin başarısı' olduğunu vurgulayan Ecevit, bu konuyu seçim malzemesi yapmayacaktı. Ancak, bu tavrı seçim sandığında artı puan olarak dönecekti... 18 NİSAN SEÇİMLERİNİN GALİBİ DSP 18 Nisan 1999 seçimlerinden DSP 21.71 oy oranı ve 136 milletvekili ile birinci parti olarak çıktı. Ancak seçimin asıl sürprizini MHP yaptı. Ülkücü görünümünü yumuşatan Bahçeli liderliğindeki MHP, Öcalan'ın yakalanmasıyla esen milliyetçi rüzgarları, oya tahvil eden parti olmuştu... Erbakan'ın gölgesindeki Fazilet Partisi'nin yıpranmış, merkez sağ partileri ANAP ve DYP hüsrana uğramış, CHP ise darbe dönemleri hariç ilk kez Meclis dışında kalmıştı... Bu karmaşık Meclis aritmetiğinden nasıl bir koalisyon çıkacağı sorusuna kilitlenmişti... BU HANIMA HADDİNİ BİLDİRİNİZ Seçim sonuçlarının şoku atlatılamadan, 2 Mayıs 1999 günü Meclis'teki milletvekili yemin töreni, tansiyonu iyice yükseltti... FP'nin iki kadın milletvekilinden biri olan Merve Kavakçı, Meclis salonuna türbanıyla gelmişti... Ortalık karıştı. Önce DSP milletvekilleri ayağa kalktı, Kavakçı'yı protesto ettiler ve 45 dakika boyunca Kavakçı'nın salon dışına çıkması için sıra kapaklarına vurdular. Ecevit, bu sırada kürsüye geldi ve " Türkiye'de hanımların giyim kuşamına, baş örtüsüne özel yaşamlarına hiç kimse karışmıyor. Ancak burası kimsenin özel yaşam mekanı değildir. Burası devletin en yüce kurumudur. Burada görev yapanlar devletin kurallarına, geleneklerine uymak zorundadırlar. Burası devlete meydan okunacak yer değildir. Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz. " Protestolar üzerine, oturuma ara verildi. Oturum yeniden başladığında Merve Kavakçı salonda yoktu. Kavakçı hakkında daha sonra fezleke hazırlandı, milletvekilliği iptal edildi ve bir daha Meclis'e gelemedi. KOALİSYON ARAYIŞLARI Ecevit 7 Mayıs 1999'da Demirel'den hükümet kurma görevini almış, 8 Mayıs'ta liderlerle ilk tur görüşmelere başlamıştı. Kamuoyu dikkatle Ecevit-Bahçeli görüşmesinin sonucunu bekliyordu. İlk görüşme karşılıklı 'yoklama' havasında geçti. Ecevit, MHP'nin tam bir muamma olan yeni liderine MHP'nin 12 Eylül öncesi politikalarından duyduğu kaygıları dile getirdi. Bahçeli, pişmanlık yasasını hatırlatarak, kaygılarının karşılıklı olduğunu söyledi. Ecevit, 'kadrolaşma'dan çekincelerini ifade edip memurların merkezi sınavla alınmasını önerdi. Bahçeli kabul etti. Bahçeli, Ecevit'in türban konusunda Meclis'teki tavrını desteklediklerini ancak üniversitelerdeki türban sorunu konusunda tereddütlü olduklarını vurguladı. "MHP yeni bir sayfa açmak istiyor" dedi Bahçeli. Böylece ilk görüşmede, karşılıklı 'kaygı ve hassasiyetler' dile getirilmiş, ancak uzlaşılabilecek konular da belirginleşmişti... ANAP lideri Yılmaz'ın tavrı olumluydu; Ecevit'e her türlü desteği vereceklerdi. Çiller ise MHP ve ANAP'ın tavrını beklemeyi yeğliyordu. RAHŞAN ECEVİT'TEN MHP'YE SOĞUK DUŞ Sıra ikinci turdaydı... Liderlerden ikinci tur için 17 Mayıs 1999'da randevular alınmıştı... Ancak, 15 Mayıs'ta Rahşan Ecevit'in gazetelere yansıyan demeci, siyaseti karıştırdı. Rahşan Hanım, "Zorunlu görünen DSP-MHP ortaklığından kuşku" duyuyordu. Rahşan Ecevit, " Çocukları, gençleri örgütlediler, baskı altına aldılar. Hatta silahlandırdılar. 'Ya bizden olacaksın ya canından' dediler. Yıllarca sayısız can yaktılar, canlar aldılar. Bunların acısını unutmak kolay mı? (...) Normal olarak bir siyasi parti, sosyal ve ekonomik açıdan topluma ferahlık getirmek amacıyla kurulur. Çalışmalarını ve görüş ayrılıklarını buna dayandırır. Ama, 'Biz Asena adlı kurttan üredik, Orta Asya'dan buralara geldik, bu ülkede egemenlik bizim hakkımızdır' iddiasıyla, üstelik de kaba kuvvetle siyaset yapmaya kalkışanlar, ne demokratik anlamda parti sayılabilir ne de milli birliği güçlendirebilirler. Hele bir de buna din istismarını katarlarsa, milli birliği, toplum huzurunu, laikliği ve demokrasiyi büsbütün zedelerler. (...) Üstelik, kaba kuvveti yalnız siyasal örgütlenme için değil, maddi çıkar için kullananlara da kucak açtılar. Mafyalarla, çetelerle kaynaştılar. (...) MHP'li bir hükümet ihtimali gündeme geldiğinden beri gerçi, bazı iyimser çevreler, bu partinin artık değiştiğini öne sürüyorlar. Böyle düşünenlere mi, yoksa bu partinin 'hayır, değişmedik' diyen liderine mi inanalım, bilemiyorum. Umarım ve temenni ederim ki, 'Biz değişmedik' diyen yetkililere rağmen, 'değişmiş' olsunlar. Yine umarım ki ve temenni ederim ki hayırlı bir hükümet ortaklığı kurulabilsin. " diyordu. MHP buz kesmişti... KOALİSYONA ÖZÜR ŞARTI Bahçeli, Rahşan Hanım'dan özür dilemesini istedi: "Soğuk savaş dönemi psikolojisini yansıtan bu tür beyanlar, Türk demokrasisinin gelişimine indirilen çok ağır darbe olmuştur. Ortaya koyduğumuz siyaset yaklaşımı sabote edilmektedir. Bu durumda başta hükümetin kuruluşu olmak üzere, uzlaşma sürecinin sağlıklı gelişebilmesinin Demokratik Sol parti'nin milliyetçi-ülkü cü camiadan özür dilemesine bağlı olduğu açıktır. " Yanıt Bülent Ecevit'ten geldi: "Eşim Rahşan Ecevit, genel başkan yardımcısı sıfatıyla kendisine düşen bir görevi yerine getirdi. Bizim örgütümüzde, milletvekillerimizi n arasında ciddi kaygılar var. Ama hepsi de gerekirse MHP ile koalisyon kurulabileceğini kabul ediyorlar. Yani hükümetin kurulması konusunda ortada bizden kaynaklanan herhangi bir sorun söz konusu olmayacaktır. (...) Eşim adına, yardımcım adına ben özür dileyemem. Rahşan Hanımın da böyle bir gereksinim duyacağını sanmıyorum. Rahşan Ecevit, partinin her kesiminden gelen ve kamuoyunda da bazı kesimlerden gelen birtakım kaygıları, yalnız geçmişle ilgili değil, geçmişten bugüne yansımaları bulunan bazı kaygıları dile getirmiştir. Bunları da tabii MHP'nin değerli yöneticileri haksız bulabilirler, ama demokrasi açıklık rejimidir. " MHP, 17 Mayıs'taki randevuyu iptal etti, hükümet kuruluşu için başlatılan çalışmaları askıya aldı. DSP'nin özür dilemesinde ısrarlıydı. Ancak bekledikleri özür dilenmedi... DEMİREL DEVREDE Ecevit, MHP ile iplerin kopması üzerine, DSP-ANAP-DYP modeli için yoklamalar yapmaya başladı. Ancak, Yılmaz bu modele soğuktu. Demirel de öyle... Her ikisi de MHP ile DSP arasındaki buzların erimesi için çaba göstermeyi tercih ettiler. Ecevit de "MHP kapıyı açarsa görüşmelere devam ederiz, DSP açısından bir sorun yok" diyerek ortamı yumuşattı. Bahçeli, Demirel'le yaptığı görüşmeden sonra, iki gün süren iç değerlendirme yaptı. 22 Mayıs'ta da DSP-MHP-ANAP modeline 'evet' dedi. Ecevit'in başbakanlığındaki 57. Hükümet 28 Mayıs'ta Demirel'in onayını aldı. BEŞİNCİ BÖLÜM: HASTA YATAĞINDA
V.
BÖLÜM
HASTA YATAĞINDA 'Uzlaşı ve atılım hükümeti' olarak adlandırılan 57. hükümet, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde 27 aylık ömrüyle en uzun ömürlü koalisyon hükümeti olan 1. Milliyetçi Cephe Hükümeti'nin unvanını elinden aldı. 2 deprem ve 2 ekonomik krizle yüzleşti. Ecevit ise koalisyonun 'sayılan büyüğü' konumunu sonuna kadar korudu. Ecevit, siyasi kariyerini ve ömrünü, hem başarı, hem kaos öyküsü olan 57. Hükümet'in başbakanı olarak tamamladı. Genç ve idealist bir gazeteci olarak başladığı siyasi yaşamında, 'Milli şef'e başkaldırarak yükselmiş, 70'li yıllarda kitlelerin umudu Karaoğlan, Kıbrıs fatihi olmuştu. 80'li yıllarda siyasetten yasaklanmış, yılmamış 90'lı yıllarda 60'ından sonra tırnaklarıyla kazıyarak yeniden siyasete dönmüştü. Ve 21. yüzyılın başlangıcında Türkiye'deki dönüşümlerin altına imza attı. O, partisinde zaman zaman diktatörlükle suçlanan 'tek adam' oldu. Demirel'inden MHP'sine bir zamanlar kanlı bıçaklı olduklarıyla 'uzlaşma kültürü'nü yeşertti. Ecevit, genç Türkiye Cumhuriyeti' nin kaderinde 48 yıl boyunca rol oynadı. Siyasete girerken yaşıt olduklarının torunları da onu Başbakan olarak tanıdı. Ancak, hasta yatağından ülkeyi yönetme konusundaki ısrarı, son yıllarda yeniden yakaladığı saygınlığından çok şey yitirmesine neden oldu. GÖZÜMÜ DOLABA ÇARPTIM Bülent Ecevit, partisinin birinci olduğu 18 Nisan 1999 seçimlerinde 74 yaşındaydı. 36 yaşında bakan olan, CHP Genel Başkanlığını 47'sinde İsmet İnönü'den devralan genç adam yaşlanmıştı. 80'li yıllardan bu yana sağlık sorunları vardı. Ecevit çifti, 21 Kasım 1996'da ani bir kararla yurtdışına çıkmıştı. Basın, bu konudaki haberlere ne kadar ihtiyatlı yaklaşsa da "Ecevit, sağlık sorunları nedeniyle Danimarka'ya gitti" haberleri alıp başını yürümüştü. Ancak, gezi üzerindeki gizlilik merak duygularını daha da körüklüyordu. Ecevit, spekülasyonlara " Allah'a şükür hiçbir sağlık sorunumuz yok. Gezimiz tamamen özel bir gezi. Bizim bu yıl Rahşan'la evliliğimizin 50. yılı. Bu yıl hiç tatil yapamadık. Evlilik yıldönümümüz yaz aylarındaydı. Herkes iki ay tatil yaparken biz Meclis'te nöbet tuttuk. O zaman Rahşan'a 50. evlilik yıldönümümüz için bir haftalık balayı sözü vermiştim. Şimdi balayındayız " diye yanıt verecekti. Geziden döndüğünde ise gözündeki kızarıklık dikkat çekiyordu ancak Ecevit, "Danimarka'da yanlışlıkla dolap kapısına çarptım. Herhangi bir operasyon geçirmedim" diyordu. Kimse ikna olmamıştı... 29 EYLÜL'DE ZAFER BAYRAMI'NI KUTLADI 18 Nisan'dan sonra hükümeti kuran Ecevit'in sağlığına ilişkin dedikodular artık iyiden iyiye artmaya başladı. 29 Eylül 1999'da Başbakan Ecevit, ABD seyahatine çıkacaktı. Ankara Esenboğa'daki basın toplantısında, "30 Ağustos Zafer Bayramı'nda yurtdışında olacağını" söyledi. Salondakiler şok olmuştu... Ancak Ecevit devam ediyordu; "TSK ve aziz milletimizin Zafer Bayramı'nı şimdiden kutluyorum." KONUK BAKAN ŞOKTA İsmet Solak Ecevit'in sağlığıyla ilgili bir köşe yazısında kedisine anlatılan bir olayı şöyle aktarıyordu: "ABD Savunma bakanı ile görüşmesinde, 'İstanbul'a gidecek misiniz?' diye soruyor. Konuk bakan ise, 'İstanbul'a gitmiyorum' diyor. Bir süre sonra, 'Buradan İstanbul'a mı geçeceksiniz? ' diye yeniden soruyor. Konuk bakan, gitmeyeceğini yineliyor. Görüşmenin sonunda bir kez daha soruyor. Adam çok şaşırıyor. Çevresine şöyle bir bakıyor ve susuyor. " Yazının çıktığı gün DSP kulisinde herkes gergin ve sinirliydi. Yazılanların doğru olmadığını savunuyorlardı . ŞAYİALARA GÖRE ÖLDÜM Ecevit, ABD'de olduğu sırada da hep bu yönde sorularla karşılaşıyordu. Sitemkardı: "Görüyorsunuz halimi. Daha ne söyleyeyim, siz koyun teşhisi!" 2000 yılı Nisan ayında ise, Hindistan gezisi dönüşünde, resmi açıklamalara göre ağır bir gribal enfeksiyon geçirdi ve beş gün boyunca Or-an'daki evinde dinlendi. Bu süre içinde fısıltı gazeteleri öldüğüne ilişkin haberler geçiyordu. Beşinci gün, kameraların karşısına geçti ve gripten ötürü halsiz düştüğünü söyledi. Ama tartışmalar bitmiyordu.. . 2001 yılı başında bu kez doktoru Arif Abacı çıktı televizyon ekranlarına. Ecevit'in sağlık durumunun normal olduğunu ortaya koyan raporları isteyenlere göstereceğini söyledi. Ancak, bu raporlar hiç ortaya çıkmadı. 2 Temmuz 2001'de, Başkent Hastanesi'nde uzun süren bir doktor kontrolünden geçti. Çıkışta, 'kontrole geldim' diyordu. Kulağıyla ilgili bir sorun olduğu, kulaklığının yenilendiği açıklandı. Ecevit, hastane çıkışında merdivenlere oturarak habercilere poz verdi. 5 Temmuz 2001 sabahı ise Başbakan Bülent Ecevit'in öldüğü haberleri kulaktan kulağa tüm ülkeye yayılmıştı. Birkaç saat geçmiş ancak Ecevit ortalarda görünmemişti. Borsa'da endeks hızla düşüyordu. Saat 15:00 dolaylarında bir TV kanalının canlı yayınına katıldı, ekonominin gidişiyle ilgili bilgi verdi. 'Ben yaşıyorum' mesajı veren Ecevit, sağlığıyla ilgili bir soruya ise "Onları sizler daha iyi bilirsiniz. Öğrenin bana da bildirin" karşılığını verdi. Ecevit, gazeteci Sedat Ergin'in "Nasılsınız, iyi misiniz?" sorusuna sitemle yanıt veriyordu: "İyiyim işte... Şayialara göre ölmüş haldeyim ama..." Ecevit'e göre spekülasyonları basın ve borsa çevreleri körüklüyordu. 8 Temmuz 2001'de Ecevit, gazeteci Fikret Bila'ya şunları söylüyordu: CANLI YAYIN DEĞİL BANT "Borsayı alt-üst ettiler. Öldüğüm yolunda haberler çıkarttılar. Ben televizyona çıkıp ölmediğimi söylüyorum. Ama ona rağmen spekülasyonları nı sürdürüyorlar. Bunu o kadar ileri götürdüler ki, televizyondaki konuşmamın banttan verildiğini bile söylediler. Canlı olarak katıldığım televizyon programının bant kaydı olduğu söylentisini yayarak, yine borsayla oynamış oldular. Tabii bu, ülkeye çok büyük zarar veriyor. Bu spekülasyonlara son verilmesi lazım. Her gün basında konuşuyorum. Kameraların karşısında soruları yanıtlıyorum. Buna rağmen sağlığımla ilgili spekülasyon yapılmasını anlayamıyorum. " ANİDEN GELEN GENÇLİK 2001 sonbaharında, Başbakan'ın sağlığına ilişkin konular daha yüksek sesle konuşulur olmuştu. Bir yanda Türkiye'nin de taraf olduğu Afganistan'daki savaş, diğer yanda ekonomik kriz... Basında Ecevit'in jübilesini yapması gerektiğine ilişkin yazılar yayınlanmaya başlamıştı. Kimileri açıktan 'artık veliahtını ilan etsin' diyordu. 2002'nin ilk günlerinde çıkacağı ABD gezisi öncesinde Ecevit'in sağlığında gözle görülür bir iyiye gidiş vardı. Siyasi kulislerde, artık Ecevit'in hastalığından çok performansı konuşuluyor, 'sır'rı merak ediliyordu. Ecevit'teki gençleşme o kadar barizdi ki, genç kalmanın pek çok sırrı arasında Ecevit'li formüller de sayılmaya başlandı. Rahşan Hanım, Ecevit'in gençleşmesinin sırrını soran gazetecilere, "Bilemiyorum, Allah'ın işi..." demişti. Ancak, gerçek bir süre sonra anlaşıldı: Başbakan'ın sağlığındaki çarpıcı iyileşme, nörolojik tedavisinin sonucuydu. ÖZEL ZEVK ALIYORLAR Haberlere göre, sinir uçlarıyla kasların birleştiği noktalarda irtibat zayıflığı olarak tarif edilen 'myastenia' (miyasteni/ adale zayıflaması) hastalığı teşhisi konulan Ecevit'e üç ay süreyle başarılı bir tedavi uygulanmıştı. Ecevit bu haberlere sert tepki gösterdi. 28 Şubat 2002'de partisinin grup toplantısında, "Yıllardan beri bazı çevreler beni ölümün eşiğinde göstermekten özel bir zevk alıyorlar. Bunu Allah'a bıraksalar iyi olur. Sağlığım çok şükür yerinde. Hakkımda bu yalanları çıkaranlara da sağlık ve esenlik diliyorum " diyordu. YENİDEN HASTANEDE Ecevit'in ikinci baharı, 4 Mayıs 2002 cumartesi günü, uzun bir süre için yeniden kesintiye uğrayacaktı. 4 Mayıs'ta partisinin grup toplantısına katılması beklenen Ecevit ortalarda yoktu. Toplantıya katılan Rahşan Ecevit, partilileri sakinleştirdi: Belinden rahatsız, bugün evde istirahat edecek... Ancak, toplantı başladıktan yaklaşık bir saat sonra Rahşan Hanım, gizemli bir telefon alacak ve apar topar Or-an'daki evlerine gidecekti. Ecevitler, naklen yayın araçlarının kuşatması altında saat 13:00'te Başkent Üniversitesi Hastanesi'ne gittiler. Ankara tedirgindi. Doktoru Prof. Turgut Zileli, patolojik bir bulguya rastlanmadığını ancak Ecevit'in bir kaç gün daha hastanede kalabileceğini söyledi. Başbakanlıktan yapılan açıklamada ise Ecevit'in gribal enfeksiyon geçirdiği ve hastanede kapsamlı bir chek-up'tan geçeceği duyuruluyordu. Haberi duyan DSP'liler hastaneye akın etti. Dedikodulara göre ise Ecevit, o gün The Marmara Oteli'nin basılması ve otel müşterilerinin rehin alınmasına çok üzülmüş, bu nedenle de yatağa düşmüştü. GAZIM VARDI 26 saat sonra taburcu edilen Ecevit hastane çıkışında, bağırsak enfeksiyonundan kaynaklanan bir gaz sorunu ile karşı karşıya kaldığını anlatarak, " Uzmanların da bileceği gibi aslında geçici bir olaydır. Kalıcı bir hastalıkla ilgisi yoktur. Bu konuda, Başkent Hastanesi'ne başvurduğumda, beni geçen sefer olduğu gibi bu sefer de tepeden tırnağa araştırdılar ve hiçbir olumsuz konu olmadığını söylediler " diyordu. Gazeteciler Ecevit'e 'sizi bir daha ne zaman başbakanlıkta göreceğiz' dediklerinde Ecevit şunları söyleyecekti: "Çalışmaya nasıl olsa başlayacağım. Belki birkaç gün evde dinlenmem gerekir, duruma göre. Ama evde de olsa, çalışmalarımı elbette sürdüreceğim. Kendimi çok iyi hissediyorum. " Yakın zamanda çıkması beklenen Afganistan-Pakistan gezisinin ertelenip ertelenmeyeceğini soran gazetecilere Ecevit, 'sanmıyorum. Bunu gerektirecek bir durum yok' diye yanıt veriyordu. PROTOKOLE SADIĞIZ Ecevit cephesinde bu gelişmeler olurken, siyasi kulislerde de hükümet senaryoları konuşuluyordu. Ecevit'in çekileceğine olan inanç ise hepsinin ortak noktasıydı. Bahçeli ve Yılmaz ise "protokole, noktasından virgülüne sadığız" diyorlardı. Cumhurbaşkanı Sezer, 8 Mayıs'ta Ecevit'i ziyaret etti. 33 dakika sonra ayrılırken, "Başbakan çok iyi. Haftalık olağan görüşmemizi yaptık" dedi. ÇEKİLMİYORUM Ecevit, kendisini ziyarete gelen TBMM Başkanı Ömer İzgi aracılığıyla kamuyona çekilmeyeceğini açıklıyordu: " Ülke ekonomisinin düzelmeye başladığı şu sırada çekilmem her şeyin heba olmasına neden olur. Koalisyon başka bir başbakan çıkaramaz ve hükümet görevi bırakmak zorunda kalır. Yeni hükümet kurulması 3-4 ay alır, başta ekonomik olmak üzere tüm alanlarda kaybımız büyük olur. Ecevit, aynı görüşmede kendisinden sonra gelecek bir veliaht düşünmediğini de vurguluyor ve "Böyle bir olasılık üzerinde durmuyorum. Bu konuda bir isim ortaya atmak büyük hata olur, ortalığı karıştırır" diye konuşuyordu. Ecevit tam bir hafta sonra Or-an'daki evinde kameraların karşısına geçiyordu. KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın ziyareti nedeniyle basına kapılarını açan Ecevit'in solgunluğu, oturmakta zorlanması dikkatlerden kaçmıyordu. 'Ecevit'in sağlığını politika malzemesi yapmayız' diyen muhalefet, Mayıs ortalarına gelindiğinde Ecevit'in çekilmesi için baskı yapmaya başlamıştı. Artık açıktan açığa 'Ecevit'in zihinsel olarak da yetersiz olduğu' dillendiriliyordu. TELEFONDA TEŞHİS 14 Mayıs'ta Hürriyet'in Ankara Temsilcisi Sedat Ergin'e telefonda röportaj veren Ecevit'in günlerdir kamuoyundan gizlenen bir sırrı ortaya dökülüyordu. Doktorları, Ecevit'i hastaneden ayrıldıktan sonra hiç görmemişlerdi. Ecevit, sıkıntılarını doktorlarına sadece telefonla aktarıyor, doktorları telefonla teşhis koyuyorlardı. Herkes şok olmuştu... Tepkiler üzerine Sedat Ergin 15 Mayıs'ta yeniden Ecevit'le görüşmek istedi. Ecevit kabul etti. Bu kez evinde yüzyüze görüşeceklerdi. Bu görüşme, tepkileri ve tartışmaları iyice ayyuka çıkaran yeni bir bilginin daha ortaya çıkmasına neden olmuştu. Ecevit, hastaneden çıktıktan bir gün sonra evinde dengesini yitirmiş ve sırtını masaya çarpmıştı. Ağrısı sürüyordu. Ve tüm bunlara karşın doktorları onu görmemişti. Tepkiler, 'bizi çağırmadı' diyen doktorlarına olduğu kadar Rahşan Hanım'aydı da artık. VELİAHT TANIMINI HERKES KENDİ ÜZERİNE ALDI 17 Mayıs'ta Hürriyet gazetesinde Sedat Ergin'le yaptığı görüşmenin ikinci bölümü yayınlandı. Ecevit, veliaht için ilginç mesajlar veriyordu: "Maalesef arkadaşlarımızdan çoğu kendilerini yeterince tanıtamadılar. Bunlara fırsat vermemiz gerekir ve sonunda partililerimiz ve seçmenimiz sağlıklı bir seçim yaparlar. " Mesajı herkes kendince yorumladı. DSP hareketlendi. Daha önce kamuoyunun tanımadığı pek çok DSP'li ekranlarda görünmeye başladı. Aynı gün, Ecevit'in ilk hastaneye kaldırılmasından tam 14 gün sonra, Prof. Mehmet Haberal ile Prof. Turgut Zileli sabah aniden Or-an'daki evine giderek, Ecevit'i hastaneye götürdü. Doktorlar, "Madem o çağırmıyor, siz niye gitmiyorsunuz" eleştirileri karşısında daha fazla pasif kalmayı göze alamamışlardı. Muayenesinde sol dokuzuncu kaburgada travmatik kırık ve yumuşak doku zedelenmesi, sol bacakta da başlangıç safhasında tromboflebit (siyah damarların iltihaplanması ) saptandı. Ecevit, 12 gün kırık kaburgayla yaşamıştı; bir hafta daha hastanede kalacaktı... RAHŞAN'A YÖNELİK İTHAMLAR AKIL DIŞI Ecevit, ertesi günü gazetelerde çıkan yorumlara sert tepki gösterdi. Hastane odasından yaptığı yazılı açıklamada, "Rahşan Ecevit'e yöneltilen ithamlar son derece çirkindir. Yaşamı süresince bana her türlü desteği veren, yardımı yapan eşim ve yardımcım Rahşan Ecevit'e benim sağlık durumumla ilgili yöneltilen ithamlar akıl dışıdır " dedi. Ecevit, doktorlara görünmemesinin nedenini ise "Yeniden hastaneye başvurmam durumunda ekonomiye zarar verecek senaryolar üretilebileceğini düşünmemdir. Nitekim öyle olmuştur" diye açıklıyordu. Bu açıklamanın ardından da hastane penceresinden partilileri selamlıyordu. HASTAYIM AMA GİDEMEM Başkent Üniversitesi Hastanesi'nde 21 Mayıs'ta liderler zirvesi toplandı. Böyle bir şey, siyaset tarihinde ilk kez oluyordu. Toplantıya Ecevit başkanlık ediyordu. Yaklaşık iki saat süren toplantıdan sonra "Hükümet uyum içinde, erken seçim yok" açıklaması yapıldı. 27 Mayıs'ta taburcu olan Ecevit, Or-an'daki evine çekilmeden önce hastanede yaptığı açıklamada, "Ben iyiyim" dedi. Ertesi günü 57. Hükümet'in kuruluş yıldönümüydü... Üçüncü yılını dolduran hükümet adına Ecevit çıktı kameraların karşısına. Hükümetin üç yıllık icraatını, tane tane okudu elindeki kağıtlardan. Bitkin görünüyordu. Ayakları şişmişti. Metni okumayı bitirince gazeteciler sordu, "çekilecek misiniz?.." Ecevit, ilk kez kamuoyu önünde hasta olduğunu kabul etti. " Nöroloji ile ilgili konular çok hassas. Her konuyu, her işi yapamayabilirim" dedi. Ancak "Emekliliğimin bedeli Türkiye için ağır olur" diyerek görevi bırakmayacağını belirtti. Ecevit, 30 Ağustos'ta toplanan Milli Güvenlik Kurulu'na da katılamayınca 'çekil' baskısı artmaya başladı. Ecevit, 1 Haziran'da basın danışmanı aracılığıyla " Görevimin başındayım, çekilmeyeceğim" açıklaması yaptı. Bahçeli, ortağına destek vermekte gecikmedi, "sonuna kadar yanındayız." AB ZİRVESİ Ecevit'in, Cumhurbaşkanı Sezer'in çağrısıyla 7 Haziran'da toplanacak olan AB zirvesine katılacağı açıklandı. Sezer, ertesi günü gazetecilerin sorularını yanıtlarken Ecevit'in gelememesi durumunda parti tüzüğünün yetkili kıldığı bir ismi çağıracağını söyledi. 7 Haziran'da zirve için soluklar tutulmuştu. Sabah saatlerinde Ecevit'in katılamayacağı ortaya çıktı. DYP lideri Çiller ise günlerdir, 'Ecevit gelmezse zirve kadük olur' yollu açıklamalarına uygun davrandı ve zirveye gitmedi. 9 Haziran Pazar günü gazeteciler Or-an'daki evin bahçesine davet edildi. Ecevit, basın toplantısı düzenleyecekti. Ecevit, ilk kez kamuoyunun önüne kravatsız çıkıyordu. Pazar sabahına uygun spor bir gömlek giymiş olan Ecevit, Türkiye-Kosta Rika maçından yarım saat önce başlattı toplantıyı. Maçın başlamasına birkaç dakika kala da bitirdi. Son günlerdeki idam tartışmalarına ilişkin yorumlarını aktarmıştı Ecevit. Mesajı netti: AB sorunu Meclis'te biter. Toplantı kazasız atlatıldı. KABİNE'DE ERKEN SEÇİM TARTIŞILIYOR Son olarak 29 Nisan'da yapılan Bakanlar Kurulu toplantısı, 10 Haziran'da Ecevit'in Bahçeli'ye ricasıyla toplandı. Toplantıya Bahçeli başkanlık etti. Ecevit'in koltuğu boş tutulmuştu. Toplantıda konuşulanların ortaya çıkması çok sürmedi. Haberlere göre, Merkez Bankası Başkanı'na "erken seçimin, ekonomiyi etkileyip etkilemeyeceği" sorulmuştu, Serdengeçti 'etkiler' demişti. İMZADAKİ DEĞİŞİKLİK 13 Haziran'da Hürriyet gazetesinin bir haberi Ecevit'in sağlığıyla ilgili kaygılara bir yenisini ekliyordu. Hürriyet, Başbakan'ın eski ve yeni imzalarını grafoloji uzmanlarına inceletmiş, uzmanlar, Ecevit'in rahatsızlıktan önceki imzalarında bulunan oval ve kararlı çizgilerin, rahatsızlanması ndan sonra yerini, keskin ve açılı çizgilere bıraktığını söylemişlerdi. Uzmanlara göre Ecevit'in imzasındaki belirgin değişiklik, nöroloji hastalarına özgüydü ve Ecevit'in hareketlerindeki kontrol yeteneğinin azalmasından kaynaklanıyordu. ENİŞTE BURADAYIZ İŞTE 15 Haziran'da Rahşan Ecevit'in memleketi olan Şebinkarahisar' dan 3 bin 500 kişi Ankara'ya Ecevit'e geçmiş olsun ziyaretine geldi. 40 otobüs ve 25 midibüsle gelen kalabalık, Or-an'ı adeta miting alanına çevirdi. Rahşan Ecevit, "Bugün sessiz çoğunluğun sesi olarak buradayız" diyen hemşehrilerine otobüsün üzerinden seslendi. Şebinkarahisarlı lar, "Enişte buradayız işte" pankartıyla, Ecevit hakkındaki spekülasyonlara yanıt vermek istemişlerdi. EKONOMİ SİYASETTEN NEM KAPIYOR Ecevit, işlerin başında olduğunu kanıtlamak için Or-an'daki evinde ekonomi ve dış siyaset toplantıları düzenledi. 17 Haziran'da Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş ve ilgili bürokratlar, 18 Haziran'da da Dışişleri Bakanı İsmail Cem ve ekibi Oran Şehri'ndeki çalışma ofisinde Ecevit başkanlığında toplandı. Aynı gün bir televizyon kanalına canlı yayın konuğu olan Ecevit, piyasaların siyasetten etkilenmesine itiraz ediyor "ekonomi, siyasetten çok çabuk nem kapıyor" sözleriyle adeta sitem ediyordu. Ecevit'in asıl mesajı ise 'çok yakında döneceğim'di. DSP grubu en son 25 Nisan'da toplanmıştı. İki ay sonra, 20 Haziran'da yapılacak toplantıya Ecevit'in 'büyük olasılıkla' katılacağı duyuruldu. Ecevit, aynı gün DYP lideri Çiller'le de görüşecekti. Ancak, Ecevit'in doktorları bir kez daha toplantıya katılmasına itiraz edecekti. ECEVİT'E GENSORU Ecevit, basın mensuplarına el yazısıyla kaleme aldığı bir mesaj göndermişti: "Hekimler bugünkü temaslarımı gerçekleştirmemi uygun bulmadılar" diyordu. Bir süredir yüksek sesle Ecevit'in çekilmesini isteyen muhalefet yeni bir adım atacaktı. Saadet Partisi, "Ülke yönetiminde aciz kaldığı, ekonomide krize yol açtığı" iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında gensoru açılmasını istiyordu. 21 Haziran'da Ecevit'in omurgasında yeni kırıklar olduğu iddia edildi. Ecevit, iddiaları yalanladı. DSP İÇİNDEN UTANGAÇ 'ÇEKİL' ÇAĞRISI Muhalefetten yükselen 'çekil' çağrılarına ilk kez 25 Haziran'da parti içinden de destek geldi. 9 milletvekili, 'bu çekil çağrısı değildir' yollu utangaç cümleler etseler de, Ecevit'e 'çekil' diyordu. Ortak bildiride, hükümetteki uyum ve uzlaşmanın bir süredir bozulduğuna dikkat çekiyor ve bunun tek nedeninin Ecevit'in hastalığı olmadığını vurguluyorlardı . DSP'nin ülkedeki sorunların üstesinden gelebilecek tek siyasi oluşum olduğu savunulan bildiride " DSP, hem örgüt temelinde hem de yerel yönetimler ve TBMM zeminlerinde Ecevit'lerin öncülüğünde Ecevit'siz yaşama geçebilmelidir" deniliyordu. 55 GÜN SONRA KÖŞK'TE Ecevit doktorlarının tüm uyarılarına karşın 27 Haziran'da yoğun bir gün geçirecekti. Önce Köşk'e çıkıp Sezer'le yarım saat görüşecek ardından partisinin grup toplantısına katılacaktı. Toplantıda, Hüsamettin Özkan yoktu. Salon, Ecevit için özel olarak yeniden düzenlenmiş, basamak çıkamayacağı düşünülerek, zemine portatif bir kürsü kurulmuştu. Ecevit, bu toplantıda alttan alta yürüyen erken seçim tartışmasının, Bakanlar Kurulu'nda açıktan dillendirmesine tepkisini dile getirecekti. Bu tartışmalara tepki duyan Ecevit'in çaresizliği, ağzından dökülen şu sözlerde somutlaşmıştı: Ben erken seçim istemiyorum ama ufukta seçim göründü. Ecevit, tam bir saat sonra "Yanlış anlaşıldım. Erken seçime karşıyım. Nisan 2004'ten önce seçim söz konusu değil" diyerek sözlerini düzeltmek isteyecekti ama ok yaydan çıkmıştı artık. Yoğun bir gün geçiren Ecevit, ertesi günkü MGK toplantısına katılamayacaktı ama iki gün sonrası için ortaklarını zirveye davet edecekti. DİL SÜRÇMESİ PARKİNSON'DAN Ecevit doktorlarını dinlemiyordu. Aynı gün hemgrup toplantısına katılmış, hem de Köşk'e çıkmıştı. Üstelik Pakistan gezisine çıkacağını açıklamıştı. Doktorları, Ecevit'e Atatürk'ün Mersin gezisine hatırlatacak ve "Atatürk de doktorlarını dinlemeyip Mersin gezisine çıktı. Bu geziye çıkması ömrünü 6 ay kısalttı" diye uyaracaklardı . Doktorları, Ecevit'in grup konuşmasındaki zorlanmaları ve dil sürçmelerini soran yakınlarına da, "Bu normal. Parkinson hastalarında bu olur" diyeceklerdi. Aynı günlerde gazeteler, "kemik erimesine bağlı omur çökmesinde kullanılan yeni uygulama olan kifoplasti tedavisinin neden uygulanmadığı"nı soruyorlardı. Başkent Üniversitesi Hastanesi'nden yapılan açıklamada, iddialara "gerek görmedik" diye yanıt verilecekti. RAHŞAN ECEVİT, ÖZKAN'A TAVIR ALIYOR 28 Haziran'da ikinci kez Ecevit'siz toplanan MGK'dan sonra kulislere yayılan haberler, DSP'deki büyük kopuşun ayak sesleriydi. Toplantıdan sonra Hüsamettin Özkan, Ecevit'i aramamış, toplantıya ilişkin bilgi vermemişti.Ecevit, olan biteni MGK Genel Sekreterliği'nin hafta içinde kendisine sunacağı rapordan öğrenecekti. Sonradan anlaşılacaktı ki, Rahşan Ecevit ve yeni gözdeleri, Özkan'a "Ecevit'i hastalığı süresince savunmadığı" gerekçesiyle tavır alıyordu. Özkan'a yakın DSP'li bir bakan, "Başbakan arayıp sormayınca Özkan ne yapsın? Eve telefon açtığında karşısında Rahşan Ecevit'i bulma ihtimali yüksek. Rahşan Ecevit'in olumsuz tavrıyla karşılaşabilirdi. O zaman daha kötü olurdu" diyecekti. Bu tavrın altında yatan en önemli neden bir kaç gün sonra gazete sayfalarına da yansıyordu. MGK toplantısından sonra üç Başbakan Yardımcısı, "Başbakan gelemeyecek durumda olsa bile, bundan sonra Bakanlar Kurulu da, Yüksek Planlama Kurulu da zamanında yapılacak..." kararı almıştı. Karar, DSP'de, Genel Merkez ile Hüsamettin Özkan arasındaki savaşın da bir yansıması olarak değerlendiriliyordu. Başka deyişle, Genel Merkez'in Özkan'ı dışlayıcı tutumuna karşı bir duruş. ECEVİT GİT DERSE GİDERİM... Karar, Genel Başkan Yardımcısı Rahşan Ecevit'in şimşeklerini üzerine yağdırdığı Hüsamettin Özkan'ı Başbakanlık'ta yeniden aktif hale getirecek, AB yasaları konusunda devre dışı kalan Özkan'ın tekrar 'kriz çözen, hükümette uyumu sağlayan' pozisyonu kazanmasına neden olacaktı. Aynı gün kulislere, hükümetin DSP kanadında kabine değişikliği olacağı haberleri yayıldı. Haber merkezlerine önce, "Özkan pazartesi günü Ecevit'ten izin isteyip liderler zirvesine katılmayacak" haberi geldi, hemen ardından "Ecevit, Özkan'ı görevden alıyor" haberi... İddialara göre, Özkan'ın yerine, Rahşan Ecevit'e yakın isimlerden Grup Başkanvekili Emrehan Halıcı, Genel Başkan Yardımcıları Tayfun İçli veya Zeki Sezer'den biri gelecekti... Özkan ise soğukkanlı görünüyor ve söylentilere şu şekilde yanıt veriyordu: Başbakan git derse giderim, gel derse gelirim, saygıda kusur etmem. HÜKÜMET 2004'E KADAR İŞBAŞINDA 1 Temmuz'da Özkan'sız toplanan Bakanlar Kurulu'ndan sonra Ecevit, ortaklarını da yanına alarak, "Nisan 2004'e kadar görevdeyiz" mesajı veriyordu. Aynı toplantıda Ecevit, Ab konusunda kamuoyu önünde söz düellosuna girişen ortaklarını uyarmış ve 'uzlaşın' çağrısı yapmıştı. 3 gün sonra ekonomi kurmaylarını da yanlarına alan hükümet ortakları, 4 saat süren bir toplantı yapacak ve kamuoyuna 'herşey yolunda' mesajı vereceklerdi. Ancak, toplantının perde arkası bir kaç gün sonra açığa çıktığında, hem DSP'nin hem de 57. Koalisyon Hükümeti'nin kaderi geri dönülmez bir rotaya girecekti. Öte yandan, hükümet 'yıkılmadık, ayaktayız' mesajı verse de sivil muhalefet sesini yükseltmeye başlamıştı. TOBB Başkanı Rifat Hısarcıklıoğlu, Mayıs'tan bu yana Türkiye'nin 5 yıl geriye gittiğini vurgulayarak "çözüm üreten siyaset" istediklerini söylemişti. YILMAZ'DAN TEKZİP GİBİ AÇIKLAMA Üstelik aynı günlerde kameraların karşısına çıkan DSP Grup Başkanvekili Emrehan Halıcı, Ecevitler'e yönelik kampanya karşısında Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan dahil bazı üst düzey yöneticilerin sessiz kalmasının kendilerini endişe, kuşku, kaygı ve soru işaretlerine sevkettiğini söyledi. Halıcı, "Kimse heveslenmesin, Sayın Ecevit çekilmeyecektir" diyerek görünürde durulmuş suları yeniden bulandırıyordu. Koalisyon ortaklarının 'işbaşındayız' sözlerine adeta bir tekzip de Yılmaz'dan geliyordu. Yılmaz, Ecevit'in kısa zamanda tekrar görevine aktif olarak başlayacağı konusunda kamuoyunu rahatlatacak açıklamanın, bir sağlık heyeti tarafından yapılması gerektiğini söylemişti. YENİ BİR SİYASİ SENARYO YENİ BİR DEPREM MHP lideri ve hükümet ortağı Devlet Bahçeli, ortaklarıyla birlikte yaptığı "Nisan 2004'e kadar işbaşındayız" açıklamasından bir kaç gün sonra, 7 Temmuz'da Bursa'da "siyasi belirsizlik sorununun çözümü için 3 Kasım'da erken seçim" yapılmasını önerdi. Bahçeli'nin şaşkınlık uyandıran önerisinin kaynağı kısa sürede açığa çıkacaktı. Bahçeli'nin çıkışı, 4 Temmuz'daki toplantıya dayanıyordu. Bahçeli, ekonominin patronu Kemal Derviş'in, toplantının gizliliği konusundaki ısrarına rağmen, kamuoyuna bilgi sızdırdığını ima ediyor, Derviş'e şuçlamalarını şöyle sürdürüyordu: "Başta sayın Derviş omak üzere, ekonominin teknik yönden herhangi bir eksikliğinin bulunmadığı, son günlerdeki faiz ve döviz kurlarındaki yükselmenin, siyasi belirsizlikten kaynaklandığı ve bu siyasi belirsizliğin ve olumsuz güven ortamının temel kaynağının ise sayın Başbakan'ın sağlık meselesi olduğunu ifade etmişlerdir. Türkiye-AB ilişkilerindeki, uyum yasalarının gecikmiş olmasını da eklemiştir. Sayın Derviş Bey'e yönelttiğim soru şudur; O zaman soruyorum, bu siyasi belirsizliği giderebilmek için bir öneriniz var mı? Sayın Derviş'in buna verdiği cevap, "Yeni bir siyasi senaryo"dur. O zaman bu siyasi senaryo ne olacak? Bu konuda bir açıklama yok. Ama gazetelerde, farklı farklı yeni siyasi senaryonun ne olacağına dair de bazı köşe yazarlarımız, bazı dış basın, bazı değerlendirme gruplarının raporları bunun işaretlerini veriyor. Ecevit'siz ve MHP'siz bir yeni siyasi oluşum. Yeni siyasi iktidar yolu. Bunu kim yapacak, nasıl yapacak? Bunları açıklayan yok." Daha sonra Ecevit'in de "DSP'ye karşı kundaklama eylemine girişildi" diye ısrarla vurgulayacağı düşüncenin temeli, Bahçeli'nin bu yorumuna dayanıyordu. ÖZKAN YALNIZ GİTMİYOR Bahçeli'nin "hükümeti devirmek için gizli bir senaryo" yazıldığı yönündeki sözlerinin artçı şoku, DSP'de taşları yerinden oynatacaktı. Ertesi gün, Ecevit'in sağ kolu, prensi Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan, hem hükümetteki görevinden hem de partisinden istifa edecekti. Özkan yazılı bir açıklama yaparak "Görüşmemizde Sayın Başbakan'ın benim çalışmalarıma artık gereksinimi olmadığı ortaya çıktığından DSP'den ve bakanlık görevinden istifa ediyorum. Bugüne kadar Sayın Ecevit ile geldim, onunla giderim dedim. Bugün bu sözümü de tutuyorum. Hatta onun isteği üzerine ondan önce gidiyorum. 11 yıl sonra Sayın Başbakan'dan siyasette duygusallığa yer olmadığını öğrendim" diyordu. Özkan'ın gidişinin hemen ardından Kültür Bakanı İstemihan Talay ile Recep Önal, Meclis Başkanvekili Ali Ilıksoy ve bazı milletvekilleri de istifaya başladı. İstifalar kısa sürede çığ gibi büyüdü, ufukta yeni parti görünmüştü. İstifalarla koalisyon hükümeti TBMM'deki sayısal desteğini yitirirken, erken seçim kararı alındı ve 3 Kasım 2002'de yapılan erken genel seçimlerde yüzde 1.22 oy alan DSP, parlamento dışında kaldı. AKTİF SİYASETE SON Genel başkanlıktan ayrılma kararını 3 Kasım seçimlerinden önce olduğu gibi seçimlerden sonra da zaman zaman dile getiren Bülent Ecevit, 22 Mayıs 2004 tarihinde düzenlediği basın toplantısıyla halefini ilan etti ve görevi Genel Başkan Yardımcısı Zeki Sezer'e devretmek isteğini belirtti. DSP 6. Olağan Büyük Kurultayı'nda 1954 yılında CHP Çankaya Gençlik Ocağı'na üye olarak başladığı aktif siyasi yaşamına son veren Bülent Ecevit, o tarihten sonra da yaptığı bazı açıklamalarla gündem yarattı. Yaşamının son dönemlerinde 'solda birlik' için çalışmalar yürüttü. Ecevit, verdiği vasiyet niteliğindeki son söyleşisinde, sol partilerin ittifak yapması gerektiğini söylemiş ve Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen'i lider adayı olarak önermişti. 17 Mayıs'ta Danıştay'a yapılan kanlı saldırıda hayatını kaybeden İkinci Daire üyesi Mustafa Yücel Özbilgin'in ertesi gün Kocatepe camii'ndeki cenazesine katılan Ecevit, ertesi gün rahatsızlandı. cenaze töreninde halsiz olduğu gözlenen Ecevit'in aşırı strese bağlı olarak beyin kanaması geçirdiği açıklandı. GATA'da 7,5 saatlik bir operasyon geçiren Bülent Ecevit, yaklaşık 6 ay süren tedavinin ardından 5 Kasım gecesi yaşamını yitirdi... Yararlanılan Kaynaklar: 1) CHP (1919-1999)/ HİKMET BİLA/ Doğan Kitap/ Ekim 1999 2) Phoneix- Ecevit'in Yeniden Doğuşu/ FİKRET BİLA/Doğan Kitap/ Mart 2001 3) Bir Karaoğlan Hikayesi-Bülent Ecevit/ SÜLEYMAN KURT/Birey Yayıncılık/ Mayıs 2002 4) Ecevit ile CHP- Bir Aşk Nefret Öyküsü/DOĞAN KOLOĞLU/Büke Yayıncılık/ Haziran 2000 5) Hürriyet arşivi Turkish sorrow at Ecevit deathPOSTED: 6:12 a.m. EST, November 6, 2006ANKARA, Turkey (CNN) -- Bulent Ecevit, the Turkish politician, poet and journalist whose career spanned nearly half a century, has died aged 81. Ecevit died on Sunday night in a military hospital in Ankara, where he had been in a coma since suffering a stroke on May 18, the hospital said in a written statement. His lungs collapsed, it said. Soon after the news was made public, thousands of mourners gathered outside the hospital in a show of grief over the death of the former prime minister and former member of Turkey's Parliament whose secularist leanings and intellect helped shape his country's politics. Others expressed their sorrow in writing. "He has always been an exemplary personality of our political history," said President Ahmet Necdet Sezer. "During his lifelong service to the country, he has put ethical values ahead of all other duties ... he has gained a respectful place in the hearts of our nation." "It is a very sad day," said former Foreign Minister Ismail Cem. "But I have one comfort in knowing that he achieved and realized most of his political goals he set out in his political life. He contributed to the strength of the left, and its acceptance by large groups, and for Turkey's advancement." "In Turkey, he was the last leader whose name is associated with hope," said Ridvan Akar, a Turkish journalist. "His name was written on the mountains and rocks for hope. It is a giant loss. He made us understand honesty, respectability, honor and modesty. With his passing, the era of honesty, honor and modesty is closed now. I knew him as a human being and a leader." "We lost a giant from our political life who had very high ethical values, and an unforgettable guardian of our democracy and our secular republic," said former Foreign Minister Hikmet Cetin. "He put respect for Turkey above everything. It is a giant loss, especially when we think about what is happening with secularism ... he never wavered in his stand for it." Former Foreign Minister Ismet Sezgin described Ecevit's passing as the loss "of a democracy legend ... a giant child, an artist, a man of many hearts." Bitter defeatBorn in 1925, the son of a medical professor who was himself a poet and a member of Parliament; his mother was an artist. In 1946, he married his classmate, Rahsan Ecevit, who would work him throughout his political life. That year, he worked as a press officer in the Turkish Embassy in London, and continued as a journalist until 1957, when he became the youngest member of Parliament. By 1972, he became prime minister, the first left-winger to achieve the position. It was a post he was to win four more times, until he met his final bitter defeat in 2002. "He was a great thinker," said Hadi Sekura, of Chatham House, a London-based organization for the analysis of international issues. "He was a strong social democrat. At the same time, he was a very, very strong nationalist, which appealed very much to Turkey's sensibilities and political inclinations." At home, Ecevit was responsible for authorizing trade unions and giving workers the right to strike. Later, came social reforms like making the divorce laws more equitable. And constitutional changes, like banning the death penalty. That move spared the life of Abdullah Ocalan, the leader of the Kurdistan Workers Party -- a militant separatist movement accused of staging cross-border attacks from Iraq into Turkey -- who was hunted down in Kenya and returned to Turkey for trial during one of Ecevit's terms in office. It was Ecevit who started to pave the way for eventual Turkish entry into the European Community, making this claim at the Helsinki summit in 1999: "This candidacy and in due time full membership to the EU is Turkey's birthright -- by virtue of Turkey's historical development, its geography and its present-day attributes." Though the dove of peace was the symbol of Ecevit's party, he authorized Turkey's invasion of northern Cyprus in 1974, when Turkish Cypriots feared a Greek military coup. It was an action that has left Cyprus divided to this day, but Ecevit had no second thoughts. "Turkey lost a political philosopher," said Husamettin Cindoruk, former president of Parliament. "We will never forget his honesty, his deep experience and his decisions about Cyprus ... he created a rhythm for the left, gave it color and always worked to create political parties with concept, thought and philosophy; he was a leader for politicians with concept." "He never had any regrets," Sekura said. "He was always a staunch nationalist until the last days of his life." Ecevit, a short, slight man whose big spectacles, fierce mustache and ever-present blue cap made him instantly recognizable, was always a strong secularist. His last public appearance was at the funeral of a judge apparently killed for upholding the ban on the wearing of Muslim headscarves. But his long survival reflected political realism too. But Sekura said Ecevit showed himself willing to compromise his secularist values. "In the 1970s, he organized a political coalition with the Islamic National Salvation Party which brought him into power in 1974," he said. "So, on the one hand he was a strong secularist, but in political terms he was willing to do compromises to get into government." In the end, with his health failing and the Turkish economy having to call in the International Monetary Fund, he may have stayed on too long. Coalition bickering over the economic crisis finished Ecevit and his party, but not before he had authorized an economic reform program that has boosted Turkey's hopes of one day achieving EU membership. CNN's Robin Oakley and Talia Kayali contributed to this story from London and Atlanta. http://www.cnn. com/2006/ WORLD/europe/ 11/06/ecevit. obit/index. html
AP/BURHAN OZBILICI
Le premier ministre turc Bülent Ecevit
adressse un message à la nation, le 28 mai
2002.
L'ancien premier ministre turc Bülent
Ecevit est mort
LEMONDE.FR avec AFP | 06.11.06 |
06h47 • Mis à jour le 06.11.06 | 08h27
'ancien premier ministre turc Bülent Ecevit est
mort, dimanche soir 5 novembre, à l'âge de 81
ans, dans un hôpital militaire d'Ankara où il
était hospitalisé depuis mai à la suite d'une
hémorragie cérébrale. C'était un vétéran de la
gauche, un nationaliste convaincu et un symbole
de probité, surtout connu pour avoir donné à
l'armée turque l'ordre d'intervenir à Chypre en
1974.
Sa santé chancelante et l'effondrement de la coalition gouvernementale qu'il dirigeait depuis 1999 ont sonné le glas d'une carrière de plus de quarante ans qui l'aura vu cinq fois premier ministre. Il débute dans le journalisme en 1950 au sein de la presse proche du Parti républicain du peuple (CHP, social-démocrate) , le parti du fondateur de la République, Mustafa Kemal Atatürk. En 1959, il est élu chef régional du parti à Zonguldak, une région minière du Nord-Ouest, sur la mer Noire. Bülent Ecevit grimpe vite les échelons du CHP, dont il devient secrétaire général en 1966 avant d'en prendre la direction en 1972, succédant à l'ex-premier ministre et président de la République Ismet Inijnü, camarade d'Atatürk et héros national de la guerre de libération (1919-1922) qui l'avait fait entrer en politique. CHARISMATIQUE Chef charismatique, porté par la vague de gauche des années 1970, il devient premier ministre à la tête d'une coalition avec les islamistes du Parti du salut national de l'ex-premier ministre Necmettin Erbakan. Sous cette coalition gouvernementale qui a duré dix mois, Bülent Ecevit ordonne l'intervention militaire à Chypre, en riposte à un coup d'Etat des nationalistes chypriotes grecs visant à rattacher l'île à la Grèce. Il était à nouveau chef du gouvernement en 1999, lors de la capture au Kenya du chef rebelle kurde Abdullah Öcalan, ennemi public n° 1 de la Turquie, qu'il annonça devant la presse la voix tremblante d'émotion. Son prestige a toutefois gravement souffert de la crise économique qui a frappé le pays en 2000 et 2001. Né le 28 mai 1925 dans une famille bourgeoise d'Istanbul, cet ancien journaliste n'a aucun diplôme universitaire. Bülent Ecevit passe son baccalauréat en 1944 au prestigieux Robert College d'Istanbul, un lycée américain, avant d'étudier la littérature anglaise à l'université d'Ankara. Il étudia aussi le sanskrit et traduisit en turc T. S. Eliot et Rabindranath Tagore. Auteur de poèmes à ses heures perdues et n'ayant jamais été tenté par les affaires, Bülent Ecevit avait conservé une réputation de grande honnêteté, qualité plutôt rare dans une classe politique turque éclaboussée par de multiples affaires de corruption. Sa modestie et son aspect chétif cachaient toutefois un caractère autoritaire et souvent intolérant en ce qui concerne la moindre opposition au sein de son parti. Depuis sa défaite aux urnes, Bülent Ecevit vivait quelque peu reclus avec son épouse, Rahsan, qui veillait jalousement à protéger son intimité. Il avait été hospitalisé en mai à la suite d'une attaque cérébrale, après avoir assisté aux obsèques d'un magistrat assassiné lors d'une réunion du Conseil d'Etat par un jeune avocat islamiste. http://www.lemonde. fr/web/article/ 0,1-0@2-3382, 36-830986@ 51-830991, 0.html ____________ _______ Ex-Ministerprä sident Ecevit gestorbenDer frühere türkische Regierungschef Bülent Ecevit ist im Alter von 81 Jahren gestorben. Nach einem Schlaganfall hatte er fast sechs Monate im Koma gelegen. Ecevit war fast 50 Jahre lang eine der bestimmenden Persönlichkeiten in der türkischen Politik. ANZEIGEAnkara - Bülent Ecevit hatte Mitte Mai einen Hirnschlag erlitten und seitdem im Koma gelegen. Seinen Tod meldeten heute mehrere türkische Medien. Fünf Mal war der frühere Vorsitzende der Demokratischen Linkspartei Regierungschef - zuletzt von 1999 bis 2002. 1974 befahl er die Invasion in Nordzypern, die zur Teilung der Insel bis heute führte. In Ecevits Regierungszeit fielen die Gefangennahme des kurdischen Rebellenführers Abdullah Öcalan 1999 und die Zulassung der Türkei als Kandidat für die EU-Mitgliedschaft. Ecevit hat in der Türkei für die Arbeitnehmer das Streikrecht und Landreformen durchgesetzt.Im Juli 2004 hatte er den Vorsitz seiner Partei niedergelegt und seine politische Laufbahn beendet. Die Wahlniederlage 2002 gegen seinen Nachfolger Recep Tayyip Erdogan war die bitterste seiner Karriere: Seine Partei wurde nach 22 Prozent der Stimmen bei der Wahl 1999 auf 1 Prozent marginalisiert. Die Wähler hatten ihn damals für eine massive Wirtschaftskrise verantwortlich gemacht und angesichts seiner angeschlagenen Gesundheit kein Vertrauen mehr in ihn gesetzt. kai/AP/AFP/Reuters/ |