8 Nisan 1962’de
Cumhuriyet’te yazmaya başlayan İlhan Selçuk, ikinci sayfadaki pencere
köşesinin de sahibi oluyordu. Gazetede İlhan Selçuk’un yazılarının
başlamasıyla ilgili birinci sayfada “İlhan Selçuk, Cumhuriyet ailesine
katıldı” başlığıyla yayımlanan fotoğraflı haberde şunlar dile getirildi:
“Genç kuşağın en başarılı yazarlarından İlhan Selçuk’un fıkralarını bugünden
itibaren her gün ‘Pencere’ başlığı altında gazetemizde bulacaksınız. İlhan
Selçuk’u ‘Pencere’sinde görmek istiyorsanız, bugün lütfen ikinci sahifemize
bakınız. Yazar, her gün aynı yerdeki ‘Pencere’sinden hadiselere bakacak ve
gördüklerini sizlere nakledecek.”
İlhan Selçuk, 8 Nisan 1962’de
Cumhuriyet’in ikinci sayfasında yer alan “Başlangıç” adlı yazısında
dünyadaki teknolojik gelişmelerin evrimine atıfta bulunarak, Türkiye’de
yaşanan sosyal ve ekonomik sorunlara dikkat çeker.
İlk yazısı
“Başlangıç”
“Başlangıçta herşey kelam idi” der, Mukaddes Kitaplardan birinin ilk
cümlesi... Kelam... yani söz.
Önce söz vardı. Evren, söz üstüne bina edildi. Her binada pencere vardır.
Penceresiz bina, ya mezardır ya sığınak! İkisi de hayatın değil, ölümün
komşusu.
Evren, söz üstüne bina edildi. Ve insanlar bu binada yeni binalar kurup,
yeni pencereler açtılar kendilerine... Pencereler önce küçüktü. Sonra
büyüdüler, büyüdüler... ve büyüdüler. Pencereler büyüdükçe aydınlık çoğaldı.
Bu, aklın aydınlığıdır.
İnsan aklının aydınlığı gittikçe aydınlattı dünyayı... Ve hangi ülkede akıl
varsa, orada ışık arttı.
Ve gün ışığı yetmedi insanlara... mum ışığı dediler. Ve mum ışığı yetmedi
insanlara... Lamba ışığı dediler. Ve lamba ışığı yetmedi insanlara...
Elektrik ışığı dediler.
Ve elektirik ışığı yetmedi insanlara...
- Daha ışık... dediler, biraz daha ışık!
Bu yetmezliğin özleminde yeni pencereler açtılar evrende..
Ve insanlar son pencereyi bir füzenin kapsülünde açtılar.
Bu pencereden evreni seyretti insan gözü:
“- Ve evren masmavi, yeryüzü yuvarlağı turuncu idi. Yıldızlar güneş gibi
parlıyorlar idi.”
Böylece insan, gökyüzünde bir pencere açtı. Ve gökyüzünden yeryüzüne baktı.
Yeryüzü yuvarlağının, öküzün boynuzlarında durmadığını gözleriyle gördü.
Ve insan, öküzün boynuzlarında durmayan dünyada, öküzün boynuzlarında duran
dünyalar gördü... İnsan, bin yıllık karasaban önünde bir çift öküzün
boynuzlarında duran dünyalar gördü.
Her insanın penceresi kendine benzer. Deli Petro, Rusya’ya Batı’nın
penceresini açmıştı. Einstein, fiziğe atom devrinin penceresini açtı. Freud,
psikolojiye şuur-altı’nın penceresi açtı. Rönesansın penceresinde
hümanizmanın ışıkları yankılandı.
Her insanın penceresi kendine benzer. Bizim pencerelerimiz de kendimize
benziyordu, kafes kafes...
Kafesli pencere, bakmak ve görmek için değil, gizlenmek ve saklanmak
içindi... Işıktan, aydınlıktan saklanmak...
Ve kafeslerin odundan örgüleri altıyüz yıldanberi bu pencereden bakan
insanların beyinlerinde çapraz dokusunu örüyordu.
Atatürk ihtilali, aklın ışığına engel olan bu tahtaperdeleri kaldırmıştır
bizim penceremizden... Artık Atatürk, ihtilalinin ilkeleri çizmektedir bizim
penceremizin çerçevesini...
Bu pencerenin çerçevesinden baktığımız zaman artık gerçekler görünmektedir.
Ve bu pencereden baktığımız zaman görünen gerçekler nelerdir?
İtiraf etmeliyiz ki bu pencereden görünen manzara, her Türk vatandaşının ve
her insanın yüzünü kızartacak kadar geridir.
Geri de değildir, ilkeldir. Çünkü Türkiye’nin geriliği, sosyal yapısının
ilkel oluşundan doğmaktadır. Türkiye’nin sosyal yapısı ile hukuki yapısı
arasında ayrılık vardır. Çok kadınlı evlilik, ağalık, seyyitlik, toprak
köleliği, kabile hayatı, irtica okulları, göçebelik, Türkiye’nin yarısına
yakın düzeyinde sürüp gitmektedir.
Anayasa’nın temeli sayılan sosyal devlet anlayışı ve vatandaşın sosyal
hakları kağıt üzerinden toplum yaşayışımıza doğru henüz yürümemiştir.
Ve binlerce yıl öncesi gibi, hala karasabanın peşinde ve bir çift kara
öküzün himmetinde ekmeğini derlemeğe çalıyan köylümüzün acıklı hali,
gerçeklerin penceresinden bakan vatandaşların yüreklerini yakmaktadır.
Her insanın penceresi kendine benzer. Atatürkçülerin penceresindeki mimaride
devrimlerin çizgileri vardır. Atatürk devrimlerinin Türkiye’ye açtığı
pencerede ne ahşap ev pencerelerindeki kafesler, ne saray pencerelerindeki
ağır perdeler, ne konak pencerelerindeki pancurlar, ne tapınak
pencerelerindeki vitraylar vardır...
Atatürk’ün Türkiye’ye açtığı pencereden ışık düpedüz girer... Aklın ışığı!