CUMHURiYET'in Penceresi
İLHAN SELÇUK'u Kaybettik
19252010
Atatürk devrimlerinin ve Anadolu aydınlanmasının yılmaz savaşçısı  İlhan Selçuk'u saygı ve sevgi ile anıyoruz,
O, "21 Haziran Dünya Güneş Gününde"  yani kuzey yarıkürede en uzun gün ışığının yaşandığı günde öldü.
Hayatı boyunca aydınlanmanın ve aklın ışığını yaymaya çalışan bir bilge insanın dünyamızdan göçüp gitmesinin bugüne rastlaması  ilginç  bir tesadüf oldu.
Cumhuriyet Gazetesindeki ailesinin, yakınlarının ve ulusumuzun  başı sağolsun.

Cumhuriyet'teki ilk Yazısı

8 Nisan 1962’de Cumhuriyet’te yazmaya başlayan İlhan Selçuk, ikinci sayfadaki pencere köşesinin de sahibi oluyordu. Gazetede İlhan Selçuk’un yazılarının başlamasıyla ilgili birinci sayfada “İlhan Selçuk, Cumhuriyet ailesine katıldı” başlığıyla yayımlanan fotoğraflı haberde şunlar dile getirildi: “Genç kuşağın en başarılı yazarlarından İlhan Selçuk’un fıkralarını bugünden itibaren her gün ‘Pencere’ başlığı altında gazetemizde bulacaksınız. İlhan Selçuk’u ‘Pencere’sinde görmek istiyorsanız, bugün lütfen ikinci sahifemize bakınız. Yazar, her gün aynı yerdeki ‘Pencere’sinden hadiselere bakacak ve gördüklerini sizlere nakledecek.”
İlhan Selçuk, 8 Nisan 1962’de Cumhuriyet’in ikinci sayfasında yer alan “Başlangıç” adlı yazısında dünyadaki teknolojik gelişmelerin evrimine atıfta bulunarak, Türkiye’de yaşanan sosyal ve ekonomik sorunlara dikkat çeker.
İ
lk yazısı
“Başlangıç”

“Başlangıçta herşey kelam idi” der, Mukaddes Kitaplardan birinin ilk cümlesi... Kelam... yani söz.
Önce söz vardı. Evren, söz üstüne bina edildi. Her binada pencere vardır. Penceresiz bina, ya mezardır ya sığınak! İkisi de hayatın değil, ölümün komşusu.
Evren, söz üstüne bina edildi. Ve insanlar bu binada yeni binalar kurup, yeni pencereler açtılar kendilerine... Pencereler önce küçüktü. Sonra büyüdüler, büyüdüler... ve büyüdüler. Pencereler büyüdükçe aydınlık çoğaldı. Bu, aklın aydınlığıdır.
İnsan aklının aydınlığı gittikçe aydınlattı dünyayı... Ve hangi ülkede akıl varsa, orada ışık arttı.
Ve gün ışığı yetmedi insanlara... mum ışığı dediler. Ve mum ışığı yetmedi insanlara... Lamba ışığı dediler. Ve lamba ışığı yetmedi insanlara... Elektrik ışığı dediler.
Ve elektirik ışığı yetmedi insanlara...
- Daha ışık... dediler, biraz daha ışık!
Bu yetmezliğin özleminde yeni pencereler açtılar evrende..
Ve insanlar son pencereyi bir füzenin kapsülünde açtılar.
Bu pencereden evreni seyretti insan gözü:
“- Ve evren masmavi, yeryüzü yuvarlağı turuncu idi. Yıldızlar güneş gibi parlıyorlar idi.”
Böylece insan, gökyüzünde bir pencere açtı. Ve gökyüzünden yeryüzüne baktı. Yeryüzü yuvarlağının, öküzün boynuzlarında durmadığını gözleriyle gördü.
Ve insan, öküzün boynuzlarında durmayan dünyada, öküzün boynuzlarında duran dünyalar gördü... İnsan, bin yıllık karasaban önünde bir çift öküzün boynuzlarında duran dünyalar gördü.
Her insanın penceresi kendine benzer. Deli Petro, Rusya’ya Batı’nın penceresini açmıştı. Einstein, fiziğe atom devrinin penceresini açtı. Freud, psikolojiye şuur-altı’nın penceresi açtı. Rönesansın penceresinde hümanizmanın ışıkları yankılandı.
Her insanın penceresi kendine benzer. Bizim pencerelerimiz de kendimize benziyordu, kafes kafes...
Kafesli pencere, bakmak ve görmek için değil, gizlenmek ve saklanmak içindi... Işıktan, aydınlıktan saklanmak...
Ve kafeslerin odundan örgüleri altıyüz yıldanberi bu pencereden bakan insanların beyinlerinde çapraz dokusunu örüyordu.
Atatürk ihtilali, aklın ışığına engel olan bu tahtaperdeleri kaldırmıştır bizim penceremizden... Artık Atatürk, ihtilalinin ilkeleri çizmektedir bizim penceremizin çerçevesini...
Bu pencerenin çerçevesinden baktığımız zaman artık gerçekler görünmektedir. Ve bu pencereden baktığımız zaman görünen gerçekler nelerdir?
İtiraf etmeliyiz ki bu pencereden görünen manzara, her Türk vatandaşının ve her insanın yüzünü kızartacak kadar geridir.
Geri de değildir, ilkeldir. Çünkü Türkiye’nin geriliği, sosyal yapısının ilkel oluşundan doğmaktadır. Türkiye’nin sosyal yapısı ile hukuki yapısı arasında ayrılık vardır. Çok kadınlı evlilik, ağalık, seyyitlik, toprak köleliği, kabile hayatı, irtica okulları, göçebelik, Türkiye’nin yarısına yakın düzeyinde sürüp gitmektedir.
Anayasa’nın temeli sayılan sosyal devlet anlayışı ve vatandaşın sosyal hakları kağıt üzerinden toplum yaşayışımıza doğru henüz yürümemiştir.
Ve binlerce yıl öncesi gibi, hala karasabanın peşinde ve bir çift kara öküzün himmetinde ekmeğini derlemeğe çalıyan köylümüzün acıklı hali, gerçeklerin penceresinden bakan vatandaşların yüreklerini yakmaktadır.
Her insanın penceresi kendine benzer. Atatürkçülerin penceresindeki mimaride devrimlerin çizgileri vardır. Atatürk devrimlerinin Türkiye’ye açtığı pencerede ne ahşap ev pencerelerindeki kafesler, ne saray pencerelerindeki ağır perdeler, ne konak pencerelerindeki pancurlar, ne tapınak pencerelerindeki vitraylar vardır...
Atatürk’ün Türkiye’ye açtığı pencereden ışık düpedüz girer... Aklın ışığı!